AB'ye Hoş Geldin Türkiye

-
Aa
+
a
a
a

19 Kasım 2004Radikal Gazetesi / Le Monde diplomatique

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne müstakbel üyeliğine (2015 gibi gerçekleşmesi planlanıyor) dair tartışmaya karakterini veren şey, abartılı bir söylem ve incelikten yoksun bir tutum. 'Medeniyetler çatışması' kavramına sıkıştırılan bu tartışma, Batılı toplumların İslam karşısında yaşadığı kimlik krizinin göstergesi. Aynı zamanda, siyasi grupların neredeyse bütün kesimlerinde yayılan İslam karşıtı hissiyatın yansıması.

Bazıları Türkiye'nin katılımına karşı 'teknik' argümanlar öne sürüyor ve Avrupa'nın böylesine büyük nüfusa sahip, çoğunluğu Müslüman bir ülkeyi içgüdüsel olarak reddedeceğini savunuyor. Türkiye'nin coğrafi konumu nedeniyle üyeliğe uygun olmadığını, zira ülkenin büyük kısmının Küçük Asya'ya dahil olduğunu iddia ediyor. Bu çok saçma. Latin Amerika'daki Fransız Guyanası ve Hint Okyanusu'nun ortasındaki Reunion da Avrupa Birliği'nin birer parçası.

Türkiye'nin antik Truva'ya ev sahipliği yapmış Ege kıyılarının, Avrupa uygarlığının beşiği eski Yunanistan'ın doğu kanadı olduğunu unutmayalım. (Doğrusu Müslüman çoğunluğa sahip Bosna ve Arnavutluk'a karşı hangi 'teknik' argümanların öne sürüleceğini merak ediyoruz, zira bu iki ülkenin coğrafi konumunun Avrupa'ya dahil olduğu şüphe götürmez).

Boş iddialar

Bazıları da tarihe atıfta bulunuyor. Geçenlerde Avrupa Komisyonu üyesi Frits Bolkenstein, Türkiye'nin üyeliğe kabul edilmesi halinde 'Viyana'nın 1683'te Türklerin kuşatmasından kurtuluşunun heba olacağını' söyleyecek kadar ileri gitti (Kuşatma sırasında fırıncılıktaki maharetleriyle tanınan Viyanalılar, unu idareli kullanmak zorunda kalmışlardı; bu yüzden hilal şeklinde küçük ekmekler yaptılar, ki bu Osmanlı İmparatorluğu'nun simgesiydi. O hilal şeklindeki ekmekler birçok insana tanıdık gelir. Evet, Fransızlara has olduğu sanılan kruvasanlardır bunlar).

Osmanlı İmparatorluğu, Bizans'ın halefi olarak, Akdeniz ve Avrupa'yı egemenliği altına alma arzusundaydı; birçok kez başarısızlığa uğrayan (özellikle de 1521'deki Lepanto Savaşı'nda) bir projeydi bu. Fakat bu tür niyetler, Türkiye'nin doğası gereği Avrupalı olmadığı anlamına gelmez. Kıtaya hâkim olmayı deneyen başka ülkeler de oldu (sözgelimi İspanya, Fransa ve Almanya) ve kimse onların gerçekten Avrupalı olup olmadığını tartışmıyor.

Tarih sahnesinden silinmiş Avusturya-Macaristan ve Rus imparatorlukları, yanı sıra parçalanan sömürge imparatorlukları gibi Osmanlı İmparatorluğu da, 20. yüzyılın başındaki ağır askeri harekâtlar nedeniyle tükendi (zaten Osmanlılara 'Avrupa'nın hasta adamı' deniyordu). Balkanlar ve Arap dünyasındaki toprakların yitirilmesinin ardından, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan yeni Türkiye, önüne kesin bir Avrupalılaşma hedefi koydu.

Türkiye, başka hiçbir ülkenin yapamayacağı şeyi yaparak, Avrupalı kimliğine sahip olduğunu kanıtlamak için kültürünün birçok temel unsurunu feda etmeyi göze aldı. Modern Türkiye bu konuda epey ileri gitti: Eski Arap alfabesini terk edip Roma alfabesini benimsedi; Türkler geleneksel kıyafetlerini çıkarıp Batı kıyafetlerini giymekle yükümlü kılındı ve esin kaynağını 1905'te Fransa'da çıkarılan bir yasadan alan resmi bir laiklik tanımı getirilerek, İslamiyet devlet dini olmaktan çıkarıldı.

20. yüzyıl boyunca Türkiye, Avrupalı karakterini sürekli olarak pekiştirdi. 1950'lerin başında NATO'ya, ardından Avrupa Konseyi'ne üye oldu. 1963'e gelindiğinde general De Gaulle ve Almanya Başbakanı Adenauer, Türkiye'nin Avrupa'nın bir parçası olduğunu kabul etti. 1995'te

Gümrük Birliği anlaşması imzalandı. Avrupa Konseyi'nin Helsinki

(1999) ve Kopenhag (2002) zirvelerinde Türkiye'nin üyelik için başvurabileceği teyit edildikten sonra, Ankara gerekli kriterleri karşılamak için sessiz bir devrim başlattı.

Önemli reformlar

Türkiye demokratik reformları hayata geçirmek yönünde ileri adımlar attı. Devlet Güvenlik Mahkemeleri büyük oranda lağvedildi; idam cezası kaldırıldı. Kadınlara yönelik namus cinayetlerine artık yasal müsamaha gösterilmiyor; zinayı suç kılan yasa teklifi geri çekildi. Kürt bölgelerinde olağanüstü hal kaldırıldı; artık Kürtçe öğrenime izin veriliyor; televizyondan Kürtçe yayın yapılıyor ve siyasi faaliyetleri nedeniyle hapsedilen dört eski milletvekili serbest bırakıldı.

Sivil özgürlükler ve temel insan hakları konusunda hâlâ yapılacak çok şey var. Türkiye'nin 1915'teki Ermeni soykırımını da resmen tanıması lazım. Ve Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) eski savaşçıları için, örgüt lideri Abdullah Öcalan da dahil hapisteki 3 binden fazla eylemcinin serbest bırakılmasını öngören bir af çıkarılması gerek.

Fakat AB'ye üyelik umudu Türkiye'nin demokratikleşmesini, laikliğini ve insan haklarına saygısını teşvik etmiş durumda. Türkiye'nin üyeliği, Doğu Akdeniz bölgesinin diğer büyük ülkelerine de, umuda, barışa, refaha ve demokrasiye dair somut bir mesaj verecek.

 

(Ignacio Ramonet, Le Monde diplomatique, Başyazar, 19 Kasım 2004)