400.000 Yılın Kültürü Onlara Emanet

-
Aa
+
a
a
a

Kültür mirası değil de, “kültür emanetleri / varlıkları” demeyi tercih ediyorsunuz galiba? Aradaki farkı açıklar mısınız?

Oğuz Tanındı (solda): Evet, birkaç aydır bu kavramı yerleştirmeye çalışıyoruz. Nedeni şu: Miras kavramı, yasal olarak, bir kişinin/topluluğun/kurumun tasarrufunda olan bir varlığı anlatıyor –bunu hukukçu arkadaşlarımızla sürekli konuşuyoruz. Yani, birilerinden miras kalmış ise bunu hibe etme, yıkıp yeniden yapma, yok etme, satma vd. hakkı tümüyle size kalmış.

E zaten bizim iki yıldır arazide gördüğümüz de bu! Özel mülkiyet durumundaki arkeolojik yerleşmeler, sahipleri tarafından dönüştürülüyor, değiştiriliyor, yok ediliyor, kısaca tahrip ediliyor. “Varlık” kavramı ise zaten “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu”nda var...

Peki bu kavram değişikliği önerisi tahribatın önünü alabilir mi?

OT: Hayır! Tabii ki onu iddia etmiyoruz; en azından kavramsal olarak bunun miras olmadığını, gelecek kuşaklara kalması gereken bir emanet olduğunu anlatmaya ve yerleştirmeye çalışıyoruz, çalışacağız. Şöyle bir yaklaşımdan da yola çıktık diyebiliriz: “Bir dilden bir sözcük atılırsa, onu kavramsal olarak da dışlamış olursun”. Yoksa tahribatın önünü alabilmek için uzun erimli ve çok yönlü bir çalışma yapmak lazım. Bu da sadece TAY’ın değil, birçok yapının birlikte hareket etmesini gerekli kılıyor...

Türkiye’nin arkeolojik envanterini oluşturmak amacıyla yapılanan TAY Projesi’nde 9 yıllık emek sözkonusu. Yapılması gerekenin ne kadarını başardığınıza inanıyorsunuz?

OT:Şimdi biz 1993 yılında şöyle yola çıktık: Türkiye’de kronolojik olarak çok eskilere dayanan, kapsam olarak da çok geniş bir kültür silsilesi var. 400.000 yıldan başlıyor ve günümüze uzanıyor...

400.000 yıl mı?

OT: Evet 400.000 yıl, hem de yanıbaşımızda: İstanbul, Halkalı, Altınşehir’deki Yarımburgaz Mağarası. Türkiye sınırları içinde, şu ana kadar bilinen en eski yerleşim yeri. Homo erectus (yani bizim türümüz olan Homo sapiens sapiens ’in iki basamak öncüsü. 1988-90 yılları arasında Prof. Dr. Güven Arsebük’ün başkanlığında çalışmıştık mağarada. Mağara yıllardan beri “definecilik eğitim merkezi” gibi, ne arayan var ne soran, gelen giden kazıyor...

Neyse, yola çıkışımızdan söz ediyordum: Bu kadar eskiye dayanan ve yoğun bir arkeolojik bulgunun olduğu bir ülkenin envanteri, yani en basit anlamıyla neyin, nerede, ne biçimde, ne durumda olduğuna dair bir veri topluluğu yok! Bu olacak bir iş değil! Biz de “Neyin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bilebilmek için öncelikle neyin, ne düzeyde var olduğunu saptamak gerek” yaklaşımından yola çıkarak Türkiye arkeolojik yerleşmelerinin envanterini, eskiden yeniye doğru kronolojik bir sırayla oluşturmaya başladık.

Yani Paleolitik Çağ’dan (ilköğretimdeki adıyla Yontmataş Çağı, sözcük anlamıyla Eskitaş Çağı) başlayarak günümüze kadar gelebilme hedefiyle. Tümüyle bağımsız olarak çalışmayı da ilke edindik –çeşitli destekler alarak tabii. Önemli bir nokta, yürüttüğümüz çalışmaların sonuçlarını ulusal ve uluslararası platformlarda karşılıksız paylaşmayı projenin ana hedefi yaparak... Güncellenebilir bir formatta, “feuille volant” biçiminde, Paleolitik, Neolitik, Kalkolitik Çağ klasörlerini yayınladık –İlk Tunç Çağı klasörleri de 1-2 aya kadar çıkacak-; her çağ klasörünün yayınının ardından da internet üzerinde Türkçe ve İngilizce olarak bu veri grubunu, arama-sorgulama yapılabilir biçimde herkesin kullanımına açtık. Diğer çağlarla ilgili (Orta Tunç, Son Tunç, Demir Çağı, Klasik Dönemler, Bizans vd.) ekipler çalışmalarını sürdürüyor. Bittikçe hem basılı ortamda, hem de elektronik ortamda kullanıma açacağız. Bunun yanında 5 ayaklı projenin bir ayağı da arazi çalışmaları (TAYEx – TAY Expedition / TAY Keşif Gezisi). 2000 yılında Marmara ve Ege bölgelerinin taranmasıyla başlayan bu ayak, bu sene Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgeleriyle sürdü. Önümüzdeki yıl İç Anadolu Bölgesi’ni, TAYEx’in 4. ve son yılında da Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerini tarayıp arazi çalışmalarımızın 1. aşamasını bitireceğiz. Yani P aleolitik Çağ’dan İlk Tunç Çağı’nın sonuna kadarki dönemde, önceden yüzey araştırmaları ve kazılarla saptanmış yerleşmelerin doğrulanması (confirmation) aşamasını...

TAYEx’in 1. aşamasından sonra da Orta Tunç ve sonrasıyla ilgili uzman ekipler araziye çıkacak. Sorunuzu kaçırmadım: Bu, Anadolu ve Trakya arkeolojisinin 2. bine kadar uzanan kısmı, yani tarihöncesi dönemler. Bundan sonra, biraz önce saydığım, Osmanlı’ya kadar gelen dönemler var. Varın siz düşünün envanterin kaçta kaçının yapılabildiğini. Örneğin kapsamlı bir Demir Çağı, dev gibi bir Klasik Çağlar, yoğun bir Bizans var önümüzde. Yıl olarak artı eksi 11-12 yıl diye planlıyoruz. Bunların güncellemeleri hariç...

Şunu da eklemek istiyorum; tüm bunları ne kadar başardık bilemiyorum ama TAY’ı, ulusal bir veri grubundan yola çıkan uluslararası bir proje haline getirdik... Dünyada yapısı, envantere yaklaşımı ve çalışma biçimiyle şimdilik ilk ve tek örnek...

Son olarak tamamladığınız Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri tahribat raporu örneğin, gerçek tahribatın ne kadarını kapsıyordur?

OT: Biraz önce de söylediğim gibi İlk Tunç Çağı’nın sonuna kadarki dönem ile ilgili yerleşmeler var bu raporda. Ama şu da bilinmeli ki, bundan sonraki dönemlerde / bölgelerde tahribat en az bu çağlar kadar yoğun, görünür ve elle tutulur. Bir noktayı belirtmem gerek: “Gerçek tahribatın ne kadarını kapsıyor?” sorusunun yanıtı için biraz erken olduğunu düşünüyoruz. TAYEx’in birinci aşaması bittikten sonra, 2004 yılında yayınlayacağımız bilimsel bir yayında, bir yandan Türkiye arkeolojik yerleşmelerinin
yerleşme düzeni dağılımı konusunda görüşlerimizi belirtip diğer yandan da tahribatın fotoğrafını ulusal, uluslararası kamuoyu ve bilim dünyasına sunacağız.

Ayrıntılı bir yerleşme ve kültür envanteri olmadığına göre, sanırım bugüne dek gerek resmi gerek sivil düzeyde koruma konusundaki sorumluluğumuzu yerine getirmemişiz, getirmiyoruz...

OT: Tümüyle evet! Ne devlet, ne akademik dünya, ne sivil inisiyatifler, ne de yerel insanlar kültür varlıklarının korunması konusunda üzerine düşeni –zaten üzerimize düşenin ne olduğu konusunda da yoğun bir belirsizlik hakim- yapmadılar/yapamadılar/yapamadık. Ayrıca korumadan önce bu varlıkları belgeleme konusunda da –bazı iyiniyetli ancak sonuçsuz kalmış çalışmaları dışında tutmak istiyorum- neredeyse hiçbir şey yapılmamış.

Kamuoyu / medyanın arkeolojiye yaklaşımında bir tür “dönem ayrımcılığı” mı var? Örneğin Neolitik Çağa ait kültürel varlıklar, Bizans ya da Hellenistik döneme göre sıradan insana “daha gösterişsiz” göründüğünden, sanırım daha az koruma ve ilgi görüyor...

OT: Tümüyle katılıyorum. Hiçbir dönemi öne çıkarmak için değil ama 6000 yıldan beri 5-6 farklı kültürü bağrında saklamış ve şu an baraj gölü altındaki Samsat höyüğü ya da bilim dünyası için önemli bir referans kaynağı olan Beycesultan höyüğü, görselliği tartışılmaz bir Roma kenti ya da Bizans kalıntısı ya da Selçuklu kervansarayından kültür tarihi açısından daha az önemli değildir. Bizce buradaki sorun şu: Korumacılık anlayışı bazı çevrelerce, bilinen birkaç anıt ve ören yerinin kurtarılması olarak yansıtılıyor ve ne yazık ki kamuoyunda da böyle
kabul görüyor. Oysa höyük, mağara gibi tarihöncesi çağlara ait, görselliği fazla olmayan değerler, en az toprak üstü ve daha geç dönem kalıntıları kadar kültürel öneme sahiptir. Tabii burada, arkeolojiyi, tekil (unique) eser, anıtsal mimari, kabul görmüş “estetik değerleri” olan buluntu grubu vd. olarak algılayan çoook eskilerde kalmış bir arkeolojik anlayışın da etkileri görülmüyor değil. Ha bir de şunu unutmamak gerek: Resmi ideolojiye göre, Anadolu’nun tarihi neredeyse hala 1700’lerde başlıyor! Tamam, ders kitaplarında Çatalhöyük bizim öğrencilik zamanımızda da vardı, yenilenmiş/güncellenmiş kitaplarda artık Çayönü de var. Ama bunların ne demek olduğu, niçin önemli olduklarının anlatılması, anlaşılması konularında sorunlar var: Türkiye’de bugünkü kültürü oluşturanın, Selçuklu ya da Osmanlı kadar, Karain Mağarası ya da Kuruçay gibi örneklerle temsil edilen çok eski dönemlere uzanan bir geçmişin birikimi olduğu konusu ne yazık ki hala elle tutulur adımlar yok. Şunu da unutmamak gerekir diye düşünüyorum: “Ne kadar geriye bakarsanız, ileriyi o kadar iyi görürsünüz”...

Peki ne yapmalı?

OT: Diğer önerilerimizden ayırırsak, kısaca: Höyük, mağara, buluntu alanları gibi arkeolojik yerleşimlerin nasıl oluştukları konusunda kamuoyu ve konuyla doğrudan ilgisi bulunmayan, ancak tahribata neden olan resmi kuruluşlar bilgilendirilmeli. Artık Türkiye topraklarında yaşayan herkes höyük denen kütlenin bir yığma tepe, toprak yığını ya da mezarlık yapısı değil, çeşitli nedenlerden dolayı

yıkılmış –ya da üst üste yerleşmelere sahne olmuş- bir köy ya da kent olduğunu anlamalı! Bu konuda medyada, yöre halkını da içine alacak biçimde açılacak kampanyalar, bilgi paylaşımı esası korunarak, ve böylelikle geniş kitlelere ulaşılarak, köylerde, kasabalarda yaşayan insanların bilinçli davranmasına yol açacaktır.

Çalışmalarınıza olan resmi ve sivil, yurtiçinden / yurtdışından ilgi hangi düzeyde?

OT: Sorunuzu yanıtlamadan önce küçük bir noktayı aydınlığa kavuşturmak istiyorum: Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri – TAY Projesi bir sivil toplum kuruluşu/örgütü değil, daha doğrusu bir kuruluş/örgüt değil. TAY, “kültürel varlıklar alanında iş yapmaya çalışan bir gönüllü çalışma grupları bütünü. Yani TAY’ın bir yapı şeması yok, olmayacak da. Proje içerisinde iş yapan arkadaşların/grupların kendi iş programları var, hepsi bu.

Şimdi tabii bu, devlet kademelerinde, üniversite camiası içinde çok anlaşılır bir şey değil. Bu yüzden resmi çevrelerle aramızda oldukça mesafeli “ilgi alış-verişi” var. Bu başından beri bizim de yeğlediğimiz bir şey zaten. Ama şöyle bir örneği de vermeden geçemeyeceğim: Geçen sene, ilk tahribat raporunu (Marmara ve Ege bölgeleri) yayınladıktan so nra, esas duyarlı olması gereken resmi kuruluşlardan hiç ses seda çıkmazken, o dönemin İçişleri Bakanı Sayın Saadettin Tantan bizden 80 kopya rapor istedi ve kendi üst yazısıyla tüm valilere gönderdi.

Bu bizim çalışmalarımız açısından çok önemli. Türkiye’deki “sivil” toplum kuruluşlarıyla ise açıkçası belirli toplantılarda dert paylaşmak dışında çok bir ilişkimiz ne yazık ki olamıyor. Ama ulusal kamuoyundan gittikçe yoğunlaşan tepkiler alıyoruz. Bunlar çoğu zaman, yaptığımız işi bile denetler konumda karşımıza çıkıyor:

Bizi daha tempolu çalışmamız gerektiği konusunda eleştirenlerden, projeyi iyi duyuramayışımız konusunda sitem edenlerden tutun da, ben neresinden tutabilirim, nasıl yardım edebilirim gibi… Yurtdışına gelince, gerek akademik çevrelerden gerekse kültürel varlıklarla ilgili çevrelerden (UNESCO, Avrupa Komisyonu vd.) çok ama çok olumlu tepkiler var. Bu çevrelerce, yaptığımız işler sürekli izleniyor ve bize yoğun geribildirimler (feedback) geliyor. Dünyanın her tarafından. National Geographic Society’nin iki yıldır projemizi desteklemesi de bunun göstergelerinden yalnızca biri..

tayproject.org sitesinde bir de ihbar hattınız var, arkeolojik tahribat için. Gelen ihbarlar nasıl değerlendiriliyor? İhbarı duyurmak, belgelemekle mi yetiniyorsunuz?

OT:Evet, geçen sene arazi çalışmalarımızın ilk etabının (Marmara Bölgesi) ardından, daha ilk yılda arazide gördüğümüz korkunç yıkımdan sonra, sitede böyle bir hat açmayı düşündük ve başlattık. Şimdi bu hattın amacı, TAY Projesi’nin başlangıcında ortaya attığı ve bugüne dek uyguladığı “yaygın/dağıtık ağ içerisinde paylaşılabilen, kolay ulaşılabilir ve müdahele edilebilen bilgi ” yaklaşımının bir yansımasıdır. Burada, yaşadığı yerdeki arkeolojik kalıntılara sahip çıkan insanlara bir duyuru/paylaşma/şikayet penceresi açtık. Aynı zamanda yetkilileri uyarmak için de bir belge topluluğu olacağını umuyoruz. 2002 içerisinde yapacağımız şey şu: Tüm bu ihbarları derleyerek bu ihbarlarla birlikte, o bölgeye ait, envanterimizde yer alan yerleşmeleri, öncelikle bölge müzelerine göndermek olacak. Bunun çalışmalarını başlattık.

Kültürel varlıklarda tahribatın ana sorumlusu “şudur” denilebilir mi? Örneğin ekonomik kaygılarla tarlasındaki “tepeyi düz eden” çiftçi midir çoğu kez sorumlusu? Belediyeler mi? Resmi kurumlar arasındaki iletişimsizlik mi? Bilinçli mi gerçekleşiyor bu tahribat? Kısmen de olsa yasal mıdır?

OT:"Şudur” denilemez, “şunlardır” denilebilir. Bu nedenler arasında, hiçbir önem sırası gözetmeden şunları sayabilirim:

Evet, tarlasından daha fazla ürün alabilmek, toprağını zenginleştirebilmek için 7000 yıllık bir höyüğü traşlayan / yok eden çiftçi; Bugüne kadar, hatta bugün de, kamuoyuna, yerel halka kültür varlıklarının önemini anlatmayı temel görevleri arasında saymayı unutan eğitim dünyası, akademik çevreler; Kerpiç evinin sıvasını yapmak, damını örmek ya da kerpiç evinin tümünü inşa etmek için bir höyüğün toprağını çeken köylü; ’80’ler sonrasında gittikçe büyüyen –bir altın taç ya da yedi kulplu altın kazanı bulup satarak- kısa yoldan köşeyi dönme anlayışı; Bir yerleşmeyi, bir tarihi yapıyı tescil etmekle her işin bittiğini, birkaç eserin yurtdışından getirilmesinin kültürel varlıkların korunması zanneden kültür bürokratları; Oy uğruna çevresindeki tarihi eserleri / alanları sağa sola peşkeş çeken yerel yönetimler; Kaçak eser alarak bu konudaki pazarı besleyen, talebi artıran kesimler; Yol, baraj, inşaat yapmadan önce, buralarda, öncelikle bir arkeolojik kalıntının / korunması gereken doğal varlıkların var olup olmadığını soruşturmayan, iletişimsizlik nedeniyle farkında olmayan ya da farkında olup da görmemezlikten gelen resmi kurumlar; Kültür, kültürel / doğal varlıklar denince izleme oranları çemberine takılıp kalan bazı medya kuruluşları; Türkiye’de kültüre, kültürel varlıkların araştırılmasını, korunmasına minimal bütçeler ayırılmasına oy veren siyasiler; Türkiye’deki kültür varlıklarının, dünya kültür varlıklarının önemli ve bir daha ele geçmeyecek parçalarından biri olduğunu anlamamakta direnen tüm kesimler...

Bu liste daha çok daha fazla uzayabilir ama şunu da eklemek istiyorum: Gelecek kuşaklara kalması gereken, zorunlu olan bu emanetlere yönelik tüm bu ve diğer tahribat nedenlerinin hiçbir yasallığı olamaz, ancak yasal kılıfları olabilir.

Bunların korunması için alınması gereken somut öncelikli önlemler nelerdir?

OT: Önlemleri, iki senedir yayınladığımız tahribat raporlarında, somut tespitlerimizle birlikte, hem basılı olarak hem de internet sitemizde (http://tayproject.org/rapor.html ) sıralıyoruz; ama bunun yanında, bir noktayı özellike çok önemli görüyoruz: Kültür emanetlerinin korunması, büyük ölçüde, o bölgelerde yaşamını sürdüren yerel halkın sahiplenmesiyle olacaktır. Bunun örneklerini, az da olsa biliyoruz. Bunun dışında biz, TAY Projesi olarak bu varlıkların bilgisini “elektronik olarak korumaya alma, paylaşma” görevini yürütmeye çalışıyoruz.

Sitenizde TAYEx güzergahına ve fotoğraflarınıza bakınca insanda size katılma arzusu uyanıyor. Keşif gezilerinde gün nasıl geçiyor?

OT: Doğrusu o fotoğraflar, yaptığımız işle, arazi çalışmalarımızla ilgili biraz (ya da bolca) ilüzyon içeriyor. Anlatayım; aslında çok tempolu bir çalışma: 06:00’da kalkış (görsel belgelememizde gün ışığından en uzun sürede yararlanmak için), adına “kahvaltı” denemeyecek bir gıda etkinliği, 06:30’dan güneş batana kadar köy köy,

yerleşme yerleşme tarama. Öğlen –bizim öğlenimiz 16:00-17:00 sularında olur!- krem peynir, domates, salatalık, ekmek ve Tang gibi kumanyalarla “kuşluk”... (Unutmadan, gün boyunca minibüste ara sıra çizi ve çubuk kraker ikramları). Gece 21:00-22:00 civarları kampa dönüş, karavanda yemek yapma, tuvalet, banyo sıraları ve ardından ertesi günün programı için harita / fiş çalışması ve ranzalara çekiliş... Haftada bir gün tatil, bazen de iki haftada bir; O gün de zaten çamaşır, kumanya alış-verişi, karavan / minibüs temizliği, veri girişi, ertesi günlerin programları, harita çalışmaları ya da araçlardan birinin tamiri için sanayilerde bolca çay... Böyle bir 4 ay...Bilmem fotoğraflardaki ilüzyonu anlatabildim mi?

Keyifli yanı ise tüm Türkiye’yi dolaşmak. Bazılarımız için yalnızca yayınlardan tanıdığımız arkeolojik yerleşmelerin kendilerini görmek; bazılarımız için ise, Ankara’dan daha doğuya geçme fırsatı yakalayamamış olanların tüm doğuyu tanıma ya da Akdeniz’i yalnızca Antalya ile bilenlerin Göller Bölgesi’nden Antakya’ya kadar her yeri, her köşeyi görme olanağı. Tüm ekip için müthiş bir deneyim.

Yerel halk amaçlarınızı nasıl karşılıyor?

OT: Bu nokta çok önemli. Olağanüstü bir ilgi ve sevgiyle karşılaşıyoruz –tabii definecilikte uzmanlaşmış bazı köylerde, bizi rakipmiş gibi gören zevatın dışında. Çivril’deki öğretmenlerden Güllüce Köyü’ndeki muhtara, Kavaklı Köyü imamından Balıkesir Müzesi müdiresine kadar herkesten çok yardım ve destek görüyoruz. Gün içerisinde, soluklanmak için, davet üzerine 15-20 dk. oturduğumuz köy kahvelerinde, bir höyüğün yığma tepe olmadığını, bu varlıkların çocuklara, torunlara kalmasının gerekliliklerini anlatmaya çalışıyor ve arazide dağıtılmak üzere hazırladığımız gazeteyi ilkokullara, kahvelere, camilere asmaları için
dağıtıyoruz. Önceden de belirttiğim gibi bizim esas işimiz, araziden veriyi hızlı, tam ve dikkatli biçimde toplayıp, biriktirip, derleyerek bunları yayınlamak. Bölge insanlarına amaçlarımızı daha açık anlatabilmek için ise, projenin 2-3 yıl sürecek bir başka ayağını devreye sokmayı düşlüyoruz.

Arazi çalışmalarının özel zorlukları var mı, neler?

OT:En zorlayan, önce de söylediğim gibi tempo. Oldukça katı bir program uyguluyoruz. Fiziksel güç, uykusuzluğa, arazide çalışmanın zorluklarına dayanıklılık şart. Yapılan iş büyük ölçüde teknik bir iş, ama sonsuz bir dikkat ve titizlik istiyor. Araziden topladığımız tüm veri girişlerinin, daha doğrusu bilgiişlem ve görsel malzeme sınıflandırması ile ilgili tüm işlerin İstanbul’a dönmeden bitirilmesi bizde temel kurallardan biri. Bunların dışında doğadaki engeller de bazen bizi zorluyor: 200-300 m yükseklikte, sarp bir kayalıktaki Paleolitik bir mağaraya tırmanma, köyün yakınındaki tarlanın ortasındaki höyüğün üzerindeyken köpeklerin saldırısı (frekans yayan köpek kaçırıcımız var) ya da TAYvan’ın (bizim minibüs) çamura saplanmasından sonra lastik besleme, olmazsa köyden traktör çağırma... Doğrusunu isterseniz, bütün bunların üstesinden geliyoruz. Zorluklar arazide değil başka yerlerde..

(Keşif gezilerini ve tahribatı belgeleyen metindeki fotoğraflar TAY Projesi sitesinden alınmıştır.)

Ülkemiz arkeolojik tahribat bulgularına ve daha birçok bilgiye, -Türkce ve İngilizce olarak- TAY Projesi'nin -ödüllü- web sitesinden ulaşabilirsiniz: http://www.tayproject.org

TAY Projesi nedir? (Word dokümanı)