Kahramandan dilenciye: Odysseus anlatıyor

-
Aa
+
a
a
a

3300 yıl önce yapılan ve Homeros sayesinde neredeyse tüm detaylarını bildiğimiz bir deniz yolculuğuna davetlisiniz. Arınma, kendini bulma, toplum baskısından kurtulmayı bir de anti kahramanımız Odysseus'dan dinliyoruz.

Odysseus gemide bağlıyken bir resim
Odysseus anlatıyor
 

Odysseus anlatıyor

podcast servisi: iTunes / RSS

(23 Kasım 2021 tarihinde Açık Radyo'da Akdeniz'de Pusulasız programında yayınlanmıştır.)

 

Açık Radyo’dan herkese merhaba. Haftanın son güneşli gününde Odysseus'dan bahsetmeden önce “Yolculuklar” başlığı altında başlayalım konuşmaya.  

Tarih dediğimiz şeyi okurken aslında neredeyse hep yolculuklardan bahsediyoruz. En eskilerden ve en bilinenlerden birkaç örnekle anlatmaya çalışalım:

Tarihi yolculuklardan bahsederken Nuh Peygamber’in gemisi ile yaşadıklarından başlayabiliriz. Büyük Tufanın ardından sularla kaplı koca dünyada, başıboş şekilde köşe taşları olmayan bir denizde yol alan Nuh, suların çekilmesi ile karaya çıkar ve yeniden başlayan hayat döngüsüne vesile olur. 

Nuh’tan sonra Uruk Kralı Gılgamış'ın ölmez otu peşindeki maceralarına bakabiliriz. Bu 4000 yıllık destanda, Gılgamış aslında kendini bulmak için bir yolculuğa çıkar ve sonradan en iyi dostu olacak olan Enkidu ile karşılaşır, güreşir ve yenişemez (Burada Eski Ahit’te rabbi ile güreşen Yakup’u da anmak gerekir. Hatta bu güreşten sonra rabbi ona “İsrail” adını atfeder.). Sonra Humbaba ismindeki devi alt etmek için birlikte tekrar yollara koyulmaları anlatılır. Enkidu'nun trajik ölümünün ardından Gılgamış bu sefer ölmez otunu bulmak için sarayını ve rahat hayatını bırakıp maceraya atılır. Ölmez otunu bulur, ancak o kadar basit bir şekilde kaybeder ki biz okuyucular uğruna bu kadar emek verdiği şeyin aslında ölmez otu değil de yolculuğun kendisi olduğunu düşünürüz.

Biraz daha yaklaşalım milada; Hz. Musa, halkı ile birlikte Mısır'dan çıkıp Kızıldeniz’i ve çölü geçer. Konu, genel itibariyle, vadedilen topraklara kavuşmak için yapılan zorlu yolculuklar ve yaşanan engellerdir. Tabi Hızır ile çıktığı çok öğretici yolculuğu da atlamamak lazım ki bence Musa’nın Hz. Musa’ya evirilmesi bu süreç sonundadır. 

Yunan mitolojisinden de bir örnek verelim: Jason’a başarılmasının imkansız olduğu düşünülen bir görev verilir. Kral olabilmek için Laz diyarında Kolkhis ejderhası tarafından korunan ve bir meşe ağacına asılı duran altın postu alıp Yunanistan’a geri dönmelidir. Jason ve arkadaşlarının altın post peşinde Yunanistan'dan Karadeniz’e gelmeleri, İstanbul Boğazı’nda bulunan ve seyir yapan tüm tekneleri parçalayan kayalıkları geçip sayısız maceranın ardından altın postu almaları, yani çok zor bir dönüş yolculuğudur konu özetle. Gelinini de bulduğu bu deniz yolculuğundan döndüğünde artık bambaşka birine dönüşmüştür Jason. Hak ettiği krallığını da alır. 

Kral Herod’un, Beytüllahim ve çevresinde yaşayan iki yaşının altındaki tüm erkek çocukların katledilmesini emretmesi sebebi ile Hz. İsa’nın ve ailesinin Mısır’a kaçış yolculukları yine aklıma gelen zorlu yolculuklardan. 

Hemen peşine Aziz Pavlus'un Hristiyanlığı yaymak için çıktığı uzun yolculukları da ekleyebiliriz. İsa'nın vaazlarını ve öğretilerini pagan Roma’ya öğreten ilk Yahudi din adamı, ilk misyoner, elçi ve havariydi. Durmadan ve yılmadan zorlu yolculuklar yaptı. 

Hz. Muhammed’in ve beraberindeki Müslümanların, Mekke'den Medine'ye göç etmeleri ve bu yolculuğun sonucunda Medine'de, Medine Sözleşmesi ile günümüzde İslam devleti olarak sınıflandırılan devletlerden ilki kabul edilen Medine Şehir Devletinin kurulması da zorlu yolculuklarla şekillenmiştir.  

Binbir Gece Masalları’ndan denizci Sinbad'ın maceralarını da listeye ekleyip duralım artık.

Gemi illüstrasyonu

     Fotoğraf: Ayşegül Yeşilnil

Sorunların üstesinden gelmek, barışmak ve ilerlemek için mutlak suretle bilinçdışımız ile yüzleşmek zorundayız. Bastırdığımız ve bilinçdışına atıp üstüne beton döktüğümüz olayları çözebilmek için ise zorlamalıyız. Başka bir metafor kullanırsak, balinanın karnına girip tek başımıza kalmalı, toplumun dayatmalarını ayıklamalı ve kendimizle yüzleşmeliyiz. Bunu başarabilmenin en hızlı yolu da bana göre şu anda yaptığımız gibi “Akdenizde pusulasız gezmektir.” 

Hangi kültüre ait olurlarsa olsunlar, tüm mitoloji ve dinlerde yolculuklar önemli yer tutarlar ve birbirlerine benzerler. 

Nuh Tufanı’nın çok benzerini Hindu ve Gılgamış destanlarında bulabilirsiniz. Gılgamış da, Odysseus da yeraltına ölüler diyarına inmiş, dünyanın sonuna yolculuk yapmıştır. Birine Siduri, diğerine Kirle mihmandarlık etmiştir. Ben de Sidar olarak size mihmandarlık ediyor olabilirim. 

Odysseus ve Gılgamış’dan devam edersek, savaştıkları devler bile birbirine benzer. Denizci Sinbad ve Odysseus'un maceralarındaki benzerlikler ise bana sorarsanız rastlanın da ötesindedir. 

Başka benzerlikler de mi anlatayım? 

Hem Asur Kralı Sargon hem de Hz. Musa doğduktan sonra bir sepet içerisinde nehre bırakılmışlardır. Bunları söylerken aklıma gelen bir de bebekken sepette nehre konmuş olan Romulus ve Remus kardeşler var. Hatta bu kardeşlerin bir dişi kurt tarafından emzirildiğini söylersem, bunu başka bir hikayeye de bağlayabilir miyiz? Asena’ya mesela...Unutmadan, Remus ve Romulus’un kuzenleri de Truva'dan kaçıp Roma’ya gelmişlerdir (Hatta Roma’yı kurmuşlardır!). Ama göç konusunu başka bir zaman konuşalım isterseniz.

Zaten hikayelerdeki benzerliğin ve ortak noktaların sebebi de bilgelik ve aydınlanmanın tüm toplumlarda “yolculuk” üzerinden anlatılmaya çalışılmış olmasıdır. Bu hikayelerden herhangi birinin ipinden tutarsanız, çeke çeke hepsine ulaşabilirsiniz. Bu da işin pratik ve eğlenceli kısmı.

Bugün, müsaade edin Odysseus'dan daha detaylı bahsedeyim. Çünkü Odissea Destanı, Akdeniz yolculukları ile ilgili en detaylı tasvirleri barındırıyor. Ayrıca destanın kahramanı Odysseus bence edebiyattaki ilk “anti-kahraman”. Anti kahraman çünkü hırslarına yenik düşen, mükemmel sayılamayacak bir şahsiyet. Ama balinanın karnına girip çıkmayı da başarabilmiştir. Yıllarını, tüm adamlarını, umudunu, neredeyse krallığını ve karısı Penelope’yi kaybeder, sonunda bir dilenci bile olur ve fakat tüm bu süreçlerin sonunda kibrini yenmek sureti ile evine dönebilir. 

Bu anti-kahraman durumunu biraz açalım: Odysseus tahtını, karısını ve oğlunu İthaka'da bırakıp savaşa gitmeyi istemedi. Pek alışık olduğumuz kahramanlar gibi savaşa atılmadı yani. Hatta Homeros'un söylediğine göre, Akha komutanı Menelaus’un adamlarının kendisini Truva Savaşı’na çağırmak için yolda olduklarını öğrenince deli taklidi yapıyor tarlasına tuz ekiyor ve sabanının koşumlarının birine öküz, diğerine keçi bağlıyor. Tabii ki farklı iki cins hayvan ile tarlasını süren Odysseus dışarıdan bakıldığında akli melekelerini kaybetmiş gibi görünüyor, ancak onu almaya gelen adamlar bu numaraya kanmayıp kundaktaki oğlunu hayvanların önüne, tarlaya koyuyorlar. Ve tabii dizginler elinde olan Odysseus oğlunu ezemeyip duruyor ve oğlunu tarladan kaldırıyor. Böylelikle aslında delirmediği ortaya çıkıyor.

Bu savaşa katılırsa 20 yıl dönmeyeceğine dair kahin tarafından uyarılmış olsa da  anti kahramanımız için artık başka seçenek kalmıyor… “Bari Aşil’i yanıma alayım” diye düşünmüş olmalı ki kadın kılığında bir kralın hareminde saklanmak sureti ile sefa süren Aşil’i ikna etmek için türlü kurnazlıklar yapıyor. Diğer bir deyişle, Aşil de savaşmak için pek de gönlü olmayan bir kahramandı! Hollywood'un bize çizdiği tablodan oldukça farklı değil mi? 

Her neyse, daha önce Truva savaşının sonunda yer alan at hikayesine farklı bir bakış getirmeye çalışmıştık beraber. Hatırlarsanız, Truva Atı fikri de Odysseus’a aitti ve kendisi bizzat içinde saklanan askerlerden biriydi. İşte, 10 yıl süren savaşı bitiren anti kahramanımızın eve dönüş yolculuğuna çıkma vakti gelmişti. 

Fakat ne olmuştu da M.Ö 1200’de, Akdeniz’de pusulasız koşullarda bile 4-5 gün sürecek olacak Truva-İthaka seyri 10 yıl sürmüştü?  

Şimdi sizinle matrak bir bilgi daha paylaşmam lazım: Odysseus’un kelime anlamı ‘acıların çocuğu’dur ve 10 yıl süren eve dönüş yolculuğunda da bu isminin hakkını verir. Maceraları, psikanaliz açısından tam bir “balinanın karnına” yapılan yolculuktur. Acılarına Kikloplar’la olan macerası ile başlayalım isterseniz. 

Odysseus ve adamlarının bağlandığı adada, Kiklop ailesinden Polifemos adlı, tek gözlü bir dev yaşar. Dev, onlara misafirperverlik göstermez ve hatta kahramanımızın silah arkadaşlarından bazılarını afiyetle yer. Dev, Odyseus’a ismini sorduğunda “benim adım hiç kimse” yanıtını alır.

Bir süre sonra bu tek gözlü devi kör edip elinden kaçmayı başarırlar. Arkadaşları “Bunu sana yapan kim” diye sorduklarında, Polifemos gözünü kaybetmenin acısı ile bağırmaktadır: “Bana bunu yapanın adı hiç kimse” diye inler durur. Arkadaşları da doğal olarak hiç kimsenin yaptığı bir şey için yardıma gelmezler. 

Odysseus ve arkadaşları gemilerine binip kaçmak üzereyken anti kahramanımız dayanamaz. O koca deve bunu yapanın kendisinin olduğunu tüm dünyanın bilmesini ister ve bağırır: “Eğer seni kör eden ve aşağılayan kim diye soran olursa, hiç kimse değil, bunu sana yapan şehirleri fetheden ve İthaka’ya evine dönen Odyseus’tur!” der.

Odysseus böylelikle kibrine yenilmiştir. Yani yolculuğunu tamamlayamayacaktır. Homeros, kibrin insanın başına açtığı işleri daha iyi bir metaforla anlatabilir miydi sizce? 

Şöyle anlatalım: Kör ettiği dev, ne yazık ki Poseidon’un oğluydu ve kimsenin haberi olmadan bitebilecek bir olay, Odysseus'un tüm dünya bu “başarısını” bilsin diye kendi ismini zikrettiği için kötü bir şekilde devam edecekti. Denizden eve dönmek isteyen biri için Posidon’un oğluna kalıcı hasar vermek isabetli olmamıştı ki unutmayalım, Truva Savaşı’nda karşı tarafta olan Poseidon zaten Odysseus’tan hiç haz etmezdi. 

Yolculuk esnasında bir ara, adaları olan İthaka'ya o kadar yaklaşırlar ki kıyıdaki evler seçilmeye başlar. Ancak gemicilerden biri teknede bulunan ve İthaka'ya çıkmadan açmaları yasak olan bir bohçayı içinde altın olduğunu düşünerek açar. Ne yazık ki onları misafir eden kral, tüm kütü rüzgarları hapsetmiştir o bohçaya. Açgözlülük, verilen sözlerin önüne geçmiş ve hediye bohçasından çıkan rüzgarlar teknelerini tam ters istikamete sürüklemiştir.

İki insan, aralarında gemi

                                                                                              Fotoğraf: Ayşegül Yeşilnil

Benzer bir didaktik hikaye de gene mitolojiden Güneş’in Titan’ı, diğer adıyla Helios’tandır. Bu Titan sığırlarına çok önem verir ve bu bilgi de Odysseus’a çeşitli vesilelerle defalarca hatırlatılmıştır. Buna rağmen adasına çıktıklarında Odysseus zoru seçerek başka hayvanları avlasa da tayfaları bu sığırları keserek afiyetle yerler. Güneş’in Titan’ı durumu Zeus’a taşır ve bu adamlara dersini vermezse Güneş’i yeraltına göndermekle tehdit eder. Kaçınılmaz son yakındır; yakalandıkları bir fırtınada Zeus yıldırımları ile gemilerini batırır. Calypso’nun adasına çıkabilecek olan tek denizci, kutsal hayvanların etinden yemeyen Odysseus olacaktır. 

Ne gemisi ne de adamları vardır artık… “Ötekiler” olmadan özelliklerinin de bir anlamı kalmamıştır. Kahraman, diğerleri olmadan ne anlam taşır, ne işe yarar? Kimse bilmeyecek, görmeyecek olsa iyilik-kötülük hattı nereden çizilebilir? Başkalarına anlatma hazzı olmasa hayat yaşamaya değer mi?

Calypso’nun kelime anlamı “örten”, “saklayan” olarak çevrilebilir. Odysseus’a da aynen böyle yapmıştır. Tam yedi yıl esir kalır bu perinin adasında. Buraya bir şerh düşmek istiyorum; kahramanımızın buradaki esaretinin gönüllü olduğu kanaatindeyim. Bir Ege adasında, bu güzel su perisi ile geçirdiği yıllardan çok da şikayeti olmamış olsa gerek. Keza bir perinin savaşçıyı zorla alıkoyması pek akla yatkın gelmiyor. 

Destan bu, adı üzerinde, tam 12.109 satır. O halde biraz hızlanıp son bölüme geçelim yoksa Odysseus'un maceraları bitmeyecek.

Sonunda adasına döner fakat verilecek son bir sınavı daha vardır. Yoo! Sarayına yerleşip hem karısı hem de krallığına göz koyanlardan kurtulmak değildir esas zor olan. Bir dilenci kılığında, yokluğunda sarayına el koyup yiyip içen Antonious’tan yemek dilenmek zorundadır ve yapar da.  Hikayenin bu kısmı bana biraz Mevleviliği çağrıştırdı. Derviş olabilmenin adımlarından biri de hatırlarsanız 40 gün çilehanede kalmanın yanı sıra dinlemektir.  O güne kadar geliştirdiğin kişiliğini, egonu, kibrini geride bırakmadan aydınlanmak ne yazık ki imkansızdır. Ve dilenmek, bu yazdıklarımızı yerle yeksan edebilmek için çok iyi bir yöntem gibi görünüyor. Odysseus için de dilenmek son sınavdır ve başarılı da olur. 

Sonunda Odysseus, yokluğunda karısı ile evlenmek isteyen tüm adamları bir ok atma yarışması vesilesi ile öldürür. Tam sayı vermemiz gerekirse 108 kişiyi! Doğal olarak da öldürülen kişilerin akrabaları intikam için gelirler. Şayet tanrıça Athena müdahale etmese İthaka Adası’nda canlı kimse kalmayacaktır. Bu son tanrıça dokunuşundan da aslında Homeros’un sadece batı edebiyatının değil, tiyatronun da başlangıcı kabul edebileceğimizi düşünüyorum. Şöyle özetlemeye çalışayım; tüm trajedilerde de aynı Odysseia destanında olduğu gibi, insanların çözümsüz kaldığı son noktada bir tanrı gelip olaya el atmaz mıydı? Sahnede bir vinç yardımı ile tanrıyı indirip trajediyi sonlandırmaya Latinler “Deu ex machina” demişler, yani “makineden tanrı”. Homerik geleneğin de Atina’da, M.Ö. 6. yüzyılda tam da tiyatronun yayılması ile aynı zamanlara denk gelmesini ekleyecek olursak bu tez daha anlamlı olacaktır. 

Kısaca bir kavramdan bahsedip bitirelim mi? 

Diller canlıdırlar ve ihtiyaçlara göre kelime üretirler. Mesela destansı bir kahramanın deniz yolculuğu ile eve dönüşü ile ilgili Antik Yunan toplumunu “Nostos” kavramını üretmiştir. Evet, kahraman savaş meydanlarında büyük fedakarlık göstermiş, ordulara komuta etmiş olabilir. Ancak denizden yapılan zorlu dönüş yolculuğu ile kahramanın sınanması sadece fiziki değil, ruhsal ve gündelik hayata dair sınavları da içermesi sebebiyle dinleyicinin daha çok ilgisini çekmiş olmalı. Düşünsenize, on kaplan gücündeki kahramanımız yaşamına dilenci olarak geri dönüyor! 

Homeros da destanını Nostos kavramı üzerine kurmuş, türlü badireler atlatan Odysseus, adını tüm dünyanın duyması için çırpınan bir askerden mütevazi bir aile babasına bu yolculuk sayesinde dönüşebilmiştir. Dönüştüğü için mi 10 yıllık yolculuğu tamamlanabilmiştir, yoksa tamamladığı için mi değişmiştir sorusunu cevaplamayı Homeros bizlere bırakmıştır.

Dante ile kapatalım mı?  İlahi Komedya adlı destanında, cehennemin sekizinci halkasında Odysseus ile karşılaşan Dante, kahramanın kendi ağzından hikayesi için bambaşka bir son düşlediğini duyar, dinlemeye başlar ve hayretini gizleyemez. 

Odysesus Dante’ye ne demiş merak ettiniz mi? 

“Keşke Akdeniz’de pusulasız, başıboş bir şekilde, adadan adaya gezmeye devam etseydim de İthaka'ya dönmeseydim”