AKP, Muhafazakârlık ve Neoliberalizm

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: AKP iktidarının hem içte hem de dışta içinde bulunduğu zorluklarlar, iktidar ittifakı ve seçmen ittifakı arasında bir sıkışmışlık, bir ikilem var.

 

İlkay Sunar: Genel manzaraya  bakalım. On beş günden bugüne çok büyük değişiklikler olmadı ama belki analizimizi biraz daha genişletebiliriz. Kaba hatları ile resim çizmek gerekirse, şöyle bir manzara var; bir yavaşlama var, özellikle AB cephesinde bir yavaşlama, bir kararsızlık veya bir kararı geciktirme var. Çünkü orada bazı tıkanıklıklar, sınırlara dayanmışlık var, Kıbrıs meselesinin belirli bir noktaya gelmiş, dayanmış olması...

 

AB ile ilgili diğer taraftan, bazı şeylerin artık gerçekçi olarak ele alınması lazım, büyük bir hızla AKP bunun üzerine gitti, belki sonucunda ne gibi ciddi sorunlara nasıl çözüm bulacağını pek düşünmeden. AB sürecinde belirli standartların uygulanması gerekiyor, en azından 6 Mart'ta ki göstericilerin dövülmesi bile karşımıza çıkan bir sorun. Daha müzakereler başlamadan belirli bazı sorunlar gündeme gelmeye başladı, bir de müzakereler başladıktan sonra bu çok daha artacak. En önemli sorun olarak karşımıza, "Türkiye'deki kesimler ne kadar hazır?" sorusu çıkacak. Eğer AB'ye giriyorsak, burada bir egemenlik paylaşılması sorunu karşımıza çıkacak.

 

Baş müzakereci bir türlü bulunamıyor, vs. "işler yavaşladı?" deniliyor. Diğer taraftan Ortadoğu'da Bush yönetiminin belirli bir projesi var, "Büyük Ortadoğu Projesi", Ortadoğu'yu demokratikleştirme projesinin, arkasında yatan diğer çıkarlar var. Amerika diyor ki; "Türkiye sen ayak sürüyorsun, sen bana tam destek vermiyorsun. Bu projede Ortadoğu'nun değişimi için benim koyduğum vizyonu desteklemiyorsun" diyor. Onun için Amerika ile bir gerilim var. Türkiye'deki anti Amerikanizm Amerika basınında manşetlere çıkıyor. AKP'nin tavrı ise, gittikçe daha çok boyutlu bir dış politika gütmek diye özetlenebilir, taa Afrika'ya, gitmesi de bunu gösteriyor Başbakan'ın. Zannediyorum Türkiye'nin Ortadoğu'da "merkez ülke" olması –bu deyimi tam da anlamıyorum, ne demek "merkez ülke olmak"?- çok boyutlu olması gibi bir istek var. Fakat bu çok boyutlu dış politika ile ilgili benim kafamda kuşku var, acaba kafa karışıklığına mı yol açıyor? Tamam çok boyutlu, ama burada öncelikler olması lazım, ABD ve AB'nin dünya politikasındaki yerleri belli, Cumhurbaşkanı'nın Nisan'da Suriye'ye gitmek istemesinin yarattığı tansiyon, Suriye ve İran'la olan ilişkilerimiz...

 

ÖM: Peki Suriye'ye gidilmesi neden tansiyon yaratıyor olsun?

 

İS: Onlar diyorlar ki "bizim Suriye ile sorunumuz var, Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesini istiyoruz. Çünkü Suriye Ortadoğu'da terörü, diktatörlükleri temsil eden bir yer, diğeri İran, aynı şekilde otoriter rejim, nükleer silahlara sahip olmak istiyor, Ortadoğu'daki istikrarsızlığın temel nedenlerinden iki tanesi İran'la Suriye" diyorlar. Biz de çok boyutlu dış politika uygulamak istiyoruz, Ortadoğu ile de iyi ilişkiler kurmak istiyoruz. Amerika'nın Kuzey Irak'ta takındığı tavırdan bizim de bir tedirginliğimiz var, belki ona bir karşılık olarak yapılıyor, bilemiyorum, spekülasyon benimki. Böyle bir tıkanmışlık var, seçmen ittifakı, iktidar ittifakındaki arasında sıkışmışlık var, yani iktidar olabilmek için seçim kazanmak yetmiyor, onun dışında içte ve dışta belli başlı güçler var, bunlarla geçinmek ve onlarla da ittifak kurmak zorunda demiştik.

 

Bir de seçmeni tatmin etmek zorunda. Seçmene homojen demek güç, AKP'nin seçmen tabanına baktığımızda üç aşağı beş yukarı üç tane grup görüyorum, bir tanesi bu koalisyon hükümetlerinden bıkmış, protesto olarak AKP'ye oy veren çeşitli kesimler. Bir kısmı daha çok ılımlı, sekülerize olmuş İslami kesim. Bir kısmı da kabul etmek lazım ki daha militan, daha İslamcı politikalar gütmek isteyen bir kesim. Oradaki grubu da tatmin edemiyor, militan olanları hiç tatmin edemiyor, dolayısıyla kültürel popülizm de yapamıyor, türban konusunda tabanının beklediğini yapamıyor. Dışarıda da sınırlara gelindi ve gittikçe daha sinirli, daha sert tepki veren bir hale geliyor. TÜSİAD'a "sen kendi işine bak kardeşim" diyor.  Hem dış politikada yavaşlamanın sonuna gelmiş olmanın, hem iç politikada belirli noktalarda yapması gereken şeyleri yaparken kendi seçmenini tatmin edememesinin getirdiği bir sabırsızlık, bir tepki ve öfke görüyorum. Buradan nereye gider iş? Bana öyle geliyor ki, iktisatta bir terim vardır, "stop on go policies" diye, (dur-kalk politikası), şimdi olay biraz durdu. Bundan sonra bir "kalk" aşamasına gelebilir mi? Nasıl gelir? Ben de şu anda göremiyorum.

 

ÖM: Hem dışta hem içte büyük bir belirsizliğin hakim olduğu görülüyor.

 

İS: Sınırlara gelindi. Ortadoğu politikasında, Kıbrıs politikasında olsun, içeride olsun, AKP'nin kendi niteliğinden doğan zorluklar da var. Bir tarafı ile liberal, hatta neo liberal ekonomik politikalar güden bir parti, bir tarafıyla da muhafazakâr olduğunu iddia eden, -kendilerine muhafazakâr demokrat diyorlar, ama bence onun daha doğrusu muhafazakâr liberal olsa gerek, veya liberal muhafazakâr- bir parti var. Yani iki tane birbiri ile geçinemeyen ideolojiyi düşünce ve pratik sistemini bir arada tutmaya çalışıyorlar. Bir tarafta neoliberal ekonomik politikalar, bir tarafta da kültürel ve sosyal muhafazakârlık götürmeye çalışıyorlar. Mhafazakâr sosyal tarafta fazla bir şey yapamıyorlar, retorik ötesine geçmeyen bir  durum, dolayısıyla seçmenin tatminsizliği var. Diğer tarafta da iktidar ittifakını yürütebilmek için globalleşme açısından liberal politikaları gütmeleri lazım, IMF, Dünya Bankası, ABD vs. zorunlu olarak karşılarına çıkıyor. Böyle bir sıkışmışlıkları da var ideolojik olarak.

 

Şundan da emin değilim, AKP'nin Avrupa'ya bu kadar hızla koşarken, bunu sindirmiş miydi, sonuçlarının ne olacağını, nasıl bir yaşam biçiminin geleceğini düşünmüş müydü? Yoksa biraz da "bu işi yaparsak iktidar olarak büyük rant toplarız" ve aynı zaman bazı liberal yazarların söylediği gibi "Avrupa buradaki dinsel özgürlükler açısından iyi olur" diye mi düşünmüşlerdi emin değilim, ama öyle bir acelecilik, bir sindirilmemişlik var gibi geliyor bana. Böyle bir çıkış yaptılar ve siyaset olarak oradan büyük sempati topladılar ama bu ne kadar içselleştirilmiş, ondan emin değilim.

 

ÖM: Belli bir dinamizmi kaybetmiş olduğu net olarak söylenebilir herhalde son dönemde.

 

İS: Durma aşamasında ve nereden açılacağı pek belli değil. Bir muhalefet var, daha ulusalcı, daha içeri kapanık bir muhalefet var; AKP'nin kendi tabanında bu tür seçmen az değil ve şimdi Erdoğan'ın da kalkıp "bizi Avrupa'ya ihbar ediyorlar" demesi de ilginç. AB politikaları izleyen AKP'nin ağzından değil, ancak böyle bir muhalefetin ağzından çıkacak bir söz diye düşünüyorum, o muhalefetle aynı çizgide söylenen bir laf olarak belirtmek istedim.

 

ÖM: Neoliberal politikaları da uygulamaya çalıştığı yönünde önemli bir tespit bence.

 

İS: Bir de, nedense 1990'larda 2000'lerde tamamen göz ardı edilmeye başlandı; bu neoliberal ekonomik politikaların getirdiği muazzam bir yoksulluk ve gelir dengesizliği adaletsizliği var, bir suç patlamasından bahsediliyor. Çok ilginç, 1960-70'li yıllarda  olsa bu önemli bir analize tabi tutulurdu, sınıfsal analize tabii tutulurdu. Şimdi kimse bu konuda ağzını açmıyor, tek bahsedilen şey polisiye tedbirler; "polis tedbirleri arttırılsın". Tamam ama AKP'nin oradaki çelişkisini de çok güzel gösteriyor, yani muhafazakârlık demek sosyal dokuyu bir arada tutmaya çalışmak, sosyal istikrarı bir arada tutmaya çalışmak, toplumu ortak noktalarında buluşturmak demek. Ama neoliberal politikalar ise çok acımasız politikalar, büyük eşitsizlikler yaratan politikalar.

 

ÖM: Bunu her yerde görmek mümkün, son derece önemli bir tespit, mesela Seka meselesi de aynı şekilde geçiştirildi, üzerinde doğru dürüst tartışma yapılamadan maalesef bitti.

 

İS: İşçi sendikalarından, işçi hareketinden, vs. vazgeçtik, "suç patlaması var" diye hem medya hem televizyon, basılı medya günlerdir bas bas bağırıyor, İstanbul'da kavşaklarda insanların nasıl arabalarının camlarının kırıldığını, vs. istatistiklerle gösteriyor, açık oturumlar yapılıyor fakat daha bir kişi görmedim, "yahu, bunun acaba sosyal yapıdan, sosyal bünyeden kaynaklanan tarafları nelerdir?" diye bir analize girişen. Bırakalım sınıf analizini, sosyal dokunun belki gittikçe parçalandığı, bunun yarattığı sorunlar olarak karşımıza çıktığı şeklindeki en hafif bir tespite bile rastlamadım.

 

ÖM: Yıldırım Türker ısrarla yazıyor Radikal'de, ama istisnai olduğunu söylemek gerekiyor, gerçekten.

 

İS: Böyle bir durum var ve muhafazakârların sosyal dokuya olan duyarlılığı, bir kenara itilmiş vaziyette, diğer tarafta gittikçe tıkanmışlıktan öfkeye doğru giden yol. Felaket tellallığı yaptığım sanılmasın sakın, ama bir tıkanıklık var, bir yönsüzlük var, bu çok boyutlu dış politika ne menem şeydir anlaşılmıyor, içeride bir tıkanmışlık var, gittikçe büyüyen sosyal sorunları AKP'nin görmezlikten gelmesi de dikkat çekici. Geçen gün türbanlı kızları bir toplantıdan çıkarırlarken, "onların çocukları Amerika'da okuyor" diye bağırdı türbanlı bir kız. Yani "biz burada okula gidemiyoruz, onlar zengin oldukları için çocuklarını dışarıda okutuyorlar" anlamında. Burada gelir dağılımından kaynaklanan başı türbanlı çocuklar arasında bile bir sosyal eşitsizlikten doğan bir gücenme, bir öfke yok mu?

 

ÖM: Var tabii ve bunların kolay kolay gözden kaçırılarak yürütülmesi mümkün değil.

 

İS: Oraya odaklanmıyorlar, doğrusu ben bunun gittikçe önem kazanacağını düşünüyorum. Türkiye süratle sosyal olarak bambaşka yerlere gidiyor, büyük sorunlar karşımıza çıkacak, daha bunun kültür düzeyinde analizlerini yapmadık.

 

Hatta bu bahsettiğimiz şeyler bile bir noktada daha önemsiz kalabilecek ileride diye düşünüyorum. Çünkü gerçekten Türkiye'de sosyal yapıda ve dokuda yırtılmışlık alametleri görüyorum.

 

ÖM: Ve endişe verici.

 

İS: Kimse de bunun üzerine düşmüyor, sanki halen bazı sembolik kültürel politikalarla, siyasal getirisi olacak politikalarla meşgul olunuyor gibi geliyor bana.

 

 

(15 Mart 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)

İlkay Sunar ve Ömer Madra'nın aynı konudaki 1 Mart 2005 tarihli söyleşisi.