Açık Radyo Hakkında Bir Sohbet

-
Aa
+
a
a
a

Kronik Muhalif'in, Ömer Madra ile Açık Radyo macerası, Dinleyici Destek Projesi ve dünyada olan bitenler hakkında yaptığı bir söyleşi:

 

Açık Radyo serüveni nasıl başladı?

 

Özel radyoların kurulmaya başladığı dönemden bahsediyoruz. 1993 sonu 1994 başları olmalı... Ciddi bir engelleme  vardı o sırada. Devletin, kendi dışında herhangi bir inisiyatife ya da oluşuma her an bir şekilde reaksiyon gösterdiği, “neymiş bu bakayım?!” diye sorduğu bir dönem. (Hoş, bu paranoid ortamı çok geride bıraktığımız söylenebilir mi, onu da bilmiyorum ya.) Öte yandan, sahte popülizm yapan politikacıların da (mesela Tansu Çiller gibi) fırsatı ganimet bilerek hemen üzerine atladıkları, “radyomu istiyorum!” diye araba antenlerine kurdele falan bağlayarak protestoya giriştikleri bir dönem. Radyoların kapatılmasına karşı protesto, epey bir taraftar bulmuştu… Hani, eğlenceli, oyun gibi bir tarafı da vardı çünkü. Ama esasında popülist siyaset amaçlarına uygun olarak, yani oy uğruna yapılmış bir kampanya idi diyebiliriz. Özel şirketlerin kendi  kâr beklentileri de vardı elbette bu“protesto”nun arkasında.

 

Neyse işte, tam o sıralarda bir arkadaşım bana, “Senin yazıların aslında bir radyo programı gibi,” demişti. Çok sayıda makale yazan biriydim çünkü sağa sola. İşte o cümleden böyle bir esinlenme de oldu diyebilirim. İzmir'de o zamanlar “Radyo Aktif”  diye hoş bir özel radyo istasyonu vardı faaliyette olan, tam o sıralarda oradan bir program teklifi  gelmişti. “Böyle yazdığınız gibi bir şeyler  yapar mıyız?” diye bir teklifti. Yine o sıralarda oğlum Cem de birlikte bir program yapmamızı önerdi. “Acaba nasıl yapabiliriz?” diye düşünüp duruyorduk.

 

Çok heyecan vericiydi ama İzmir'e haftada bir uçmak çok zorlanacağım bir işti; hem bu yüzden, hem de tembellik gibi başka sebeplerden dolayı o iş olmadı. Derken, benim kaçık oğlum Cem “Kendi radyomuzu kuralım” deyiverdi birdenbire – sanki radyo kurmak dünyanın en basit işiymiş gibi. Eh, ben de ondan daha akıllı olmadığım için, “Sahi yahu, neden olmasın?” dedim. Benim bir telefon defterim vardı, tam anlamıyla bakkal defteri ama eskimiş, parçalanmış durumdaydı artık. Bu defterde bine yakın dostumun, arkadaşımın ve de bildiğim insanların telefon numaraları vardı. Onu açtık önümüze ve dostlara sorduk, dedik ki:

 

“Bizim kuvvet ve iktidar merkezlerine, muktedirlere, servet merkezlerinin toplumun politikasını belirlemesine, şeffaflığı önleyici politikalara karşı; temel hakları esas alan, sözle ve aynı zamanda da dünyanın bin bir çeşit müziği aracılığıyla dünya kültürleri arasında bir alışveriş sağlayacak bir muhalif radyo kurma fikrimiz var; böyle bir fikir kulağınıza nasıl geliyor?”

 

Demek böyle bir şeye kuvvetle ihtiyaç varmış ki birdenbire bu telefonlarımıza olumlu cevap veren çok sayıda insan oldu ve 92 ortakla kuruldu Açık Radyo. Bu ortakların hepsi  üç aşağı beş yukarı eşit paylara sahipti. Dolayısıyla, Açık Radyo, patronu olmayan bir radyo olarak kuruldu ve hep öyle gitti. Yani bana sorarsanız radyonun en temel özelliği budur: Bağımsız kolektif bir yapı. Tabii bunca zaman içinde çok evrildi ama başından  beri hep bağımsız oldu; hiçbir çıkar, sermaye ya da menfaat grubuna ait olmayan, devletin şüphesiz ki tamamen dışında olan bir yapı.

 

1995 Haziranında radyo daha yayına girmeden kaleme almış olduğumuz bir  manifestoda şunları yazmıştık:

 

“ Hiçbir çözüm üretmeyeceğimize söz veriyoruz, olsa olsa meraksızlık sendromuna geçici bazı çareler üretmeye çalışacağız ve size bir şey vermeyeceğimize söz veriyoruz ama karşılığında hep sizden almak istiyoruz çünkü bu bizim ortak projemizdir.”

 

Daha sonra Açık Radyo'nun bir sitesi olduğu zaman ona da ayrı bir manifesto yazdık, kendimizi dünyanın karanlık yüzüne tutulan küçük bir el feneri gibi gördüğümüzü söyledik. Ve hep böyle gitti, tabii sürekli olarak gelişti. İlk olarak bu fikir Cem ile tek bir program yapmaktan doğmuştu aslında. Serbest çağrışımlara dayanan, spontane, aklımıza gelen müziği çalıp oradan da onun hatırlattığı bir şeye, bir fikir, bir müzik bir koku olabilir bu, oradan da bir çeşitliliğe, çoğulcu demokrasi düşüncesi içinde cereyan eden bir şeye doğru gitmiştik. Exupery’nin ünlü romanından esinlenerek “Gece Uçuşu” diye bir program yapacaktık biz Cem ile. Sebebi de şuydu; o romanda pilot uçakla birlikte kaybolup gider ve onu dünyaya bağlayan tek şey cılız bir radyo dalgasıdır. Böyle de bir metafor vardı. Açık Radyo şimdi on altıncı senesinde, Açık Radyo ile tek yapamadığımız şey de işte o “Gece Uçuşu” programı oldu. Belki de günün birinde yaparız; kim bilir.

 

 

Açık Radyo hiç ümitsizliğe kapıldı mı? Bu işi yapamayacağız, bıraksak dediğiniz oldu mu?

 

Çooook! O kadar çok ki! Bir kere 2001 krizinde biz çok etkilendik, deprem zamanında da. Öyle şeyler oluyor ki reklâma bağlısınız tabii geliriniz için ve  bütün reklâmlar da kesiliverdi doğal olarak. Bir dostumuzun, bizi çok seven ve hali vakti nispeten yerinde olan bir ortağımızın naylon torbayla gönderdiği paralarla personel ücretlerinin ödemelerini güç bela yapabildik. Hepsi gönüllü olan programcılarımızın yanında gayet profesyonel bir kadromuz da var elbette ve bunu sürdürmek zorundayız tabii. Ama reklâm bitince, siz de bitiyorsunuz. 1999 depremi sırasında dinleyici destek projesi de yoktu henüz. Bunlar çok yıpratıcı şeyler. Tabii hiçbir zaman kapanırız, mahvoluruz demedik ama çok zor dönemler atlattık. Kimi zaman geciktirmek zorunda kalıyoruz hâlâ personel ödemelerini. O zaman tabii insan “Lanet olsun!” filan diyor. Buradaki arkadaşların yani teknik personelimiz vs. hepsi gencecik ve yüksek paralar alan çocuklar da değiller. 7/24 de çalışan bir sistem de olduğu için belki ortalama işletmelerin biraz üstünde, 28 kişilik bir profesyonel kadromuz var. Bunun haricinde programcıların neredeyse tamamı gönüllü.

 

Peki, herkes gönüllü olarak program yapabiliyor mu Açık Radyo' da? Nasıl bir süreç bu?

 

Öyle bir düğmemiz var internet sayfamızda, “Ben de program yapmak istiyorum” diye. Tıklayıp form doldurabiliyor ve programcımız olabiliyorsunuz. Şu an, bir arıza dolayısıyla çalışmıyorsa da, bence çok iyi ve demokratik bir fikir bu. Şu an yenileniyor o bölüm.

 

Tabii ufak bir yayın değerlendirme heyetimiz var. Yani, program önerileri bir değerlendirme sürecinden geçiyor. Bir demo kayıt program sunmasını istiyoruz öneri sahibinden. Yazılı olarak birkaç paragrafta “ana fikri” yani konsepti göndermesini, programı neden yapmak istediğini anlatmasını istiyoruz. Ayrıca, muhakkak altı aylık bir dönemi (26 haftalık) kapsayan ufak bir döküm istiyoruz. Tek tek şu hafta şu, bu hafta bu gibi değil ama aşağı yukarı hangi konuları kapsayacak program, kaç parça çalınacak, müzik ne düşünüyorsunuz gibi. Bu arada burada her konuda program yapıldı ve yapılıyor da. Yani aklınıza gelebilecek her konu, koku da dâhil olmak üzere her konu işlenebiliyor. Matrak bir dünya işte burası, tam bir sebze çorbası yani.

   

Her şeye rağmen Açık Radyo bağımsız yayın organı olarak bugüne kadar ayakta durabildi, tabii bunda dinleyici destek projesinin de payı vardır şüphesiz. Dinleyici Destek Projesi nasıl oluştu? Ve şu anki gidişatı nasıl görüyorsunuz?

 

Bu konuştuğumuz gün içinde gayet iyi görüyorum gidişatı. Biraz önce sizin de stüdyoya girerek tanık olduğunuz örgütlü kaos dediğimiz  ve demekten hoşlandığımız ortamın içinde gördüğünüz gibi çok kuvvetli ve giderek yükselen bir desteği var. Açık Radyo bağımsızlığını her şeyin üzerinde tuttu ve tutmaya da hep devam etti. Sekiz seneden beri de dinleyici destek projesi diye bir şey geliştirdik. Dünyada çok fazla radyonun ve  çok fazla kurumun da yapmadığı bir şey. Yani doğrudan doğruya kendisini izleyenlerin kendini ait hissettiği, sahip  çıktığı bir radyo olabilsin diye uğraşan bir radyo. Sekiz sene önce biz dedik ki “Açık Radyo dinleyicisini arıyor”, bunun yanında  tabii ki reklâm ve kurumsal sponsorluk alıyoruz ama onun ötesine geçip kendi bağımsız sesimizi, sürdürülebilir bağımsızlık dediğimiz bir model içinde devam ettirmek için de böyle bir model gelişti.

 

Dinleyici Destek Projesi’nin temel amacı, dinleyicinin de sahiplenmesiyle sürekli ayakta kalabilmek, istediğimizi serbestçe söyleyebilmek, istediğimiz müziği serbestçe çalabilmek. Şu an sizin de tanık olduğunuz bu şey, bir bireysel sponsorluk projesi ve sekizinci  yılda  sayı 4500 destekçiyi buldu ve geçiyor da.

 

Gittikçe de gençleşen bir radyo Açık Radyo, zaten ikinci kuşağa geçti artık. Yani bizim ilk dinleyicilerimizin, on altı sene önce ilk baştan beri bizi dinleyen kişilerin çocukları şimdi burada program yapıyorlar. Bu en sevindiğimiz şey. Ve daha da ilginç bir şey anlatayım size Newroz günü Usar diye bir çocuk geldi buraya radyoya, beni çağırdılar “Bir destekçimiz  geldi,” diye, ben bakınırken ortalıkta onu gösterdiler; 10 yaşındaki Usar’ı. Bir an idrak edemiyor insan, algılayamıyor;  ama hemen sonra öğrendim ki öğretmeniyle gelmiş, burada Harbiye İlköğretim Okulu'nda okuyor. “Kendisi istedi ve geldi, benim hiç müdahalem olmadı,” dedi öğretmeni, aynı zamanda teyzesiydi yanılmıyorsam.  Çocuk kendi harçlığından biriktirmiş olduğu parayı uzattı, elinde buruş buruş olmuş, ıslanmış terden. “Adın ne?” dedim “Usar”  dedi.“Ne demek Usar?” dedim, “ilkbahar”  dedi. İlkbaharın ilk gününde Usar adında bağımsız, 10 yaşında bir destekçimiz geldi buraya radyoya. İnanılmaz bir hikâye değil mi? Ve ben “Gel iki dakika yayına gir” dedim, böyle elini filan tutuyor parmaklarını büküyor… “Olmaz” dedi, “Niye?” dedim, “Ben topluluk önünde konuşmaya alışık değilim”  dedi. Bu inanılmaz hikâyelerden biridir burada yaşanan. Olağanüstü bir şey değil mi bu? Bunu gördüğünüz zaman, artık üçüncü nesle de intikal ettiğini  ve bundan sonra bu radyoyu kolay kolay hiçbir şeyin yıkamayacağını düşünüyorsunuz. Çok önemli bir şey bu!

 

Projenin bugün son günü. Şenlik dışında diğer zamanlarda destek olmak isteyen ne yapabilir?

 

Bu bizim yaşama tarzımız aslında, dinleyici desteği üzerine yaslanan bir anlayışımız var ve yıl boyu devam ediyor. Ama bu 9 günlük süre iyice şenliğe dönüşüyor. Sayısız canlı yayın yapıldı şenlik boyunca. Buzuki de  rembetiko da çalındı burada, Kürt müzikleri de, Karadeniz müzikleri de yapıldı. Lazca da, Kürtçe de, Ermenice de söylendi ve müthiş keyifli canlı yayınlar yapıldı. Bütün bu hengâme Açık Radyo'yu destekleyen oyuncuların, yönetmenlerin, müzisyenlerin, standup’çıların kimi zaman çocuklarıyla birlikte gelip program yaptıkları bir şenlik. 9 gün 99 saatlik bir yayın ve artık son saatlerindeyiz. Mesela Akın Eldes ve oğlu Akın Can –ki o bizde de program yapıyordu, çocuk programlarımız da bolcadır- ikisi gelip müzik programı yaptılar. Bu 9 günlük şenlik tabii bizim destekleri bir kez daha hatırlatmak ve isteyebilmek için yaptığımız özel bir platform gibi oluyor, bir çeşit kampanya yani; yoksa aslında destek projesi bütün  yıl boyunca sürüyor.

 

Kurumsal bazı sponsorlarınız var ve olmaya devam edecektir. Bugüne kadar Açık Radyoya sponsor olmamalı dediğiniz bir kurum ya da kuruluş oldu mu? Ve radyoya sponsor olan herhangi bir kurum ya da kuruluşla ilgili dinleyiciden olumsuz eleştiri aldığınız  oldu mu?

 

Olmuştur. Mesela “Falanca gazetenin reklâmı yayınlanıyor, e olur mu?”  gibi itirazlarda bulunuyorlar, ki bence bu çok manalı bir şey değil. Bunu seçme hakkına sahip değiliz. İsteyen gazete veriyorsa veriyordur, üstelik barter (takas) yöntemi ile çalışılıyor genellikle. Ama onun dışında tabii ki mesela silah fabrikalarını, silahla ilgili şirketleri ya da büyük enerji şirketlerini reddetme hakkını kendimizde görüyoruz. Onların da pek bizde sponsorluğa istekli olduklarını söyleyemeyiz zaten. Bir de tabii zaten bazı programlara sponsor alınamıyor. Kanunen de alınamıyor ama bence etik olarak da alınmamalı zaten. Çünkü bizim serbest yorum hakkımızı elimizden alır böyle bir şey. Şunu söyle, bunu söyleme ya da bunu biraz  daha vurgula diyebilecek herhangi bir şirketin gölgesi düşebilir programa. Mesela Dick Cheney’in ölüm ticareti yapan şirketi Halliburton’un sponsor olduğunu düşünebiliyor musunuz Açık Gazete programına?! Mümkün değil!

 

Bu seneki şenliğin 4000. destekçisi Ömer Madra. Savaş ve Barış programını desteklediniz. Şu an içinde bulunduğumuz ortamda en çok ihtiyacımız olan Barış! Bu programı desteklemek bir çeşit mesaj mıydı?

 

Aslında bu kadar birebir bir mesaj olarak düşünmedim. Tolstoy'un Savaş ve Barış adlı yapıtı yeryüzünde bu konularda yazılmış en güzel kitaplardan biri, belki de birincisi bana sorarsanız. Bu kitabı Tilbe Saran her gün Açık Radyo'da okuyor ve oynayarak da okuyor. Roman olarak ben bunu çok uzun yıllar önce bu tercümesiyle, Leyla Soykut tercümesiyle okumuştum. Dünyanın gidişatını bundan daha iyi anlatan bir kitap bulmamız zordur.  Yani zaten insanlık olduğu sürece bütün konularımız savaş ve barıştan ibaret. Biz de savaş ve barış üzerine binlerce program yaptık, milyonlarca kelime sarf ettik, müzikler çaldık, protest programlar yaptık ve canımızı dişimize takarak uğraştık. E tabii bizim radyonun merkezinde olan programlardan birine destek olmak o anda aklıma geldiği için  ‘Savaş ve Barış’a destek oldum. Zaten orada biraz da kıyak geçtiler bana, 3999 olmuş destekçi sayısı 4000 olmak ister misiniz diye sorma zahmetine katlandılar. “Çıldırdınız mı siz? Bundan daha fazla ne isteyebilirim?” dedim ve yaptım. Doğru zamanda, doğru yerde bulunmak gibi de bir avantajım vardı ve eh, bunu azıcık istismar ettiğimi söyleyebilirim.

 

Destek projesinin dünyada bildiğiniz örnekleri var mı? Bir de Açık Radyo sorumlulukları olan ve birçok konuda mücadele veren bir radyo. Bundan da bahseder misiniz?

 

Mesela Pacifica Radio var Amerika'da, NPR diye başka bir radyo var (National Public Radio) bazıları hiç reklâm almayarak, sadece belediyelerden, muhtarlıklardan ya da  mahallelerden destek alıyor; bir kısmı da bizim gibi dinleyici desteğiyle devam ediyor. Democracy Now! diye (Demokrasi Şimdi!) hem radyo hem ayni zamanda uydu yayını yapan bir TV var. Olağanüstü bir kadrosu var ve Amy Goodman adlı inanılmaz bir kadın var başlarında. Her gün takip ediyoruz. Ama biz de onlar gibi bilmiyorduk ilk bu işe giriştiğimizde. Sonra öğreniyorsunuz. Akıl için yol da bir aslında eskilerin de dediği gibi. Aynı şeylerden geçiyorsunuz yani sıradan insanların kendi kaderlerini kendi ellerine aldığı bir süreçten. Demokrasi de böyle bir şeyden ibaret zaten. Ben uzun yıllar da öğretim üyeliği de yaptım ve bildiğim bir şey varsa uluslararası ilişkiler tarihinde o da şu: hiçbir hak istenmeden ve mücadele verilmeden elde edilemiyor. Dolayısıyla, bizimki gibi radyoların bu mücadeleleri önemli.

 

Bu şekilde mücadele veren, gerek çevre için, gerekse  ekonomik adalet ve özgürlük için koşan hareketlerin giderek birleşmekte olduğu fikrindeyim. Küresel iklim değişikliği gezegeni olabilecek en büyük felakete doğru sürüklüyor ve biz küresel ısınma meselesini, belki de dünyanın milyarlarca yıllık tarihinde gördüğü en büyük felakete doğru gidisini erken keşfedenlerden biri olduk bazı tesadüfler sonunda. Bunun peşini de hiç bırakmadık. Bizim Açık Radyo'da sürekli olarak yapmak istediğimiz şey, bir takım özel çıkarların, enerji şirketleri vs olabilir bunlar, bunların demokrasiyi çalmalarına ve kendi kısacık vadeli çıkarları, kârları için sınırsız bir kaynakmış gibi dünyanın tüm kaynaklarını tüketmelerine karşı bir mücadele vermek. Ve şimdi görüyorum ki aslında  birçok hareketi birleştirmekten başka çaremiz yok. Çevre hareketi, ekonomik adalet, sendikal mücadeleleri vs birleştirmek gerekiyor. Mesela Mısır ile ABD' deki sendikal mücadeleler arasında internet üzerinde yatay bir haberleşme var. Yani aslında biz yeni bir tip topluma geçmezsek sonumuz bitiktir, bütün canlılar âlemi olarak işimiz bitiktir. Bir takım bakteriler vs. kalabilir ama sonunda insanoğlu ya da insankızının hem kendi türünü hem de bütün dünyadaki türleri de yok etme, bu anlamsız tüketme hırsıyla bitirme tehlikesi var. Geleceğimizi bir avuç şirkete teslim edemeyiz. Hele benim durumumda olduğu gibi 2000 doğumlu bir torununuz varsa… Bizim derdimiz şu oluyor: Benim torunum gibi çocukların ben göçtükten sonra dünyanın gerçekten de çok zor şartlarda yaşandığını, hatta neredeyse yaşanmaz olduğunu gördüğü zaman “Ya dedem de bana bir şey söylememişti ki!” demesin. Biz bu bilginin paylaşılması ve bu mücadelenin odakta olmasına her zaman çalıştık. Irak'ın istila edilmesine de karşı çıktık, deprem sırasında devletin saçma  sapan tavırlarına karşı gençlerin verdiği mücadelede ve de yardımlaşma projelerinin içinde bir haber merkezi olarak bulunmaya da çalıştık. Afganistan'da da, 11 Eylül’den sonraki dünyanın gidişatında da yani her yerde bir sesimiz olmasına çalıştık.

 

Libya harekâtı ve TBMM'de Nato'nun Libya harekâtında  TSK'nın yer almasına yönelik tezkerenin kabulü konusunda ne düşünüyorsunuz?

 

Bu harekât hukuk dışı uluslararası bir müdahale halini almaya başladı. Libya'da bir iç savaş  var, biz beğensek de beğenmesek de ve gene biz beğensek de beğenmesek de Muammer Kaddafi’ye de -korkunç bir diktatör olmasına rağmen- belli bir destek var. Simdi burada özellikle belirtmek gerekir ki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinin dışına çıktıkları kesindir. Özellikle de Sarkozy’nin. Uluslararası meşruiyeti çok tartışmalı bir durum. Uluslararası toplum adına hareket etmek yetkisi sadece Birleşmiş Milletler’e verilmiş bir şey.  Hiçbir saldırı  olmadığı halde bombardımanı  içeren bir karar verilmesi doğru değildi ve Birleşmiş Milletler’in buna ortak olması bence çok kötü oldu. Türkiye’nin de buna ortak olması bu aynı kötünün bir parçası maalesef. Bunu eleştirmek zorundayız.

 

Ülkemizde son dönemde yaşanan gazeteci tutuklamaları basın ve düşünce özgürlüğünün sizce hangi boyutta olduğunu gösteriyor?

 

Feci boyutta olduğunu gösteriyor şüphesiz ki! Yani düşünce polisi dediğimiz şeyin varlığı aslında. 1984 adlı romanda sıkça bahsi geçer düşünce polisinin. (O romanı da Açık Radyo'da okumuştuk baştan sona. Bence dünyada yazılmış en iyi siyasi yapıtlardan da biri. Ya da Fahrenheit 451 romanı. O romanı okumadık henüz radyoda ama belki su sıralar bir de onu da okumamızda yarar olabilir!) Felaket bir şey yani. Kabulü söz konusu olmayan, mümkün olmayan bir şey var ve bütün gücümüzle karşı çıkmak zorundayız. Bunu sürdüremeyeceklerdir bence. “Düşünce suçu”, kitap yakmak, hele şimdi bir de dijital ortamda kitap silmeler akıl almaz ve kabul edilmesi mümkün olmayan şeyler.

 

Ama burada bir başka noktayı da kısaca söylemek gerekiyor. Asıl büyük tehlike  Ergenekon denen olayda yatıyor. Hepimizin bildiği gibi Türkiye yakın tarihinin en vahim olayı bu, bunun doğru dürüst yürütülmesini engelleyecek ve konuyu saptıracak gelişmeler yaşanıyor. Mesela yeni ve son gelişme Hrant Dink davasının da, o korkunç hunharca işkenceli Zirve misyonerler katliamı davasının da aslında Ergenekon’la -derin devlet ya da devletin ta kendisinin içindeki karanlık güçler de diyebilirsiniz buna- bağlantılı olduğunun ortaya çıkmakta olduğu. Birtakım jandarma komutanları tutuklandılar Malatya katliamını organize ettikleri, düzenledikleri ve operasyon emrini verdikleri suçlamasıyla. Ama son derece önemli bir şey var: Asıl bizi karanlıklara boğacak olan bu Ergenekon faciasını konuşmak yerine tutup Ahmet Şık’ın basılmamış kitabının yasaklanması, silinmesi gibi bir yöne sapmış olması açısından, yani Ergenekon’un “sulanması”, soruşturmasının doğru dürüst yürütülememesi, saptırılması gibi bir tehlikeye yol açması açısından son derece endişe verici buluyorum bu gelişmeleri…

 

 Söyleşi: Gündem Elçi

Kronik Muhalif