11 Eylül 1973 Salı günü

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Şili’deki darbenin 30. yılı üzerinde biraz konuşmalıyız. 1973’te CIA, Güney Amerika’nın en eski işleyen demokrasisini yerle bir etti. Tam 30 yıl oldu ve CIA hâlâ bu konudaki rolünü ret ya da inkâr ediyor. Adalet ne zaman yerini bulacak? Sayısız belge hâlâ gizli tutuluyor. Bu, aslında CIA’nın ilk müdahalesi de değil Şili’de. İlk müdahale ne zaman başlamış, biliyor musun?

 

Mustafa Arslantunalı: Ne zaman?

 

ÖM: 1958 seçimlerine müdahale etmiş, olmamış. Sonra 1964 seçimlerine müdahale etmiş, olmamış. 1970’te de artık korktuğu başına gelmiş: Sosyalist olduğunu, iktidara gelirse bağımsız bir dış politika izleyeceğini hiçbir zaman saklamamış olan Salvador Allende adlı gözlüklü bir doktor, 70’te seçimle başkan oluveriyor. O zamanki ABD Başkanı Richard Nixon dehşete kapılıyor ve CIA’ya bir emir veriyor, “Bunu önle, iktidara gelmesin!” Çok büyük, enteresan bir seçim kampanyasının sonunda oyların 50’sinden fazlasını alarak gelmişti Allende. Bir koalisyona

Salvador Allende

filan da ihtiyaç yoktu, büyük bir seçim zaferiydi. Fakat “Başkanlık yemini etmesin” diye emir vermiş Nixon CIA’ya. O zaman da bir askeri darbeden başka çare kalmıyor tabii, tıpkı İran’da 1953’te tezgahlanmaya çalışıldığı gibi. Fakat Şili’nin uzun bir askeri geleneği var, ordu siyasete müdahale etmiyor. Demokratik süreçlere saygı gösteriyor orada Şili ordusu. O yüzden de Güney Amerika’nın en uzun süreli ayakta kalan demokrasisi. Allende’nin yemin etmesini ve görev yapmasını önlemek neredeyse imkansız. Burada en önemli etkenlerden biri de kim? Bir insan bu, General Rene Schneider, Şili ordusunun Genelkurmay Başkanı ve hem Allende’nin dostu hem de aynı zamanda demokratik sürece, çok uzun zamandan beri gelen geleneğe saygılı bir insan. Hiç böyle bir şey düşünmüyor, "seçim yapıldı, gayet güzel, gelsin" diyor.

 

O zaman CIA başka bir şey planlıyor. "Allende’den önce başka bir engeli ortadan kaldırmak lazım" diyor ve Şili Genelkurmay Başkanı Rene Schneider’i ortadan kaldırmaya kalkıyor. Bu da olmuyor ve başarısız olunca bu öldürme teşebbüsü, Allende de büsbütün güçlenerek iktidara geliyor. Tabii CIA “hayır” cevabı almaktan hoşlanan bir teşkilat değil, ABD de öyle bir ülke değil. Bunun üzerine CIA bir yeni emir alıyor Başkan’dan. “Meteorolojik” bir emir alıyor, “iklimi değiştirin, darbe iklimi olsun” diyorlar ülkede. Başkan Nixon’un ilginç de bir sözü var: “Ekonomiyi bağırt, inlesin ekonomi” diyor.

CIA başkanı Richard Helmes’a, ki Afganistan’da da kuzeni Leila Helmes’in iş gördüğünü biliyoruz Afganistan savaşından önce, o zaman CIA başlıyor sabotaj girişimlerine ve terör yayılıyor, istihbarat ajansı aynı zamanda faşist bir örgütü destekliyor: Patria y Libertad, yani “vatan ve özgürlük.” Gerillaya alıştırıyor, bombalama nasıl yapılır, vs. ondan sonra da kundaklama kampanyasına başlıyor.

 

Ayrıca tabii CIA bununla yetinmiyor, gösteriler ve grevler düzenliyor para akıtarak. ITT şirketi var meşhur çokuluslu şirket ve diğer ABD şirketleri işin içine giriyor. Onların da Şili’de ortaklıkları var. Bir de CIA’nın Şili medyası içinde de çalışmaları var, epey gazeteci ile ilişkisi olmuş medyada. En büyük gazetesi de içinde, krizi körüklüyor, “Ne olacak bu memleketin hali?” yayınlarına geçiyor en büyük gazete başta olmak üzere bütün merkez medya.

 

MA: O kadar ki, sadece gazete manşetlerine, çocuklar için hazırlanmış çizgi romanlara kadar, çizgi filmlere kadar giriyor. Doğrudan ideolojik bombardımana tutuluyor bütün Şili halkı.

 

CIA'nın listesine göre...

 

ÖM: Ne var elimizde? Hem gerçek yangın bombardımanı var, hem de ideolojik bombardımanı var. Ordunun da yurtseverliği tabii giderek eriyor ve sınırsız sayıda hikâye çıkıyor medyada: "Marksist korkunçluklar..." Tıpkı Irak’ta, Birinci Körfez Savaşında olduğu gibi, yani "Iraklılar Kuveytli bebekleri kuvözden çıkarıp ateşe attılar” gibi haberler çıkıyor, ABD’nin PR şirketleri tarafından hazırlanmış. Allende’nin de aralarında bulunduğu Marksistler ne yapıyormuş, biliyor musun? Marksist olmayanları hadım ediyorlarmış... Böyle hikâyeler çıkıyor Şili ve dünya basınında. Bir de adam yiyorlarmış, yamyammışlar! Resmen böyle haberler çıkıyor. Bir de çok önemli bir söylenti çıkıyor, “Ruslar geliyor!” korkusu çıkıyor.

 

MA: Kışın mı demişler? Bizde kışın gelir Ruslar.

 

ÖM: Orası tabii güney yarıkürede olduğu için bizde kış, orada yaz olabilir. Yani ordu tamamen tasfiye edilecek ve ülkede Sovyet üsleri kurulacak diye, “Marksist olunca öyle olur” deniyor... Nihayet darbe geliyor, 11 Eylül 1973 Salı günü, askeriyenin, ordunun en aşırı sağcı, en faşist unsurları tarafından geliyor ve tarihe unutulmaz bir zalimlik dersi veriyor. Akıl almaz şeyler yapıyor zalimlikte, Allende öldürülüyor ve bazı CIA savunucuları “intihar etti” diyor bunun için. CIA’nın ifadesi: “Kendisini makineli tüfekle öldürdü.” Bayağı uzun kolları olması, vs. gerekiyor bu iş için. Sadece Salvador Allende değil, bazı kabine üyeleri de öldürülüyorlar, katlediliyorlar oracıkta. Üniversiteler askeri yönetim altına geçiyor, muhalefet partileri tamamen yasaklanıyor ve binlerce Şilili gündelik işkencelerden geçiyor.

Darbenin hemen ardından bütün solcular derdest edilip stadyumlarda hapsedilip işkencehanelerde katledildiler. Şili’nin ünlü müzisyen-şairi Victor Jara, “solcu” şarkılar söylemenin bedelini, stadyumda önce elleri kesilerek sonra da kendisi, bedeni makineliyle taranarak ödedi mesela. ‘Missing’ adlı ilginç bir film vardı Costa Gavras’ın, ondan da ayrıca bahsetmek gerekir. Hepsi radikallerden bahsediyor, bütün öldürülenler “radikaller.” Peki faşist cuntaya bu “radikaller” listesini kim vermiş dersin?

 

MA: Kim?

 

General Augusto Pinochet Ugarte

ÖM: CIA. Askeri cunta kuruluyor, General Augusto Pinochet Ugarte... Ve artık rutin oluyor katliam ve işkence, özellikle de Colonia Dignidad diye bir hapishanede efsanevi boyutlara çıkıyor orada yapılan işkenceler, kadınlara, gençlere vs. Her taraftan da bir akın oluyor, göçmen akını oluyor Şili’ye. Bu göçmen akınını biliyor muydun?

MA: Hayır. 

ÖM: Nazi göçü. Naziler geliyorlar Güney Amerika’nın her tarafından Şili’ye akın akın. Nazi kılıç artıkları oraya geliyorlar ve Nazi ölüm kamplarının devamı da konuşuluyor. Yani sonuç olarak, demokratik ve barışçı bir ülkeyi tam bir mezbahaya dönüştürüyorlar. Ayrıca yıllar sonrasına kadar başka yerlerde, mesela Washington’da işlenen cinayetler  var. Orada da Allende’ye bağlı kalan Şilili bir diplomat olan 

Letelier’nin ve onunla beraber çalışan Horman adlı bir gazetecinin de arabalarına bomba konup öldürülmesi olayı mesela – biz bombalı işlere terör diyoruz-- orada da bir terör operasyonu oluyor ve işler devam ediyor.

 

MA: Şili’de yapılan CIA destekli darbeden sonra 17 yıllık bir askeri diktatörlük orada devam etti. Resmi açıklamalarda 4 bin insanın öldüğü söyleniyor ama bu sayının 30 bin civarında olduğu da söyleniyor. En az 50 bin insan sistematik işkenceden geçmiş durumda bu 17 yıl boyunca. Şili hâlâ bu askeri dönemin acılarını sarmaya çalışıyor aslında. Dün 11 Eylül filmini seyrettim, orada 11 yönetmenin filmleri arasında Ken Loach’un filmi de vardı. Neredeyse kendisine verilen yönetmenlik hakkını bir kenara bırakmış ve olduğu gibi bir Şili belgeseli hazırlamıştı. Orada, Londra’da mülteci durumunda olan bir Şilili, Amerikan halkına 11 Eylül faciasından sonra bir mektup yazarak, hem acılarını paylaştığını hem de kendisinin 29 - 30 yıl önce gene bir 11 Eylül Salı günü bütün Şili halkı ile beraber çektiklerini de hatırlatıyor. Her ikisinin de unutulmaması gerektiğini söylüyordu.

 

Nixon, Bush, Kissinger...

 

ÖM: Ben biraz devam edeyim. Gene bir Eylül ama bu sefer 14 Eylül’de, darbeden üç yıl sonra Amerika’da geçen bir telefon konuşmasından bahsetmek istiyorum: Telefon çalıyor ve bir hanım açıyor telefonu, adını vermeyen birisi soruyor: “Sen Orlando Letelier’nin karısı mısın?” diyor, “Evet” diyor kadın. Cevap: “Hayır, sen Orlando Letelier’nin dulusun” diyor katil ve kapatıyor telefonu. Bir hafta sonra, 21 Eylül 1976’da Şilili diplomat ve CIA’nın desteklediği darbenin, hatta yaptırdığı darbenin en önemli eleştirmenlerinden biri olan Orlando Letelier paramparça ediliyor arabasına yerleştirilen bir bombayla. Bu olay Washington’da oluyor, yani Amerikan başkanlık sarayının da bulunduğu başkentte. Ayrıca Letelier’nin Amerikalı yardımcısı genç Ronny Moffit de arabada parçalanarak ölüyor. Kocası arabadan fırlıyor metrelerce öteye, karısı ölmüş, arabada o da var ve hemen haykırmaya başlıyor: “Bunu yapanlar Şilili faşistlerdir” diye.

Haklıydı ama o faşistlerin Washington’daki destekleri çok kuvvetli ve, FBI’dan birisi biliyor zaten Letelier’nin öldürüleceğini. Fakat FBI’ın onu korumak için hiçbir şey yapmadığını da biliyor. Bombalamadan sonra CIA’nın başkanı konuşuyor, FBI’ya diyor ki: “Bu olayda Şilililerin bir parmağı yoktur.” Bu CIA başkanının adını biliyor musun?

 

MA: Hayır, neymiş?

 

ÖM: George W Bush. Yani, baba Bush. Nereden biliyormuş baba Bush Şilililerin bu işin içinde olmadığını? “Gayet iyi biliyoruz, çünkü Şili’nin gizli polisi, --o herkesi tir tir titreten-- DİNA içinde adamlarımız var” diyor. Baba Bush bunu böyle açıklıyor, “orada adamlarımız var, onlar bize söylediler, cinayette Şilililerin parmağı yoktu” diyor.

Ama doğru değil bu: CIA biliyordu. DİNA’nın bir ölüm mangası Amerika’ya gitmiş, Washington’a geçmiş, burayı öğrenmiş. Bombalamadan sonra Bush’un başkanlığındaki CIA, dosyalarından katillerin fotoğraflarını çıkartıp atmış... Ondan sonra da basında başka haberler çıkarıyorlar, “Letelier’yi kim öldürdü?” diyorlar. “Solcular öldürdü, devrim şehidi mertebesine ulaşsın diye, kendileri öldürdü” diyorlar.

 

FBI kimin öldürdüğünü hemen bulmuş zaten fakat çok zaman sonra bir Küba uçağı 73 yolcusu ile patlatıldıktan sonra onların da içinde, aynı adamların bulunduğunu, olayın içinde olduğunu öğrenince, nihayet açıklamışlar gerçek katilin kimliğini; CIA’ya bağlı Kübalı mülteciler Domuzlar koyu ve J.F. Kennedy’nin öldürülmesi olayı ile ilgili. Böyle bir şey işte...

 

MA: Bu arada ABD Dışişleri Bakanı ve Başkan danışmanlığı görevlerinde bulunan ünlü Henry Kissinger’in Şili darbesinde çok önemli bir rol oynadığını biliyoruz ve yakın zamanlarda ABD’de gazeteci Christopher Hitchens’ın başını çektiği bir grup Kissinger’in yargılanması için kampanyaya başlamışlardı. Hitchens, etraflı bir kitapta Kissinger’ın tüm marifetlerini yazmıştı. İki yıl önce 11 Eylül günü, yani Şili darbesinin yıldönümünde bu kampanyada Şilili eski generallerden bazıları Kissinger aleyhine tanıklık yapacaktı ama tam o gün 11 Eylül olayları olunca bu da toz dumana karıştı. Ama dava için çalışmalar ve kampanyalar devam ediyor, Kissinger

Richard Milhous Nixon

kendisini savunuyor. Savunması bildik bir savunma: “Herşeyi Nixon’ın emriyle yaptım.” Nixon da çoktan ölmüş durumda.

 

ÖM: Bazı ülkelere girmesinde problem var Kissinger’ın. Davalar açılmış çünkü ama bence mesele tamamen çözülmüş durumda, çünkü Kissinger biliyorsun Nobel barış ödülü alan bir insan. Eğer böyle şeyler yapmış olsaydı ona Nobel barış ödülü verirler miydi hiç?

 

MA: Verirlerdi, nitekim verdiler. Bu arada darbe öncesi Şili’nin nasıl bir ülke olduğuna dair Guardian’da ilginç bir haber var, Andy Backett’in yazısı, “70’lı yılların başında, yani Allende seçimi kazandıktan sonra olup bitenlerin en ilginçlerinden ve hiç sözü edilmeyenlerden bir tanesi de orada aslında daha 70’li yılların başlarında ilginç bir internet projesinin gerçekleştirilmiş olması. Bir Stafford Beer isimli bir İngiliz, zaten bu tür şeylerle uğraşıyormuş ve çok ilginç buluşları ve teknolojik çalışmaları varmış. Bunu ancak Allende yönetimindeki Şili hükümetine kabul ettirebilmiş, Britanya hükümetine değil.

 

İlk sosyalist internet

 

Proje şu: Bütün fabrikalardan, Şili’nin kuzeyindeki çöllerden, güneyindeki buzlu topraklara kadar bütün Şili’yi kapsayacak bir iletişim ağı kurmak, üstelik teleks makinaları ile. Bu iletişim ağı ile baştan aşağıya her yerden o andaki -tabii bugünkü internet koşullarına göre çok sınırlı bir iletişim bu- belli konularda fikirleri hatta duyguları alınabilecek. Bunu doğrudan Stafford Beer bir merkezi sinir sistemi olarak düşünmüş. Yani Şili toplumunun bir sinir sistemini bir elektrik tabanına dayalı bir sistemle yeniden kurmak, oy verenler, fabrikalardaki işçiler, hatta hükümet üyeleri, okulların hepsin buna bağlı olarak çalışacak ve böyle bir iletişim ağı gerçekleştirilecek. Nitekim gerçekleştirilmiş, ‘cybersyn’ adı verilmiş buna. İsim de çok ilginç, bugün ‘siber’ çok kullanılan bir örnek halini aldı, ama daha o zaman böyle bir şey kurulmuş. Sistem bir miktar işlemiş. Çok fazla işleyememesinin sebebi, Allende hükûmetinin grevler, komplolar ve CIA destekli kampanyalar yüzünden çok sıkıntılı olmasıymış.

 

O zamanın basını önce adamı eleştirmiş ve Orson Welles ya da hatta Sokrates’e benzetmiş, yani çok ütopik bulmuş. Fakat daha sonra, Allende darbesinden sonra bir sürü yerde daha kurulmaya hazır yüzlerce teleks makinası bulunmuş ve o zamanın tabii ki darbe hükümeti bunun ne işe yarayacağını ve ne yapılacağını anlayamamış. Bu teleks fabrikalara dağıtılıyor ve başkent Santiago’daki iki odadan kontrol ediliyor ama yönetilmiyor. Yani hükümetin bütün Şili toplumunu gözetlemek, kontrol etmek için kurduğu bir sistem değil bu. Tam tersine anında sürekli bir demokratik oylamayı yapmayı sağlayan bir sistem. Beer’in bunu Allende hükümetine kabul ettirmesi de zor olmamış, çünkü Allende de bir zamanlar politikaya atılmadan önce doktor olduğu için, sistemi biyolojik metaforlarla çok rahat anlamış merkezi sinir sistemi metaforu ile, ve desteklemiş. Öncelikle tabii yönetim ve politik sorunlarla başa çıkmak zorunda kalmışlar ama bugün bütün dünyada gerçekleşen sosyalist web siteleri ya da küreselleşmeye karşı olan barış ve adalet koalisyonlarının şimdi şimdi yapmakta olduklarını Allende döneminde Şilililer 30 küsur yıl önceden bir ölçüde gerçekleştirmişler. Özellikle Allende hükümetine karşı grevler ve boykotlar sırasında o boykotlar ve grevler hakkında bilgi almak için çok işe yaramış.

 

ÖM: Şili son derece ilginç konulardan biri, biliyorsunuz faşist Pinochet’nin 1,5 yıl kadar da bunların bedelini ödemek zorunda kalmak gibi bir durumda kalmış olması. Kendisi Londra’da göz hapsine alınmıştı. Şili, Britanya ve İspanya’nın işkenceyi önleme sözleşmesini onaylamış oldukları için işkencecileri her yerde yakalama ve takip etme görevi altına girmelerinden dolayı, İngiltere’de İspanyol sorgu yargıcı Balthasar Garzon’un müdahalesi üzerine tutuklanmıştı Pinochet. 1.5 yıl sonra –yanılmıyorsam—Dışişleri Bakanı Jack Straw onu akli melekeleri yerinde değil, bunadı vb. diye doktorlardan alelacele alınmış bir raporla ülkesine geri göndermişti. Şimdi karısı ve oğlu “babamızı ve kocamızı (Pinochet’den bahsediyorlar) şeytan yapıyorlar. Adamı -yani Allende’yi- de melek yapıyorlar. Bu ne adaletsizlik!” diye adalet arayışına geçmiş durumdalar. Günaydın Salvador ve günaydın Victor diyerek bitiriyoruz.

 

(11 Eylül 2003 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)