15 Kasım 2001 - Gerilimler

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba Kâinat!

Bugün ana tema gerilim olmakla birlikte, iyi bir haberle tefrikaya girme fırsatı da doğdu. Fırsatı iyi değerlendirmeli; çünkü, itiraf etmeliyiz ki, bütün sahte moral pompalamalarına ve medeniyet palavralarına rağmen, kâinatta ender yakalanan fırsatlardan biri bu.

Bir takım ve bir adam doğdu: Ulusal futbol takımı, yarım asra yaklaşan bir aradan sonra Dünya Kupası finallerine katılma hakkını elde etti. Orta Avrupa futbolunun temsilcisi ve kuvvetli bir futbol geleneği olan Avusturya takımını 5-0’lık bir skorla hezimete uğratan ulusal takım, yalnız final hakkını kazanmasıyla öne çıkmadı üstelik: Oynadığı sağlam hücum futbolu, dünyada üstün teknikli virtüoz (yıldız) oyunculara sahip ender takımlardan biri olması, ayrıca çalışkan, “savaşkan” ve zeki oyuncularının çokluğu ile dünyanın bütün takımları için ciddi, korkutucu bir ekip hüviyeti ile uluslararası arenada birden ortaya çıkıverdi. Yıllarca ağırlığı altında yaşamaya alışık olduğumuz aşağılık kompleksinin ortadan kalkmaya başlamasının da habercisiydi son maç.

Buna paralel çok önemli bir başka gelişme de, ulusal takımın teknik direktörü Şenol Güneş’in iki ayağı üstünde duran bir kişi, bir birey olarak birden soyadı gibi parlamasıydı. Sabah gazetesinin spor sayfalarından birinde yer alan fotoğrafta ekipteki tüm oyuncuların elleri üzerinde havalara fırlatılırken neş’e içinde gülerken gördüğümüz adam, zaferin hemen ardından yapılan basın toplantısında çok gergindi ama bu gerginlik içinde kamuoyuna verdiği çok kısa ama çok net mesajda çok ciddi şeyler söyledi:

“Ben böyle yalancı sevgi istemiyorum. Görevimi yaptığım için sevindim ama mutlu değilim. Çünkü Türkiye’nin paylaşmayı öğrenmediğini gördüm. Salı günü gerekli açıklamaları yapacağım. Ben Trabzonluyum, ben Türküm ve ben adamım.”

Tek standart, ahlâki sorumluluk, paylaşımdan ve kolektif çalışmadan başka bir doğruya inanmayan anlayış, yerelden evrensele uzanan kesintisiz bir dünya görüşü ve işte size bir “dünya vatandaşı”. Çalıştırdığı takıma tarihinin belki de en büyük zaferini kazandırdıktan hemen sonra istifa ettiği belirtilen bir teknik direktör. Zaferden hemen sonra memleketine gittiği ve Salı günkü açıklamasına kadar kesinlikle konuşmayacağı haber verilen bir adam! Günaydın Güneş!

Düşen şehirlerde coşku ve kasaplık yanyana: Kâbil düşerken şafakla birlikte kente girenlerden biri, bu kentten 8 ay önce kovulan BBC ve Independent muhabiri Kate Clark’tı: Gerçek gazeteci Bayan Clark, Clark Kent’ten (sahte gazeteci/gerçek süpermen) farklı olarak dünyayı kurtarma peşinde değildi, sadece birinci elden gözlemlerini aktarmakla yetiniyordu: Kadınlarla çocukların büyük coşku ve sevinç gösterileri ile kent girişinde “gerçek bir kurtuluş havası vardı...” diyor. “Ama Kâbil’in ilk özgürlük gününe mezbaha görüntüleri de mührünü vuruyordu.” Ağızlarına paralar tıkıştırılmış cesetlerin arasından kent merkezine ilerleyen gazeteciler, varoşlardaki özgürlük coşkusunun yerini hızla gergin bir havaya bıraktığını görüyorlar: Yağma, cinayet, azgın ve başıboş silahlı erkek çetelerinin koşuşturması ve tamamen kontroldan çıkmışlık duygusu... (Independent)

MAKAS ARTIĞI: Kâinatta ayrıca şu gerilimler de yaşandı: Barış yolunun bombalara açılmasının, “adalet” duygusunun askeri zaferle, yeni zafer naracılığının yeni bir emperyalizmle yer değiştirmekte olmasının yarattığı gerilim (Monbiot, Guardian)... özgürlüklerin iki ana kalesi ABD ve İngiltere’de özgürlüklerin askıya alınmasının (BBC, Guardian) yarattığı gerilim... Kâbil’deki insanları bekleyen belirsiz geleceğin, Kandehar’ın düşüşüne ilişkin çelişkili haberlerin, ricat halindeki Taliban liderinin BBC’ye savurduğu korkunç tehdit ve kehanetlerin, baş terorist Bin Laden’in yerinin de elindeki silahların de bilinmemesinin (BBC), Afganistan’daki “iktidar boşluğu”nun nasıl ve kimler tarafından (Türkiye ve diğer bazı müslüman nüfuslu ülkelerin binlerce askeriyle oluşturulmuş barış güçleri?) (Cumhuriyet) doldurulacağını bilmemenin yarattığı gerilim... İsrail ordusunun yeniden Filistin topraklarına girip insanları öldürüp yaralamasının (BBC) bölgeye ve bütün dünyaya etkilerini bilmemekten doğan gerilim...Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki yolun birden uzamış gibi görünmesinin (Cumhuriyet), Türkiye’nin eksikliklerini nasıl gidereceğinin ve ne zaman Avrupa uygarlığının tam parçası olacağının bilinmemesinin yarattığı gerilim... ülkede banka boşaltma gibi “çete” suçlarının DGM kapsamından çıkarılıp “düşünce suç”larının çete ve DGM kapsamında bırakılmasının (Cumhuriyet) yarattığı belirsizlikten doğan gerilim... Cezayir’deki korkunç sellerde ölenlerin ve hükûmet “ihmal”lerin korkunç boyutlara ulaşacağının tahmin edilmesinin (BBC, Guardian) yarattığı gerilim... Güneydoğu’da inşa edilmesi planlanan Ilısu barajının yapım projesinden vazgeçen Balfour’dan (BBC) sonra buradaki “boşluğu doldurmak” üzere bekleşen başka firmaların bulunması ihtimalinin yarattığı gerilim... insan klonlamanın yasaklanmasını isteyenlerin açtığı davanın görüleceği gün, mahkeme kapılarında bekleyişin (BBC) verdiği gerilim...

Neyse, iyi takım ve “adam gibi adam” bekleyenlerin geriliminde biraz azalma var...

Ömer Madra