31 Aralık 2001 - 365 Kısım Tekmili Birden

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!

2001 yılına girerken, yeni yıl kutlamaları sırasında dünyanın çeşitli yerlerinden yaralanma, sakatlanma ve maalesef şiddet haberleri geliyordu. Mesela, İstanbul Taksim’deki The Marmara oteline yılbaşı eğlenceleri sırasında saldırıda bulunulduğunu öğreniyordu, mahmur gözlerimizi 1 Ocak gününe açarken. Olumlu ve yapıcı mesajlar da eksik değildi elbette. Başbakan Bülent Ecevit, yeni yılda ekonominin güçleneceğini, hakça bir düzen yolunda etkin adımlar atılmaya başlanacağını, Avrupa Birliği ile ilişkilerin gelişeceğini, demokrasi ve insan hakları bakımından eksiklikleri giderme yolunun açılacağını söylüyordu. Bir diğer iyi haber de Adalet Bakanlığı’ndan geldi: Cezaevleri operasyonu sonucu, hiçbir tutuklu ve hükümlüye, işkence ve kötü muamelede bulunulmamıştı, hatta kayıp bile yoktu. Kayıp haberleri Antalya’dan geldi. Gene yılbaşı kutlamaları sırasında Antalya Kemer açıklarında batan bir yük gemisindeki 80’e yakın mülteciden 50’si kayıptı.

Ocak ayıyla beraber Türkiye’ye bir anlamda dev bir ameliyathane görüntüsünü verecek operasyonlar da başladı. Kilis’te Paraşüt operasyonu, Ankara’da Beyaz Enerji operasyonu, Bursa’da 1. Perde operasyonu, İstanbul’da Buffalo ve Şanlıurfa’da Şimşek-1 operasyonları...,

Ortadoğu’da şiddet ara vermeksizin devam ediyor, Çek Cumhuriyeti’nde, devlet televizyonunun başına getirilen Jiri (Yeji) Hodac’ı protesto etmek üzere 10 binlerce kişi başkent Prag’da protesto gösterisi yapıyor ve sonunda Hodac istifa ediyor, Avusturalyalı ötanazi taraftarı doktor Philip Nitschke, sağlıklı yaşlı insanlara, kendi yaşamlarına nasıl son verebileceklerini öğreteceğini açıklıyordu.

Ocak’ta ayrıca tam ay tutulması gerçekleşti, enflasyon son 14 ayın en düşük seviyesine ulaştı ve Fransa meclisi Ermeni soykırımı tasarısını kabul etti. İngiltere’de, Kraliyet Kuşları Koruma Cemiyeti’nin araştırması, Avrupa’nın 1970’ten itibaren uyguladığı ortak tarım politikasının, pek çok kuş türünü yok ettiğini aktarıyor ve bunun, yeryüzü tarihinde benzeri olmayan bir olay olduğu belirtiliyordu. Dünya Sağlık Örgütü ise aklî ve nörolojik bozuklukların tüm dünyada 400 milyon kişide görüldüğünü, gelecek 20 yılda bu rakamın önemli bir artış göstereceğini bildiriyordu. Aynı günlerde, Avrupa Birliği ve NATO, Kosova’daki ölümlerin, NATO’nun bölgeye müdahalesi sırasında kullanmış olduğu, zayıflatılmış uranyum yüzünden meydana geldiği iddialarını, gündemine aldı.

Yeni yılla beraber insanın gen haritası açıklanıyordu. Bilim insanları, insanın DNA’sının içinde birçok bakteri DNA’sı bulunduğunu ve bunların insanı birçok hastalığa karşı koruduğunu ve bir de kadının evrimini tamamladığını, erkeklik kromozomunun ise az gelişmiş olduğunu.

Haritanın çizilmesiyle beraber vücudumuzda sorun yaratan genler bulunuyor ve bir bir teşhir ediliyordu. Şeker hastalığına neden olandan uyku düzenimizi belirleyen gene kadar, hücre hücre çözülüyorduk. İnsan embriyosunun klonlanmasıyla ilgili tartışmalar da yavaş yavaş duyulmaya başlıyordu. Uluslararası bir grup üreme uzmanı, kısır çiftleri çocuk sahibi yapabilmek için insan klonlama çalışmalarını başlatacaklarını açıkladı. Bilim insanları, uzun süredir, dini ve siyasi çevrelerin yoğun eleştirilerine maruz kalan insan klonlanmasının, bir devrim olacağını, buna karşı çıkmanın yararsız olduğunu ve herşeyin kontrol altında olacağını belirttiler.

Dünya ölçeğinde bakıldığında Türkiye’nin “su fakiri” bir ülke olduğu açıklamasını BM Çevre Programı’nın açıklaması izledi: Atmosfer, beklenenden daha hızlı ısınıyordu ve bunun sorumlusunun insan faaliyeti olduğuna dair kanıtlar artıyordu. Galapagos Adaları’nda karaya oturan tankerden Büyük Okyanus’a akaryakıt karışıyor, dev kaplumbağalar kaçacak yer bulamıyor, Ekvador Çevre Bakanlığı uluslararası yardım çağrısında bulunuyordu. BM Gıda ve Tarım Örgütü de dünya genelinde her yıl 9 milyon hektar ormanın yok olduğunu açıklamıştı.

Dünya Ekonomik Forumu’nun toplantısı, İsviçre’nin Davos kasabasında başlarken Davos Karşıtı Dünya Sosyal Forumu, Brezilya’nın Rio De Janeiro şehrinde toplanıyordu. Foruma, 120 ülke ve bin örgütten, yaklaşık 10 bin eylemci katılıyordu. Küreselleşme karşıtı protestolar diğer kentlere de yayılıyor; araçlar ateşe verilirken, polis de göz yaşartıcı bomba ve plastik mermi kullanıyordu. O günlerde, İngiltere’nin Liverpool şehrindeki Alder Hey Hastanesi yetkilileri, 1991 - 93 yılları arasında kalp ameliyatına giren çocuklardan timus bezlerinin çalındığını ve tıbbî araştırmalar yapan Aventis Pasteur şirketine, bağış karşılığı verildiğini ilk kez kabul ettiler.

Ocak ayı biterken Diyarbakır’ın sevilen ve çok benimsenen Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın, şoförü ve 4 korumasıyla beraber öldürülmesi ciddi bir sarsıntı oldu Türkiye için. Ama dünya için büyük sarsıntının merkezi Hindistan’dı. Gucarat eyaletindeki 7.9 büyüklüğündeki deprem, son elli yılın en büyük sarsıntısı olarak yaklaşık 20 bin kişinin ölümüne neden oldu.

Şubat ayına moralle girdik. Galatasaray, ‘dünyanın en iyi takımları’ sıralamasında Real Madrid’in 10.5 puan üstüne çıkarak birinciliğe yerleşmişti. Öte yandan, RTÜK Başkanı Nuri Kayış da ulusal televizyonların frekans ihalesinin Nisan’da gerçekleştirileceğini söylemişti. Nakşi tarikatının liderlerinden Esad Coşan ile damadının Süleymaniye Camii bahçesine gömülüp gömülemeyeceği sorunu Başbakanlık ile Cumhurbaşkanlığı arasında küçük bir gerilime neden olmuştu, ama bunu çok önemsemiyorduk. Bakanlar kurulu olur diyor, Cumhurbaşkanı Sezer, anayasanın eşitlik ilkesine aykırı buluyordu öneriyi. Sonunda Eyüp Sultan Mezarlığı’nda karar kılındı. Bu esnada, Dışişleri Bakanlığı, AİHM’ne tazminat ödemenin külfetinden yorulmuş bir halde, düşünce suçlarıyla ilgili cezalarda uluslar arası hukuk normlarının iç hukukta da benimsenmesini istedi.

Bu esnada, Şırnak’ın Silopi İlçesi’nde HADEP İlçe başkanı Sedat Tanış ile İlçe Sekreteri Ebubekir Deniz’in kaybolma olayıyla ilgili olarak avukatları, AİHM’ye başvurdu. Yıl sonuna kadar bir daha haber çıkmayacaktı, Tanış ile Deniz’den.

O günlerde, İsrail yeni başbakanına kavuştu. Tanınmış şahinlerden Ariel Şaron, ilk konuşmasında, Kudüs’ten vazgeçmeyeceğini açıklıyordu. Aynı günlerde, ABD Başkanı George W. Bush, ülkesinin BM tarafından başlatılacak yeni uluslararası barış gücü operasyonlarında artık zorunlu kalmadıkça yer almak istemediğini bildirdi.

Evrenin yaşının 12 buçuk milyar yıl olarak tahmin edildiği günlerde küreselleşme yüzünden dünya üzerindeki 234 dilin çoktan unutulduğu da anlaşıldı. Onca dilin yanında bir de bir internet sitesi yaşam mücadelesi veriyordu. Telif haklarını çiğnediğine karar verilen ünlü Napster müzik sitesi kapanmanın eşiğine gelmişti. Internet üzerinden müzik paylaşımı sağlayan Napster şirketi, daha sonra müzik şirketleriyle anlaşmak için 5 büyük plak şirketine 5 yıl boyunca, yılda 150 milyon dolar ödemeyi teklif etti.

Şubat’ın ilk yarısını atlatmıştık ki Türkiye’de işler tersine döndü. 19 Şubat sabahı, olağan MGK toplantısı, Başbakan Ecevit’in toplantıyı 15 dakika sonra terk etmesi üzerine yapılamadı. Ecevit, toplantıyı Sezer’in sözleri üzerine terkettiğini ve bunun ciddi bir kriz olduğunu söyledi. Ecevit, Sezer’in kendisine hangi konularda eleştirilerde bulunduğu belirtmemiş, ancak olayı ‘eşi görülmemiş’ ve ‘Devlet geleneklerine aykırı bir üslupla Başbakan’a hitap’ olarak nitelendirmişti. Kapalı kapılar ardında anayasa kitapçığını kimin, kimin kafasına fırlattığı ya da fırlatıp fırlatmadığı tartışmaları kulisleri günlerce meşgul etti, ama Başbakanın da ifadesiyle ‘kriz’ gerçek anlamda bir ekonomik krize dönüştü.

Dolar fırladı, borsa inişe geçti. Lira’nın döviz karşısındaki değer kaybının yüzde otuzu bulabileceği tahmin ediliyordu. Hükumette revizyon talepleri bir defa daha gündeme geldi. Ecevit ise “Şimdi Başbakanlıktan ayrılır da, içinde bulunduğumuz koşullarda, bir hükûmet bunalımına neden olursam, bunun hesabını, ulusa ve tarihe veremem” diyordu. Nitekim ayrılmadı ve en sonunda Dünya Bankası’nda görevli Kemal Derviş’i Türkiye’ye davet ettiklerini açıkladı.

BM, Afganistan’daki kuraklıklarla mücadele eden ve çatışmalar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan en az 1 milyon insanın açlık tehlikesi içinde olduğunu bildirirken Çin’de yapılan son arkeolojik araştırmalarda, Çin Seddi’nin 500 kilometre daha uzun olduğu ortaya çıktı. Şubat biterken Meksika’nın Chiapas eyaletindeki Zapatista gerillalarının lideri Marcos, yerli halka göreli özerklik verilmesi için, başkente yürüyordu.Mart ayına girilirken ekonomik kriz yüzünden sadece basın sektöründe işlerini kaybedenlerin sayısı 3 bini aşmış, Amerikan Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan, “yıllık uyuşturucu kaçakçılığıyla uluslararası mücadele” raporunda, Türkiye’nin halen Ortadoğu ile Batı Avrupa arasında, özellikle eroin trafiğinde geçiş ülkesi konumunu sürdürdüğü belirtilmişti. Kurban Bayramı öncesinde, Taliban rejimi, dünyanın en büyük Buda heykelinin de aralarında bulunduğu heykellerin yıkımlarını bayram nedeniyle erteledi. O günlerde, İtalyan doğum uzmanı Dr. Severino Antinori, 62 yaşında bir kadının doğum yapmasını sağladıktan sonra kısır çiftler için klonlama yöntemini kullanmaya hazır olduğunu söyledi. İşin etik ve tıbbi boyutları konuşulurken Zapatistalar, başkent Mexico City’nin ana meydanı Zocalo’ya girmişlerdi. Zapatista lideri Marcos ve 23 silah arkadaşının başlattığı ‘Zapatur 2001’’ adlı uzun yürüyüş, hükumet ile gerillalar arasında, 7 yıllık Zapatista isyanını sona erdirmeye yönelik bir barış anlaşması beklentisiyle başlamıştı.

Ay ortalarında, Amerika’nın küresel tüm girişimlerden çekilmesinin bir işareti olarak Başkan Bush’un kararı geldi: Bush, elektrik santrallerinde karbondioksit emisyonlarının düşürülmesine ilişkin yasal önlem arayışına girmenin, ülkenin özellikle California’yı da içine alan batı kesimindeki enerji sıkıntısı gerçeğiyle bağdaşmayacağını belirtiyordu.

Türkiye’deyse ekonomik kriz, ‘buhran’ kelimesinin telaffuzunu haklı çıkaracak bir noktaya henüz gelmemişti, ama üst üste gelen zamlar, doların önlenemeyen tırmanışı ve piyasalardaki genel hava ürkütücüydü. O günlerde Devlet Bakanı Kemal Derviş, ekonomik programın genel stratejisini açıkladı. Önce bunalımın üstesinden gelinip güven tesis edilecek, sonra faiz ve döviz kuruna istikrar getirilecek ve nihayet makro ekonomik dengeler tesis edilerek büyüme sağlanacaktı.

Bir taraftan da Avrupa Birliği’ne uyum göstermeye çalışıyorduk. Bakanlar Kurulu’nca onaylanan Uyum Programı’nda, anadilden idam cezasına kadar bir dizi değişiklik yer alıyor, ama bir süredir tartışılan ‘Kürtçe eğitim ve yayın’ ifadelerine hiç yer verilmezken, sadece resmi dilin Türkçe olduğu vurgulanıyordu.

Türkiye’nin dışına baktığımızda, Hindistan’da hükumet yetkililerinin silah tüccarı gibi davranan gazetecilerden para alırken görüntülenmesinin ardından yaşanan skandal, giderek bir hükümet krizine dönüşüyor. Brezilya’da, şiddetli patlamalara sahne olan, dünyanın denizdeki en büyük petrol platformu, 1.5 milyon litre petrolle beraber birkaç dakika içinde batıyor ve Makedonya yönetimi, Kalkandelen kasabasında eylemlerini sürdüren Arnavut militanlara ültimatom vererek 24 saat içinde silah bırakmalarını ve ülkeyi terk etmelerini istiyordu. Ordu birlikleri, Arnavut militanlara karşı geniş çaplı bir operasyona girişecek ve iki gün içinde de ‘hedeflerine ulaştıklarını’ duyuracaklardı.

Mart biterken Antarktika kıtasının yakınındaki Pine adasından büyük bir buzulun kopması bekleniyor, 15 yaşındaki Rus uzay istasyonu Mir’in yolculuğu sona eriyor, Britanya’da şap vak’aları yüzünden seçimlerin ertelenmesi İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk defa gündeme geliyor, Kenya’da bir ortaokulun yatakhanesinde çıkan yangında 58 öğrenci yaşamını yitiriyor ve Japonya’da İkinci Dünya Savaşı sırasında seks kölesi olarak kullanılan kadınlara tazminat ödenmesi yönünde karar veren tek mahkemenin kararı da yüksek mahkemeden dönüyordu.

Nisan’a girilirken Sırbistan şahini Miloşeviç, Belgrad Merkez Cezaevi’ni gördü. Miloşeviç, oradan Uluslar arası Savaş Suçları Mahkemesi’ne teslim edilecek ve senenin sonuna kadar uzayan sancılı bir yargılama süreci başlayacaktı. Bu arada, Çin ile ABD arasında patlak veren casus uçak krizi 11 gün içinde tatlıya bağlandı. Çin, kendisine ait bir uçağa çarparak zorunlu iniş yapan Amerikan keşif uçağının casusluk gibi bir amacı olmadığına ikna oldu.

Amerika’nın dünyadaki hayırlı işlerden elini eteğini çekmesine tepkiler de sürüyordu. Dağılan Sovyetler Birliği’nin eski lideri Mihail Gorbaçov’dan, aktör Harrison Ford’a kadar 10 tanınmış isim, ABD Başkanı George Bush’a açık bir mektup yazarak sera etkisi yaratan gazların azaltılmasına yönelik planın geliştirilmesini istediler. Keza, Japonya’da iktidar ve muhalefet partilerinden bir grup milletvekili, küresel ısınmaya karşı Kyoto Anlaşması’nı reddeden Amerikan Devlet Başkanı George Bush’a, protesto amacıyla ortak bir elektronik posta yolladı. Elektronik postada, “Kararınızın etkileri çocuklarımıza, dünyadaki yoksullara ve azgelişmiş ülkelere yüklenecektir” deniyordu.

Ekonomik kriz nedeniyle eylemler artıyordu. Şeker Kanunu Tasarısı’nın, Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildiği günlerde, esnafın hükümeti protesto eylemleri başta Ankara ve İzmir olmak üzere sürüyor, çıkan çatışmalarda 100’den fazla kişi yaralanıyor ve Ankara Valiliği, Başkentte gösteri ve yürüyüşleri bir ay süreyle yasaklıyordu. O günlerde, AİHM, Mahmut Tanlı isimli bir vatandaşın Doğu Beyazıt’ta güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybetmesi konusunda açılan davada Türkiye’yi suçlu buldu ve 78 bin sterlin tazminat ödemeye mahkum etti. Ölüm orucunda ölenlerin sayısı 20’ye yükselmişti. Aynı günlerde, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, ölüm oruçları konusunda kimseyle pazarlık etmeyeceklerini söyledi.

Hakkında, Türkiye’de tutuklama emri çıkarılan işadamı Cavit Çağlar, New York’ta tutuklanmış ve Türkiye’ye getirilip Kartal Cezaevi’ne gönderilmişti. Ardından, Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan da imar işlerinde yolsuzluk yapıldığı iddiasına ilişkin soruşturma kapsamında tutuklandı.

Nisan ayında frekans tahsisini yapacağını söyleyen RTÜK, Danıştay engeliyle karşılaşmıştı: Danıştay 10. Dairesi, ulusal televizyon frekans tahsisi ihalesinin yürütmesini, idarenin savunması alınıncaya kadar durdurdu.

Beyaz Enerji operasyonu ile başlayan süreç sonucunda Enerji Bakanı Cumhur Ersümer’in istifa etmesinin ardından DSP 5. Olağan Büyük Kurultayı’nda, Genel Başkanlığa Bülent Ecevit, yeniden seçildi. Ecevit ayrıca, Kurultay sırasında Genel Başkan Adayı Sema Pişkinsüt’ün oğlunun tartaklanmasına da çok üzülmüştü, ama Pişkinsüt’ün kurultay sırasında konuşturulmaması gibi bir durumun olmadığını öne sürüyordu.

Yurt dışında da hareketli geçiyordu Nisan. Meksika parlamentosu, Chiapas eyaletinde barış için hayati önem taşıyan yerli hakları yasasını kabul ediyor, Hollanda’dan İngiltere’ye bir kamyonda gizlice sokulmak istenen 58 Çinli yaşamını yitiriyor, BM Dünya Gıda ve Tarım Örgütü, 2001 yılında 16 Afrika ülkesinde yiyecek stoklarının tükenme tehlikesi olduğunu açıklıyor, Hollanda ötanaziyi yasallaştıran ilk ülke oluyor, Avustralya Kyoto Protokolü’nden desteğini çekmeye hazırlanıyor ve Güney Afrika’da ucuz AIDS ilaçlarını ithal etmeye olanak tanıyan yasanın iptali için mahkemeye başvuran 39 ilaç firması, davadan çekildiklerini açıklıyordu. Açıklama, 26 milyon HIV virüsü taşıyıcısının bulunduğu Afrika’da, göstericiler ve dernekler tarafından, söz konusu şirketlere karşı kazanılmış bir zafer olarak nitelendiriliyordu.

Mayıs ayına Türkiye’de Telekom’un özelleştirilmesi mücadelesi damgasını vurmuştu.

Mücadelenin uzaması yüzünden 10 milyar dolarlık IMF-Dünya Bankası yardımı tehlikeye giriyordu, ama piyasaların da buna tahammülü kalmamıştı. Neyse ki ilerleyen günlerde, IMF İcra Direktörleri Kurulu, Türkiye’nin ekonomik programını ve finansal paketi onaylayacak ve 3.8 milyar dolarlık ilk dilim serbest bırakılacaktı. Devlet Bakanı Kemal Derviş, gönüllere taht kurduğu günlerde yeni programı anlatmak için bir de yurt gezisine çıktı. Gittiği her yerde yeni bir lider gibi karşılandı, el üstünde tutuldu.

F Tipi cezaevini protesto etmek için başlatılan ölüm oruçlarında durumun ciddiyeti artıyor, herhangi bir uzlaşma ihtimali de görünmüyordu. Ölüm oruçlarında hayatını kaybedenlerin sayısı 23’e yükselmişti.

Aynı günlerde, ‘Düşünceye Özgürlük 2000’ isimli kitaba yayıncı olarak imza atan 16 kişinin yargılanmalarına başlandı. Gene o günlerde, 1982 Anayasası’nda, 6. kez değişiklik yapma yönündeki girişimler sürüyor ve Partilerarası Uzlaşma Komisyonu, 51 maddelik değişiklik paketini ele almaya hazırlanıyordu. Bu hazırlık aşamasında, TÜSİAD, AB standartlarına uygun bir demokratikleşme için siyasi yeniden yapılanma önerilerini 10 başlık altında açıkladı. TÜSİAD’ın talepleri arasında partilerde lider hegemonyasının kırılması, iki turlu dar bölge seçim sistemi, dokunulmazlığın daraltılması, idam cezasının kaldırılması, ifade özgürlüğü, ana dilde eğitim ve yayın yer alıyordu.

Türkiye’nin gündemine birdenbire Radyo ve Televizyon Yasa Tasarısı düşmüştü. Meclis’te akşamdan sabaha oylanan tasarıya en ciddi itiraz bizzat RTÜK Başkanı Nuri Kayış’tan geliyor; Kayış, “Tasarı ile televizyon sahiplerinin devlet ihalelerine girmelerinin önündeki tüm engeller ortadan kaldırılmaktadır” diyordu. Tasarıyla, radyo ve televizyon yayınlarının denetimi büyük ölçüde siyasi iktidara bırakılıyor, eskisine oranla bin kat artırılan cezalarla özellikle yerel medyanın varlığı tehdit altına sokuluyor, internet ortamında işlenen suçlar da ilk kez basın yayın yoluyla işlenen suçlarla aynı kapsamda değerlendiriliyordu. Tasarı daha sonra Cumnurbaşkanı Sezer tarafından da veto edilecekti. Sezer, “kamu yararıyla bağdaşmayan, demokratik geleneklere, temel hak ve özgürlüklere, hukuka ve anayasal ilkelere uygun düşmeyen kurallar içerdiğini” belirterek, “Yasadaki kimi yasaklar açıkça tanımlanmamış, içeriği tartışmalı genel kavramlar ile yetinilmiştir. Böylece toplumun doğru ve yansız haber alma hakkı zedelenecektir. Üst kurul’a siyasi kimlikli kişilerin seçimine olanak sağlayan yöntemin uygun ve doğru olmayacağı açıktır” diyecekti veto gerekçesinde.

Yılbaşından beri düşen üçüncü Casa tipi nakliye uçağı ciddi bir tedirginlik nedeni oldu Türkiye için. İspanyol Casa firmasından Türkiye’ye gelen 6 kişilik ekip ile TAİ, Tusaş ve Türk Hava Kuvvetleri’nden ekipler, uçakların düşüş sebebini araştırmaya başladı.

Mayıs boyunca iki yeni operasyonla daha tanıştık. Hayali ihracat üzerinde yoğunlaşan ‘Dağ Operasyonu’ ile rüşvet almak ve ihaleye fesat karıştırmak konularında yoğunlaşan ‘Beyaz Ahtapot Operasyonu’.

Bir de, uluslararası araştırma kuruluşu Roper Starch Worldwide’in verilerine göre, Türkiye en stresli ülkeler arasında ilk sıradaydı ve İstanbul 2008 olimpiyatları için de maalesef yeterli bulunmamıştı.

Başkan Bush’a bir sürpriz getirdi Mayıs: ABD, geleneksel olarak temsil edildiği Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’ndaki sandalyesini yapılan oylamada kaybetti. Birleşik Devletler’in komisyona seçilmemesinde, Bush yönetiminin dünyadaki sosyal konulara olan duyarsızlığının etkili olduğu belirtiliyordu. O günlerde, ABD’nin yakın müttefiki Britanya’da “yasadışı göçe yatkınlık” nedeniyle bazı etnik kökenlilere karşı “resmi ayrımcılık” başlatılıyordu. Tamiller, İran ve Türkiye’den gelen Kürtler, Rumlar, Somalililer, Arnavutlar, Afganlar, Çinliler ve Rumenler artık gümrükte farklı muamele görebileceklerdi.

O sıralarda bir de özür geldi: Papa, Katoliklerin tarih boyunca Ortodokslara karşı işledikleri suçlar için özür diledi. Tam bu sırada, yaklaşık 10 bin Vietnamlı kadının, Çinli erkeklerle evlenmesi veya hizmetçi ya da hayat kadını olarak çalışması amacıyla Çin’e satıldıkları da ortaya çıktı.

Öte yandan, elektronik posta kullanıcıları, internette casus ağına karşı uyarılıyor; Avrupa’daki tüm firmalar ve serbest bilgisayar kullanıcıları, ‘Echelon’ olarak da bilinen takip şebekesine karşı elektronik postalarına şifre koymaya davet ediliyordu.

Ayın sonlarına doğru, Worldwatch Enstitüsü’nün BM Çevre Programı ile birlikte hazırladığı ‘2001 Yılının Hayati İşaretleri: Geleceğimizi Biçimlendirmekte Olan Eğilimler’ başlıklı rapora göre, gelişmiş ülkelerin yaşam biçiminin dünya ekolojisinin tahribine neden olduğu ortaya çıkıyordu. Kalkınmaya eşlik eden yüksek tüketim düzeyi sayesinde, gelişmiş ülkelerdeki insanların yaşam koşulları rahatlıyor, ama bununla beraber çevre kirliliği ve sağlık sorunları artıyordu. Uluslararası Af Örgütü de kırkıncı yıllık raporunda, küreselleşmenin acı ve insan hakları ihlallerini beraberinde getirdiğini yazdı: Dünyanın büyük bir bölümünde bireysel, toplumsal ve siyasi güvensizlik yayılmıştı. O günlerde, küresel ısınmayla mücadelede ormanların yeterli olmayacağı da ortaya çıktı. Danimarka, Kyoto anlaşmasını onaylayan ilk ülke olurken Brezilya’da, Amazon ormanlarında yaşayan yeni bir kabilenin bulunduğu haberi geldi. Djapas adlı kabileye mensup 25 kişiyle temasa geçiliyordu.

Haziran ayına Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın istifasıyla girdi Türkiye. IMF’ye verilen niyet mektubundaki Tütün Yasası’nı eleştiren Yalova, artık yaprak kımıltısına bile hassas hale gelen piyasaların dalgalanmasına neden olmuş ve hemen istifası istenmişti kendisinden. Türkiye’nin nakit sıkıntısı ile geçirecek dakikası bile yoktu. Yalova’yı, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın istifası izledi. Kabinede revizyon oluyordu, ama kastedilen bu muydu, bilinemiyordu. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin ‘Düşünceye Özgürlük-2000’ kitapçığına yayıncı olarak imza koyan 15 kişi hakkında verilen beraat kararını bozduğu günlerde, ‘İstanbul depreme ne kadar hazır?’ sorusunun yanıtını arayan Sayıştay’ın hazırladığı “risk denetim raporu”, şimdiye dek yapılan hazırlıkların yeterli olmadığını ortaya koydu. Gene aynı günlerde, Anayasa Mahkemesi, Fazilet Partisi’nin temelli kapatılmasına karar verdi. Kapatılan FP’nin Genel Başkanı Recai Kutan ise yeni bir parti kurmak üzere çalışmalara başladıklarını söylüyordu. Telekom’un özelleştirilmesiyle ilgili tartışmalara alışmıştık artık.

Ay ortalarında Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2001 yılı yolsuzluk endeksini açıkladı. Türkiye, 10 üzerinden 3.6’lık notuyla, 91 ülke arasında 54’üncü sıradaydı. Haberin iyi tarafına gelince; geçen yıla nazaran küçük de olsa bir iyileşmeden bahsetmek mümkündü.

Dışarı baktığımızda, Cezayir’de 100 binden fazla Berberi’nin Kabile bölgesinde 80 eylemcinin öldürülmesini protesto etmek amacıyla sokaklara döküldüğünü, Nepal’de Veliaht Prens Dipendra’nın Kral ve Kraliçe ile birlikte 11 Kraliyet ailesi mensubunu öldürüp intihar ettiğini görüyorduk. Peru’da, devlet başkanlığı seçimini, lostracılıktan siyaset sahnesine gelen Alejandro Toledo kazanmıştı.

AIDS hastalığının keşfinin yirminci yıldönümü Haziran ayına denk geldi. Hastalığın yayılma hızı son 4 yılda ikiye katlanmış, bugüne kadar da 22 milyon kişinin ölümüne neden olmuştu.

Internette müzik paylaşım sitesi Napster, 3 büyük müzik şirketi ile anlaşmaya varıp yerüstüne çıkarken astronomlar, şimdiye kadar saptanmış en uzak gökcisimlerini buldular.

O günlerde, İtalya’da başbakanlık koltuğuna oturmaya hazırlanan merkez sağın lideri Silvio Berlusconi, Avrupa Birliği’nin üzerinde hassasiyetle durduğu Kyoto Protokolü’nü imzalamayacaklarını açıkladı. Arjantin’in ‘El Turco’ lakaplı eski Devlet Başkanı Carlos Menem, Hırvatistan ve Ekvador’a yasadışı silah satışıyla ilgili olarak tutuklandı. ABD’de 1995 yılında bir kamu binasını bombalayarak 168 kişinin ölümüne yol açan Timothy McVeigh’in idam cezası infaz edildi. McVeigh, eyleminden pişman olmadığını ancak suçsuz insanların ölmesine üzüldüğünü ve “kaderinin efendisi” olduğunu söylemişti ölürken.

Dünyada 41 ülkenin, bazıları 7 yaşında olan 300 bin kadar çocuk asker kullandığı; bu çocukların ayrıca mayın temizleyici, casus ve seks kölesi olarak da ‘istihdam edildiği’ ortaya çıkarken Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü, 2001 yılı raporunu yayınladı. Rapora göre, Türkiye en çok silah satın alan dördüncü ülkeydi.

İsviçreli bir grup tarafından hazırlanan “Ateşli Silahlar 2001” raporu ise her yıl 500 bin kişinin ateşli silahlarla öldüğünü bildiriyordu.

Haziran biterken Avrupa Birliği’nin, genişlemenin ele alınacağı zirvesi İsveç’in Göteborg kentinde başlıyor, Zirvenin yapıldığı binanın önünde polisle eylemciler arasında çatışma çıkıyordu. ABD Merkez Bankası (FED) faiz oranlarını son 7 yılın en düşük seviyesine indirirken Peru’da 8.1 büyüklüğünde bir deprem oldu.Temmuz ile birlikte sıcakları iyice hissetmeye başlamıştık artık. İstanbul’da nem oranı yüzde 90 civarına ulaşıyordu. Boğucu günler yaşanırken Telekom krizi Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün istifasına neden oldu. IMF ile Dünya Bankası, Türkiye’ye verilecek kredinin onaylanacağı İcra Kurulu toplantısını ertelemiş; ertelemeye, Telekom ve bankacılık alanında atılması gereken adımlar gerekçe olarak gösterilmişti. İstifanın ardından krediler onaylandı, ama yurt dışına çıkışlarda 50 dolar karşılığı Türk lirası alınmasına da Ağustos ayında başlanacaktı. AİHM’nin, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Refah Partisi yöneticilerinin şikayet başvurusunda Türkiye’yi haklı bulduğu ve partinin hedeflerinin demokratik kurallara aykırı olduğunu kaydettiği günlerde, Anayasa Mahkemesi Recep Tayyip Erdoğan’a siyaset yolunu açtı. Bir yandan da Muhammet Ciğer diye bir ismi telaffuz etmeye başlamıştık. Bulgaristan’a kaçmak üzereyken sahte pasaportla yakalanan Ciğer, Britanya’da bulunan Orhan Aslıtürk ile naylon fatura şebekesi kurduklarını itiraf etmişti. BDDK’nın Emlak Bankası’na bankacılık işlemleri yasağı getirdiği günlerde, ölüm oruçlarında hayatını kaybedenlerin sayısı önce 28’e, sonra 29’a çıktı. Hemen arkasından, Bayındırbank, EGS Bank, Kentbank, Tarişbank ve Sitebank’ın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devriyle birlikte, son 4 yılda Fon’a alınan banka sayısı, 18’e yükseldi.

Tarihi eser kaçakçılığı ve dolandırıcılık gibi suçlardan, kırmızı bültenle aranan Ayşegül Tecimer, Fas’ın Marakeş kentinde yakalandığı sırada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu eski Başkanı, Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün dokunulmazlığının kaldırılması için fezleke hazırlıyordu. Gerekçe basitti: Pişkinsüt, görüştüğü tutuklu ve hükümlülerin kimlik bilgilerini bildirmeyerek, ‘adli soruşturma konusu bilgi ve belgeyi soruşturma makamına vermemiş’ ve böylece ‘suçun işlenmesinden sonra failine yardım’ suçunu işlemişti. “Tutuklu ve hükümlülerin beyanları alt alta yazılarak, rapor adı altında kamuoyuna duyurulmuş, böylece, soruşturmalarda işkence yapıldığı imajı yaratılmıştır” deniyordu fezlekede.

Temmuz sıcakları sürerken Casa uçağının düşmesiyle ilgili rapor yazıldı. Kazaya, mekanik bir arızanın neden olduğu belirtildi.

O sıcak günlerde, Lahey’de, Miloşeviç ilk defa USSM’nin karşısına çıkmış ve mahkemeyi yasadışı bulduğunu söylemiş ve gene o sıcak günlerde, aktörlük ve yönetmenliğin yanı sıra aktif bir çevreci de olan Robert Redford, Başkan Bush’u çevre konusunda “cahillikle” suçlamıştı. BM İklim Konferansı, Almanya’nın Bonn kentinde başlıyordu. Aynı günlerde, G8 zirvesi, İtalya’nın Cenova kentinde başladı. Zirve nedeniyle 17 bin güvenlik görevlisi alarma geçmişti ve büyük gösteriler bekleniyordu.

İklim Konferansı’nda dünyanın giderek daha çabuk ısınacağından, deniz seviyelerinin yükseleceğinden bahsedilirken Kyoto Anlaşması konusunda uzlaşmaya varıldığı haberleri geldi. Ancak, mesela sera gazlarının salınımı, sözkonusu anlaşmada öngörüldüğü kadar azaltılmayacaktı. Yani, üzerinde uzlaşılan, Kyoto Anlaşması’nın sulandırılmış bir versiyonuydu maalesef. O günlerde, Hindistan’daki sel felaketi yüzünden 100 bin kişi tahliye ediliyor, Pakistan’daki seller 110 kişinin ölümüne neden oluyor, Fas’ta hava sıcaklığı birkaç dakika içinde 17 derece birden yükseliyor ve ABD’nin Wyoming Eyaleti’nde başlayan orman yangınlarının önüne geçilemiyordu.

G8 zirvesinde ise beklenen fazlasıyla gerçekleşmiş; göstericilerle polis çatışmış, ortalık savaş alanına dönmüş ve muhalefet ilk defa ölü vermişti. Bir güvenlik aracı tarafından ezilen İtalyan gösterici Carlo Guilliani, 24 yaşındaydı.

Temmuz’da gözümüz o kadar Cenova ve Bonn üzerindeydi ki Fransa’nın Cussac köyünde dünyanın en eski çizimlerinin bulunduğunu fark edemedik. Keza, Dolly gibi kopyalanmış hayvanlarda genetik bozukluklar olduğunun anlaşılmasını da. Ayın sonlarına geliyorduk; Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 22 bin ton nükleer atık ithal ederek Rusya’ya 20 milyar dolar kazandırmayı hedefliyordu, Endonezya’da Parlamento tarafından azledilen eski Devlet Başkanı Abdurrahman Vahid’in yerine, yardımcısı Megavati Sukarnoputri getiriliyordu, Makedonya Kalkandelen kentinde, Arnavut güçlerle Makedon ordusu arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyordu, Fransa Sağlık Bakanı Bernard Kouchner doktorluk yaparken birçok kez ötanazi uyguladığını itiraf ediyordu ve Azerbaycan Kiril alfabesini terk edip Latin harflerine geçiyordu.Ağustos ayına girerken nefes alamaz hale geldiğimiz için sadece sıcakla ilgileniyorduk. Mesela, yılbaşından beri 1118 orman yangını çıkmıştı. Yangın nedenleri arasında çoban ateşi, sigara izmariti ve anız yakma ilk sıralarda yer alıyordu.

O sıcakta, Mesut Yılmaz’ın başlattığı bir tartışma, deyim yerindeyse, Türkiye gündemine soğuk su serpti. Yılmaz, birdenbire çıkmış ve ‘Ulusal Güvenlik’ kavramının tartışmaya açılması gerektiğini söylemişti. Ayrıca, şu konuların da aydınlanmasını istiyordu Yılmaz:

Olağanüstü Hal Bölgesi’nde çalışanlara giden paranın ekonomiye etkisi, terörle mücadeledeki mühimmat harcamaları, yanan ormanlar, kapatılan okullar ve boşaltılan köylerin neden olduğu kayıplar, Kürtçe TV ile başörtüsü yasağının iç barışa vurduğu darbe, Kıbrıs uğruna Avrupa ile ters düşülmesi Kuzey Kıbrıs’a giden para ve sanayi tesisi yapılabilecek bölgelerin orduya tahsisi...

Koalisyon ortağı olarak bunların aydınlatılmasına katılmak kendi partisine de düşüyordu elbette. Ayrıca Yılmaz bu tartışmayı açmak için neden bu kadar zaman beklemişti, bilinmiyordu. Bunun politik bir manevra olduğunu söyleyenler de vardı, ama geç de olsa önemli bir tartışma başlatmıştı Yılmaz. TSK’dan gelen sert cevapta Yılmaz’ın onur zaafı ima ediliyor ve ülkenin bulunduğu durumda asıl sorumluluğun siyasetçilerde olduğu ifade ediliyordu. Bu tartışmanın laikliğe zarar vereceği de söylenenler arasındaydı.

Ama çok uzamadı bu konu. Önemli olan, hükumetin bütün istikrarıyla çalışmasına devam edebilmesiydi.

O günlerde, Manisa’da, bir uğurlama töreninde yaşanan protokol krizi sırasında tugay komutanı, Anavatan Partisi il başkanı’na çıkışıyor, çıkışmak ne kelime; itip kakıyordu. Konya’nın Akkise beldesinde de askere gidecek gençlerin toplandığı bir kahvehanede jandarmanın kimlik sorgusu yapmak istemesi üzerine çıkan arbedede bir asker adayı hayatını yitiriyordu.

Ölüm orucunda hayatını kaybedenlerin sayısı da 31’e yükselmişti.

RTÜK Başkanı Nuri Kayış, bir defa daha Kurul’a muhalefet etmiş; BBC Türkçe Servisi ve Almanya’nın Sesi Radyosu bültenlerinin NTV Radyo aracılığıyla Türkiye’de yayınlanmasının yasaklanmasına tepki göstermişti. Mahkemeye başvuracağını söylüyordu Kayış.

BM Çevre Programı’nın, Aşağı Mezopotamya bölgesinin kuruyarak, dünyanın en büyük çevre felaketinin yaşandığı bölgelerinden birisine dönüştüğünü açıkladığı günlerde Recep Tayyip Erdoğan ile yenilikçiler, ‘Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığı’na verdiler. Kurucuları arasında Recep Tayyip Erdoğan da bulunan kısa adıyla Ak Parti, Türkiye’nin 39’uncu partisi oldu.

Ağustos Türkiye’ye en çok depremi hatırlatıyordu. Hatırladığımız zaman, son durum bilgisi şöyleydi: Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, deprem bölgesinde yapmayı planladığı 25 bin 354 kalıcı konuttan, yalnızca 14 bin 531’ini teslim edebilmişti. Kırk bin kişi, hala prefabrike konutlarda, konteynırlarda ya da çadırlarda yaşıyordu.

Deprem vergilerinden 4 katrilyon lira toplanırken, 167 trilyon bağışlardan; 320 trilyon lira bedelli askerlikten elde edilmiş, IMF 500 milyon dolar nakit vermiş, ancak depremzedelere 2.3 katrilyon harcanmıştı. Deprem sonrasında toplanan yardımlara ilişkin kamuoyuna sağlıklı bir açıklama yapılmamıştı, hatta Sayıştay bile denetim sürecinin dışında bırakılmıştı. O günlerde Deprem Konseyi, İstanbul milletvekillerini bir önlem toplantısına çağırdı. Brifinge 68 vekilden sadece 11’i katıldı. 68 vekilden sadece 11’i!

İnsan Hakları Derneği’nin, ilk 6 aylık İnsan Hakları İhlalleri Raporu’nu açıklaması o günlere denk geldi. Raporda, ilk 6 ayda gözaltına alınanlardan 263’ünün; 2001 yılındaysa aynı süre içinde gözaltına alınanlardan 435’inin işkence şikayetinde bulunduğu bildirildi. Sıcaklar sırasında bütün Türkiye’yi sarsan olay, Alarko Holding Yönetim Kurulu eşbaşkanı Üzeyir Garih’in öldürülmesiydi.

Türkiye bir ameliyathane gibi demiştik; Türk Dil Kurumu’ndaki yolsuzluklarla ilgili düzenlenen ve Akrep adı verilen operasyon, tüm sanıkların beraatiyle sonuçlanmış, ancak Bayındırlık Bakanlığı’nda gerçekleştirilen ‘Vurgun’ adlı operasyon, Bakan Koray Aydın ve bazı bürokratlarını zor durumda bırakmıştı. Hakkında deprem bölgesinde açılan ihalelerden, yüzde 10 oranında pay aldığı iddiaları bulunan Raci Akyol’un, Aydın’ın bacanağı olduğu ortaya çıkmıştı. Hatta, Akyol hakkında 5 yıl önce hazırlanan bir raporda, ‘Mali işlemlerle ilgili hiçbir görev verilemez’ denildiği de belirlendi. Vurgun Operasyonu Koray Aydın’ın istifasına neden olacaktı.

Ağustos bütün rutubeti, sıcağı ve uzun günleriyle ağır ağır geçerken Arjantin’de, binlerce işsiz ve çalışan, 40’tan fazla kentte hükümetin kemer sıkma planı’nı protesto amacıyla ülke çapında gösteri yapıyor, Makedonya’da Makedon ve Arnavut siyasi partiler arasında Arnavut dilinin kullanımı konusunda anlaşma sağlanıyor, İsrail Ortadoğu’daki tutumunu daha da sertleştiriyor, İtalyan doktor Severino Antinori insan klonlamayı kafasına koyduğunu ilan ediyor, günümüzden yaklaşık 300 bin yıl önce yaşayan Neandertal İnsanı’nın atalarının konuşabildikleri ve dünya nüfusunun üçte ikisinin ışık kirliliği yüzünden gerçek anlamda yıldızlı gökyüzünü göremediği ortaya çıkıyordu. Bir de, İngiliz ve Amerikalı bilimadamları, Kanarya Adaları’ndaki Cumbre Vieja volkanındaki ani bir patlamanın dünyanın en büyük felaketlerinden birine yol açabileceği uyarısında bulundu. Buna göre, 1755’teki Lizbon depreminde kaydedilenden çok daha yıkıcı dalgalar, Britanya kıyılarını vuracak, enerji istasyonları, limanları ve deniz seviyesinden alçak yerleri sel basacak. Afrika, İspanya, Portekiz ve Kanarya Adaları’nda da büyük hasar meydana gelebilecek, dalgalar Kanada’dan Brezilya’ya sahil şeridinde özellikle deniz seviyesinden düşük yerlerde 10 mil kadar içeri girebilecek ve trilyonlarca dolarlık yıkıma yol açabilecekti.

Bu elbette küçük bir ihtimaldi. Ama aklımıza bile gelmeyen başka bir felaket, birkaç gün sonra bizi, insanlığı, tarihi, hayata bakışımızı ve geleceğimizi değiştirecekti.Eylül’le beraber bir perde kapandı ve bir yenisi açıldı. Artık uzunca bir süre yolsuzluklardan, enflasyondan, IMF kredilerinden, küresel ısınmadan, sellerden, keşfedilen genlerden, keşfedilen galaksilerden, üçüncü sayfa güzellerinden, arka sayfa haberlerinden, spor karşılaşmalarından, mucizevi ilaçlardan bahsedemeyecektik. Eylül ayında, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Amerikan kapitalizminin ve askeri gücünün görkemli ikonları İkiz Kuleler ile Pentagon’a saplanan yolcu uçakları, kaderimizi, akıbetimizi, hayatımızı, ilişkilerimizi, dünya ile ilgili algımızı, tasavvurumuzu değiştirecekti...

Ayşegül Tecimer’in serbest bırakılması, Garih cinayetinin zanlısı Yener Yermez’in yakalanması, Güney Afrika’nın Durban kentinde yapılan Dünya Irkçılıkla Mücadele Konferansı’ndaki görüş ayrılıkları, Varyag’ın Boğazlar’dan geçmesi, A Milli Basketbol Takımı’nın Avrupa ikincisi olması, İstanbul Taksim’deki Çevik Kuvvet ekiplerine yönelik intihar saldırısı, Albayraklar’a yönelik ‘Temiz Şehir Operasyonu’, İGDAŞ’a yönelik ‘Bit Operasyonu’... Hepsi bizi etkiliyor, ama bir baskın meselenin kafamızdan uzaklaşmasını sağlayamıyordu.

Gözümüzün önünde hep aynı görüntü vardı: Bir uçak, süzüle süzüle, kremalı bir pastaya giren bir bıçak rahatlığıyla dünyanın en yüksek binalarından birine giriyordu. Bina sarsılmıyordu. Uçak ise binaya girdikten sonra görünmez oluyor ve sadece bir ateş topuna dönüşüyordu. Olay 18 dakika arayla tekrarlanıyordu. İçinde yüzlerce yolcu olan bir yolcu uçağı ve içinde binlerce çalışanı olan bir gökdelen. Hollywood havlu atmıştı, bütün kurgular havlu atmıştı. Seyrediyor ve inanamıyorduk. Ölü sayısı binlerle ifade ediliyordu.

Olaylardan sonra meydana gelen infial havası tarif edilecek gibi değildi. Toza, kana bulanmış insanlar, kendilerini dev adımlarla takip eden bir alev yığınının önünde kaçmaya çalışıyorlardı. Amerikan ordusu alarma geçmiş, Başkan Bush özel uçağı içinde bir anlamda mahsur kalmış ve bir süre sonra da savaş hali içinde bulunulduğunu ilan etmişti.

Dünya allak bullak oldu... Avrupa borsalarında sert düşüşler yaşanıyor, Wall Btreet’te işlemler duruyor, petrol fiyatları fırlıyor, bütün etkinlikler erteleniyor ve hayat bir anlamda duruyordu.

İlk şok atlatıldıktan sonra bu dehşet verici saldırıyı kimin ya da kimlerin yaptığı sorusuna geliyordu sıra. O günlerde, Londra’daki gazetelerden bir editör, Reuters’a yaptığı açıklamada, bu olayın Usame Bin Ladin tarafından yapıldığını öne sürdü. Söz konusu editör, Bin Ladin’in 3 hafta önce böyle bir saldırı gerçekleştirecekleri konusunda uyarıda bulunduğunu ve bu saldırının sebebinin, ABD’nin İsrail’e verdiği destek olduğunu belirtti. Çok geçmeden Amerikalı yetkililer de saldırıların, Suudi milyarder Usame Bin Laden tarafından gerçekleştirildiği yönünde kanıtlar bulunduğunu açıkladılar. Çok geçmeden, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Laden’i saldırıların baş zanlısı ilan etti ve kanıtların en kısa zamanda ortaya konacağını açıkladı.

Amerika, Başkan Bush’un ifadesiyle, “21. yüzyılın ilk savaşı”na hazırlanıyordu. Washington Post ve ABC’nin araştırmasına göre, Amerikan halkının yüzde 90’ı, saldırıların sorumlularına ‘askeri karşılık verilmesinden yana’ydı. Savaş hazırlıkları sürerken NATO Daimi Konseyi, bir İttifak ülkesinin saldırıya uğradığı anda, tüm üyelerin saldırıya uğraması olarak kabul edilen 5. maddenin uygulanmasına karar verdi.

Usame bin Laden’in bulunduğu Afganistan’da büyük bir panik yaşanıyor, başkent Kabil’deki Arapların kentten ayrıldığı ve halkın siper kazmaya başladığı bildiriliyordu.

Diğer yandan, terörizmin değişen niteliği hakkında da düşünülüyordu. Georgetown Üniversitesi’nin CIA için hazırladığı raporda “asimetrik tehdit” kavramından sözediliyor ve Amerika’nın bir gün kendi teknolojisi ile vurulabileceği de belirtiliyordu.

ABD, teröre karşı uzun, çok uzun bir savaşın hazırlıkları içinde, uluslararası koalisyon oluşturabilmek için görüşmelere başlamıştı. Gerçi bir koalisyon oluşmasa da ABD tek başına harekete geçeceğini açıkça ifade etmişti. Amerikan savaş uçakları ve destek birlikleri Basra Körfezi’ne intikal ederken operasyonun adı “Ebedi Adalet” olarak açıklandı. Bush’a bakılırsa, teröre karşı bir Haçlı Seferi başlatılıyordu esasında. ‘Ebedi Adalet’ ismi daha sonraları İslam dünyasını incitmemek gerekçesiyle ‘Kalıcı Özgürlük’ olarak değiştirilecekti.

Yeri, yüzü, gücü bilinmeyen yeni düşmana karşı tek vücut olmuştu ABD. Bush, terör saldırılarından sonra yönetime 40 milyar dolar tahsis edilmesini öngören tasarıyı ve saldırının sorumlularına karşı askeri güç kullanma yetkisi veren kararı imzalamıştı. Teröre karşı ya Amerika’nın yanındaydı dünya ya da teröristin ta kendisiydi. Herhangi bir ara seçenek söz konusu bile değildi. Teröre yataklık ettiği düşünülen ülkeler arasında Irak’ın ismi de geçiyordu, daha ilk günlerden itibaren. Amerikan yönetimi bir yandan terör örgütlerine destek verdiklerini saptadığı işadamları ile kuruluşların hesaplarını donduruyor, diğer taraftan da muhtemel bir savaşın tehlikelerine ve tepkinin orantılı olması gerekliliğine dikkat çeken basını susturuyordu. Ağır bir darbe yemiş olmanın getirdiği mağduriyet yer yer fütursuzluğa dönüşüyor; mesela İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi Batı’nın İslam dünyası karşısında daha üst seviyede olduğunu ifade ediyordu.

Savaş için müttefik aranırken oldukça cömert davranıyordu ABD. Hindistan ve Pakistan’a nükleer denemeler nedeniyle uygulanan yaptırımlar kaldırılıyor ve Ortadoğu’da birdenbire bağımsız bir Filistin devletinden bahis açılmaya başlanıyordu.

Dünya diken üzerindedi; artık hiçbir patlama ya da saldırı 11 Eylül gününden ayrı düşünülemiyordu. Toulous kenti yakınında bir petrokimya fabrikasında meydana gelen şiddetli patlama da küresel terörle ilişkilendirildi, İsviçre’nin Zug kenti yerel parlamento binasını basan saldırgan da, Pakistan’da bir kilisede Pazar ayini için toplanan kalabalığa açılan ateş sonucunda 16 kişinin ölmesi de, New York’ta binaların üzerine çakılan A-300 tipi yolcu uçağı da... Terörün nerede, ne zaman, ne kılıkta ortaya çıkacağı bilinemiyordu. Hiçbir şey bilemiyor, sadece korkuyorduk.

Asimetrik tehdit bazen şarbon olarak çıkıyordu Amerika’nın karşısına, bazen de tarım ilacı olarak... ABD’de tüm tarım uçaklarının uçuşlarının yasaklandığı günlerdi. Saldırı, ekonomik etkisini de göstermeye başlamıştı. Önce Swissair ve arkasından Belçika’nın Sabena hava yolları iflas bayrağını çektiler.

Birleşmiş Milletler’in, operasyonun hedefi Afganistan’da 8 milyon kişinin yardıma muhtaç durumda olduğunu belirttiği ve Washington ile San Francisco'da binlerce kişilik savaş karşıtı gösterilerin düzenlendiği günlerde savaş başladı. Türkiye’de de, Konda şirketinin yaptığı bir araştırmaya göre, yüzde 71 gibi bir oranla yanlış bulunuyordu Afganistan’a açılan savaş.

ABD, başkent Kabil’i bombalarken Usame bin Laden’in El-Kaide şebekesinden bir sözcü, Katar’ın El-Cezire televizyonuna yaptığı bir açıklamada, savaşı Amerika’nın kalbine getirmekten söz ediyordu. Şarbon vakaları sayısının 12’ye çıktığı günlerdi. Posta büroları, mayın tarlası gibi algılanıyordu artık. Şarbon mikrobu taşıyan zarflar Senato’ya kadar geliyor, politikacıları hedef alıyordu.

Afganistan aralıksız bombalanıyordu. BM milyonlarca mültecinin açlık sınırında gelecek kışı atlatamayacaklarını söylerken Amerika havadan yiyecek paketlerini attığını belirtiyordu. Ama bir pürüz vardı: Yiyecek paketleri ile misket bombaları aynı sarı rengi taşıyordu. Öte yandan, paketlere ulaşmak için senelerdir toprağa işlemiş mayınların arasına giren insanların yaşadıkları da anlatılır gibi değildi. Bağımsız kaynaklar yüzlerce sivilin öldürüldüğünü; hastaneler, dispanserler, gıda depoları gibi sivil hedeflerin bombalanmaya devam edildiğini ya da yanlışlıkla bombalandığını, ama bu yanlışlıkların sayısının hiç de az olmadığını bildiriyorlardı.

Günler geçtikçe, Kalıcı Özgürlük Operasyonu bir filin bir karıncayı ezmesine benzetilmeye başlamıştı. Arap dünyasından ve Britanya dışındaki Avrupa ülkelerinden savaşın aldığı boyuta ilişkin çekinceler dile getiriliyordu. Ayrıca, Taliban aleyhtarı Kuzey İttifak’ına ABD’nin verdiği destek de eleştiri konusu oluyordu. Yaklaşık 10 sene önceki Sovyet işgali sırasında düşman olarak görünen İttifak’ın bugün desteklenmesi kafaları karıştırırken bölgenin savaş ağalarının merhametine teslim edilmiş olduğu da belirtiliyordu. Nitekim, yardım paketlerinin yağmalandığı, çalınıp satıldığı, ama asıl ihtiyaç sahiplerinin eline bir türlü geçmediği haberleri geliyordu savaş sürerken.

Kalayi Ceng hapishanesindeki savaş esirlerinin tank paletleri altında ezilip yakılarak katledildikleri haberlerine Amerika’nın BLU-82 ya da ‘papatya biçici’ adı verilen dev bombaları da kullanmaya başladığı haberleri karışıyordu. Dünyanın en büyük konvansiyonel bombası olarak bilinen 6.700 kiloluk BLU-82’ler, düştükleri yerde beş futbol sahası büyüklüğünde kraterler açıyordu.

Savaş devam ederken Amerikan Senatosu, polise şüpheli teröristleri izleme ve gözaltına alma konusunda geniş yetkiler veren terörizmle mücadele yasa tasarısını onayladı. Şüpheliler artık istenildiği kadar gözaltında tutulacak, akıbetleri hakkında kimseye bilgi verilmeyebilecek ve avukat edinme hakkından da mahrum tutulabileceklerdi. Ayrıca, ABD’de 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez yabancı teröristlere ilişkin davalarda askeri mahkemeler devreye sokuluyordu ve bu mahkemelere kimin çıkarılacağına bizzat Bush karar verecekti.

Diğer yandan, ABD terörle mücadelenin Afganistan ile sınırlı kalmayacağı vaadini tutmuş; bundan sonraki hedefin neresi olacağı konusunda açık açık tartışıyordu. Irak, Somali, Yemen, Sudan, Filipinler; hepsi tek tek gündeme geliyor, hatta Irak’a olası bir saldırı sırasında Türkiye’nin konumunun ne olacağı konusunda da yüksek sesle fikirler öne sürülüyordu.

Bu fütursuz tavır, bilhassa Avrupa’daki radikal muhalefetin tepkisini çekiyor; insan hakları ve sivil özgürlüklerden verilen ödünlerin bir daha asla telafi edilemeyeceği dile getiriliyordu. Çeşitli bilim ve sanat kollarından, sağduyu sahibi pek çok entelektüel savaşa karşı olduklarını ifade ediyorlar, terörün hedefinin ABD olmasının Amerikan dış politikası tarihinden ayrı okunamayacağını vurguluyorlardı. O günlerde, Londra’nın Trafalgar meydanı’nda, Vietnam Savaşı’ndan beri en büyük savaş karşıtı gösteri düzenlendi. Meydanda polise göre 15 bin, düzenleyenlere göre ise 100 bin kişi toplanmıştı.

Ama bunların hiçbiri Amerika’nın savaşını durdurmaya ya da yavaşlatmaya yetmedi. Yıl sonuna gelinirken Taliban yönetimi devrildi, Almanya’nın Bonn kentinde başlayan Afganistan görüşmelerinde geçici bir hükumet kurulması kararına varıldı. Usame Bin Laden’in izine ise rastlanmamıştı. Bir rivayete göre iyi saklanıyordu, bir rivayete göre de çoktan Pakistan’a geçmiş ve yeni saldırılar için hazırlıklara başlamıştı.

Ayrıca, sekiz gazetecinin de hayatına malolmuştu Kalıcı Özgürlük Operasyonu.

8 Ekim günü başlayan savaş, Kasım sonlarında Taliban’ın devrilmesi ve Aralık sonlarında geçici hükumetin işbaşı yapmasıyla kanıksanmış, gündemde ikinci sıraya gerilemişti. Gene de Irak tedirgindi ve Filipinler’de Amerikan komandoları El-Kaide hücrelerine saldırıyordu. Türkiye’de, ABD’nin asker talebine olumlu cevap vermesinin ardından gelen kredi dilimlerinin de verdiği rahatlıkla ekonomide belli belirsiz bir düzelmeden bahsedilebiliyordu.

Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi ANAR’ın araştırmasına göreyse Türk halkı, Afganistan’a asker gönderilmesini yüzde 86.1 gibi bir oranla hatalı bulmuştu.

Dünyanın değiştiği günden sonra, sanki ‘11 Eylül Sonrası’ isimli tek bir aya aitmiş gibi akıp giden ve birbirine benzeyen günlerle gelmiştik 2001’in sonuna.

Bu esnada, Ortadoğu’da şiddet iyice artmıştı. İsrail’in, görevinden henüz istifa etmiş bulunan ve aşırı şahin Turizm Bakanı Reehavam Zeevi bir suikastte öldürülmüş ve olayın sorumlulğunu Filistin Halk Kurtuluş Ordusu üstlenmişti. Birkaç sonra da Hamas’ın önde gelen militanlarından Mahmud Ebu Hanud öldürüldü. Hemen ardından Gazze Şeridi’nde bir Hamas militanından intihar saldırısı geldi. Sonra, bir Filistin mülteci kampındaki ilkokulun yakınında bir patlama meydana geldi ve 5 çocuk öldü. Bombaları İsrail ordusu yerleştirmişti. Sonra, bir Filistinli intihar komandosunun saldırısı geldi. Sonra, Kudüs'te, bir Filistinli bir alışveriş merkezindeki sürücü kursunda etrafa ateş açarak 5 kişiyi yaraladı. Sonra, İsrail’in Hadera kenti yakınlarında, seyir halindeki bir otobüste meydana gelen patlamada 4 kişi öldü. Sonra, İsrail’de Kudüs ve Hayfa’daki intihar saldırıları ve patlamalarda 31 kişi öldü, 200’den fazla kişi de yaralandı. Saldırıları önce İslami Cihad, daha sonra Hamas örgütü üstlendi. İsrail hükümeti, Yaser Arafat’ı saldırılardan sorumlu tuttu. İsrail Başbakanlık sözcüsü, ülkesinin, bu saldırılara aynı şiddette karşılık vereceğini belirtti. Sonra, ‘Çığ Operasyonu’ başladı. Hedef, doğrudan doğruya Yaser Arafat’ın karargahıydı. Çığ Operasyonu devam ederken kimi yorumcular, Hamas militanı Ebu Hanud’un öldürülmesinin, Amerika’nın Ortadoğu barış elçisi Anthony Zinni’nin bölgeye gelişinin hemen öncesine rastlamasının ‘ilginç’ olduğunu belirtiyorlardı. Yorumlara göre, Filistin tarafının misillemesini kaçınılmaz kılan bu suikast, Filistin’in barış eğiliminin samimiyeti konusunda Zinni’nin şüphe duymasına neden olacaktı. Nitekim, birbiri ardına gelen intihar saldırıları ateşkes girişimleri konusunda elini kolunu bağladı Zinni’nin.

Öte yandan, Dünya İklim Konferansı da Fas’ın Marakeş kentinde toplanmış ve Kyoto iklim sözleşmesini yaşama geçirecek kurallar, 167 ülke tarafından kabul edilmişti. Yani, eğer becerilebilirse, 39 sanayi ülkesi, sera etkisine yol açan gaz emisyonlarını 2010 yılında 1990 yılındakine göre yüzde 5.2 azaltacaktı.

Milenyumun ilk yılının sonuna gelinirken Amerika’daki Advanced Cell Technology adlı şirket, insan embriyosunu başarıyla kopyaladığını açıklayıverdi. Etik ve tıbbi tartışmalar yeniden alevlendi. Şirket ise deneyi hastalıkların tedavisinde kullanacağını söylüyordu.

Observer gazetesinin kısaca “364 gün ve 11 Eylül” olarak adlandırdığı 2001, terör, savaş ve tahmin edilmesi giderek zorlaşan yeni bir iklim getiriyordu dünyaya. İkili bir iklim: Afganistan savaşı bitmişti, ama şimdi savaşın ikinci evresinde neresinin vurulacağı konuşuluyor ve oklar ağırlıklı olarak Irak’ı gösteriyordu. Bir Irak savaşı kesin gibi görünüyordu 2002’de. Hindistan ile Pakistan arasındaki Keşmir sorunu da gene önümüzdeki yıl, üçüncü ve belki de nükleer bir savaşla çözülecekti anlaşılan. Diğer iklim, bildiğimiz ya da bildiğimizi sandığımız iklimdi. 2001, yeryüzünün en sıcak ikinci yılı oldu. Bu arada, penguenler de yeryüzünün mültecileri arasına katılmıştı. Yağmurlar, seller, toprak kaymaları, kar fırtınaları, aşırı sıcaklar, çatlayan topraklar, taşan nehirler arasında Arjantin’de ekonomik kriz hükumetin istifasına ve büyük sokak çatışmaları çıkıyor, Kıbrıslı Türk ve Rum toplulukların liderleri dört yıldan sonra ilk defa biraraya geliyor, Anayasa Değişiklik Paketi ile Türk Medeni Kanunu tasarısı kabul ediliyor, Yargıtay Susurluk Davası’nda 14 sanık hakkındaki mahkumiyet kararını eksik soruşturma gerekçesiyle bozuyor, AB Komisyonu’nun İlerleme Raporu’nda, Türkiye’deki reformların ‘memnuniyet verici ancak yetersiz’ olduğu belirtiliyor, ve Türkiye Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası konusunda Avrupa Birliği ile uzlaşmaya varıyordu.

Paris – Miami uçak seferi sırasında topuğundaki plastik patlayıcıyı ateşlemek isteyen Richard Reid, aslında artık sadece bir tek sorunu zihnimizden hiç kovamayacağımızı; terörün, endişenin biz her zaman hatırlamasak da içimizde bir yerlerde yaşamaya devam edeceğini gösterirken kar spreyleri yılbaşı hazırlıkları içindeki vitrinleri ağartmaya başlamıştı.

Biraz huzura ihtiyacımız vardı sadece; gözümüzü kapatıp biraz dinlenebilmeye...

Varlıklarıyla dünyayı zenginleştirenler bizi birer birer yalnız bırakmaya 2001 yılında da devam ettiler:

Necati Cumalı (yazar), Les Brown (müzisyen), Jozsef Csermak (atlet), J. J. Johnson (müzisyen), İslam Çupi (spor yazarı, İstanbullu), Orhan Asena (oyun yazarı), Balthus (ressam), Güven Nil (girişimci, Açık Radyo programcısı), Nezih Demirkent (gazeteci), Charles Trenet (müzisyen), Yannis Ksenakis (müzisyen), Ali Altuner (kaleci), Stanley Kramer (sinema yönetmeni, yapımcı), Robert Enrico (sinema yönetmeni), Jale İnan (arkeolog), John Lewis (müzisyen), Jean Bazaine (ressam), Dame Ninette De Valois (bale direktörü), Necmi Rıza Ayça (çizer), Ayhan Şahenk (işadamı), John Phillips (müzisyen), William Hanna (çizgi film yaratıcısı), Pedro Depestre (müzisyen), Didi (futbolcu), Sir Harry Secombe (komedyen), Joey Ramone (şarkıcı, besteci), Babu Chiri (şerpa), Aleksey Tupolev (uçak tasarımcısı), Rasipuram Krishna Swami Narayan (yazar), Douglas Adams (yazar), Mauro Bolognini (yönetmen), Alberto Korda (fotoğrafçı), Xolani veya Nkosi Johnson (AIDS’le mücadelenin sembolü kabul edilen G. Afrikalı çocuk), Ron Townson (müzisyen), Betty Everett (müzisyen), Jorge Amado (yazar), Larry Adler (müzisyen), Robert L. Rose (gazeteci), Sir Fred Hoyle (‘Büyük Patlama’ teriminin mucidi), Philippe Leotard (şarkıcı, aktör), Üzeyir Garih (işadamı), Michael Dertouzos (www sisteminin kurucusu), Francisco Rabal (aktör), Katharine Graham (gazete editörü), Vedat Koşal (piyanist), Eleni Küreman (Türkiye’nin ilk kadın muhabiri), Modjaji (Afrika’nın Yağmur Kraliçesi), Jack Lemmon (aktör), Joe Henderson (müzisyen), Chet Atkins (müzisyen), Tove Jansson (yazar), John Lee Hooker (müzisyen), Anthony Quinn (aktör), Christiaan Barnard (cerrah), Memet Baydur (yazar), Norman Granz (caz eleştirmeni), Cahit Koparal (müzisyen), Pauline Kael (sinema eleştirmeni), Julie Bishop (aktris), Salih Acar (ressam), Fikret Kızılok (müzisyen), Izak Ştern (müzisyen), Gellu Naum (yazar), Hikmet Şimşek (orkestra şefi), Ken Kesey (yazar), George Harrison (müzisyen), Gilbert Becaud (müzisyen), Jacques Mayol (yunusadam), Oytun Turfanda (bale sanatçısı, koreograf).

Ömer Madra – Şerif Erol – Aylin Bozyap