Açık Dergi'de: Prof. Turgut Tarhanlı'yla Demokrasi ve Referandum Hakkında

-
Aa
+
a
a
a

Dün Taksim Dayanışması’nın temsil edilmediği 11 kişilik ekiple görüştükten sonra AKP hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik’in, Gezi Parkı ile ilgili olarak referandum seçeneğini dile getirdi.

Açık Dergi’de İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Turgut Tarhanlı ile referandum meselesini konuştuk: “Demokrasilerde asıl olan sonuç değil süreçtir. Katılımcı, şeffaf  bir sürecin sağlanmadığı bir projenin referanduma sunulması demokrasi demek değildir.”

İndirmek için: mp3, 6.9 Mb.

13 Haziran 2013 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.

Açık Dergi Söyleşileri’nin podcast servisine ulaşmak için tıklayın.

Gezi Parkı direnişi Açık Radyo'da nasıl yankılandı?  İlk gününden itibaren Gezi Parkı direnişine dair Açık Radyo'da yayınladığımız herşey burada: Dinleyin, okuyun, hatırlayın: Gezi Parkı Günlüğü

***

Programın olduğu gibi deşifresidir:

 

Ömer Madra: Bu plebisit ve referandum meselesinde Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve uluslar arası hukukçu Turgut Tarhanlı’nın söylediklerine kulak verelim.

 

Turgut Tarhanlı: Bence asıl tartışmayı üzerinde yoğunlaştırmamız gereken mesele şu, sonuç değil ama demokrasilerde asıl olması gereken süreç meselesi. Yani bu sonuca kışla yapılması sonucuna veya kışla yapılmaması, parkın korunması sonucuna biz nasıl bir süreçle varmalıyız meselesi. Asıl sorun bu. Zannediyorum konu biraz saptırılıyor yani bunu derken kötü niyetten söz etmiyorum ama ağırlık merkezi farklı bir yöne kayıyor ve farklı bir yöne kayınca biz aslında asıl olması gereken tartışmayı yapmıyoruz, paliatik bir tartışma gerçekleşiyor, yüzeysel bir tartışma yapıyoruz. Sonucu tartışmak değil mesele, süreci tartışmak. Buradaki sürece ilişkin temel sorun da bence şu, bir demokrasi aslında süreçlerle yani süreçlerin nasıl belirlendiğiyle, kim tarafından belirlendiğiyle anlam kazanan bir rejimin adıdır demokrasi. Burada biz nasıl olgunlaştığı, pişirildiğini bilemediğimiz ama sonuçla karşı karşıya kaldığımız Taksim’in yayalaştırılma projesi, buna ilişkin animasyonlar, tünel giriş dalış tünellerinin hemen kazılmaya girişilmesi, tretuvarların yapılıyor olması, binaların yıkılması, ağaçların kesilecek olması, vs. gibi bir sonuçla karşılaştık, yani bir proje sonucuyla karşılaştık. Dolayısıyla bu sonuca ilişkin halkın iradesinin alınması demokrasiye uygun bir yöntem değildir kanımca. Burada esas söz konusu olması gereken bu sonuca veya başka bir sonuca varmaya yönelik, o süreçte ne ölçüde halkın, bu beldede yaşayan insanları, bu beldede tarihini yaşamış, yaşantısı olan insanların ve buna ilişkin tabii mesleki anlamda, sivil toplum örgütlenmesi anlamında katkıda bulunabilecek yerel katkının, katılımın nasıl alınıp alınmadığıyla ilgili bir meseleyle karşı karşıyayız. Böyle bir şey yok ortada yani elbette yerel yönetimler, yani İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde alınmış bir karar var ama beni onu kastetmiyorum burada, yerel yönetim sadece bundan ibaret değildir, yani belediye meclisinde alınan karar değildir mesele; burada yaşayan insanların katılımıdır. Yani demokrasi bu anlamda bir katılımcı süreci ortaya koymayı gerektirir. Dolayısıyla esas itirazı zannediyorum tümüyle böyle bir görüşü, yani bir bilgi sahibi olduğumu söyleyemem ama itirazı, protestoyu gerçekleştiren baştaki grupların ve bunu dillendiren belli STK’ların, düşünce insanlarının, vs. ve gençlerin ortaya koyduğu asıl meseleyi böyle tanımlamak durumundayız. Dolayısıyla biz bugün referandumdu, plebisitti, belediye kanununun kamuoyu yoklamasıydı gibi bir tartışmayı yapsak bile bu sorunun ağırlık merkezi anlamına gelen bir tartışma değildir çünkü süreç tartışması değildir sonuç tartışmasıdır. Asıl mesele de bu, bu başka konularda da kendini gösteren bir mesele, mesela şu anda Beşiktaş’ta söylendiğine göre, yansıdığına göre medyaya da eski Barbaros Hayrettin iskelesinin hemen bitişiğinde yenilenmiş otele tahsis edilmesi meselesi. Bu konuda nasıl bir karar alındı, yani hangi süreçle, o beldede yaşayan insanların, o iskeleyi kullanmak isteyen insanların nasıl olur da iskele gibi bir kamusal mekanın ve bugüne kadar kamuya açık kullanılmış bir mekanın bir özel kişiye tahsisi söz konusu olabilir. Yani kamusal mekanların özel alana tahsisi meselesi. Burada da mesela aynı durumla karşı karşıyayız. Kısaca temel mesele bence budur, süreç meselesidir, bunu tartışamazsak sonuçlar üzerinden bir demokrasi inşası ve Türkiye demokrasisinin konsolide edilmesiyle ilgili bu bakanın bir test, bir sınav gücüne sahip olduğunun da ayırtına varamayız diye korkarım. Burada tabii bir başka mesele daha var, müsaade ederseniz onu da ekleyeyim. Niye süreci önemsiyoruz? Süreç niye önemli? Çünkü süreç katılımcı ve açık, geniş bir yelpazede, toplumun tüm sektörlerinde, ben kesinlikle toplumun şu ya da bu sektörünü ayırt etmiyorum burada, yani şu veya bu kesimin katılmasını kast etmiyorum ama o mekanı kullanmak isteyen İstanbul’da yaşayan veya yaşamayan çok insan olabilir. Bunun üzerine biz gelelim efendim Türkiye çapında bir referandum yapalım, ‘halk bunu istedi’ diyelim. Bu değil mesele, çünkü bütün bu tür yöntemler yani sonuç odaklı yöntemler, prosedürler aslında bize iki seçenek sunuyor: Kabul ediyor musunuz? Red mi ediyorsunuz? Yani ‘bu ak mıdır, kara mıdır?’ Mesele bu değil ki, çünkü demokrasi ak ve karanın iki renkliliğin rejimi değildir, demokrasi çok renkliliğin rejimidir ve hatta ara tonların ne ölçüde sesini duyurabildiğinin rejimidir. Onun için süreç sadece iki seçenekli bir sonuca odaklanacak bir süreç olmamak zorundadır. Yani bu renklerin tümünün katılabildiği, sizin Açık Radyo’yu da sunduğunuz gibi ‘dünyanın tüm renklerine ve seslerine açık’ olmak anlamında bir karaktere sahip olması gerekir ki bu demokrasinin bir başka vasfını, bir başka paradigmasını ortaya koyuyor: çoğulculuk. Dolayısıyla biz bu çoğulculuğun içinde yer aldığı ve kendini dolayısıyla ortaya koyabildiği bir süreç sonunda bir sonuca varıyoruz ve bunun meşru olduğunu iddia ediyoruz, dolayısıyla savunuyoruz. Ama şimdi bundan mahrum yani çoğulculuğun farklı seslerin o süreç, o karar alma sürecinde yansımadığı, bir kişinin veya bir ekibin almış olduğu bir karara bütün kamunun kendisine sunulması şeklinde, bütün halka sunulması halinde “buna ne diyorsunuz?” demek demokrasiye uygun, demokrasiyle yakışır bir yöntem hiç değildir, bunun altını çizmek lazım. Zaten tarih boyunca da plebisiter demokrasi denen veya bu referandum yöntemleri hep otoriter rejimlerin tercih etmiş olduğu yöntemler olmuştur, onun da altını çizmek lazım.

 

ÖM: Turgut Tarhanlı bu plebisit, referandum ya da yargı kararları üzerinde aslında tamamen konuşmaların abesle iştigal noktasına doğru ilerlemekte olduğunu açıkça söylüyor çünkü yani demokrasinin kavranışıyla ilgili çok ciddi bir problem olduğu apaçık ortada. Bugün Pınar Öğünç de Radikal gazetesinde yazmış, belki daha sonra ona da değiniriz: ‘Temel haklar için idrar tahlili’ başlıklı yazısında durumun absürditesini ortaya koyuyor. Belki bunları da tekrar konuşma fırsatı bulacağız.