Yıldız Kenter'in ardından...

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden Türk tiyatrosunun duayen ismi Yıldız Kenter, 9 Aralık 2008'de Açık Dergi programına konuk olmuştu. 

Fotoğraf: sozcu.com.tr
Yıldız Kenter: 9 Aralık 2008
 

Yıldız Kenter: 9 Aralık 2008

podcast servisi: iTunes / RSS

(9 Aralık 2008 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)

Eraslan Sağlam:“Bir oyuncu, dans eden, şarkı söyleyen her oyuncu, her sanatçı gibi yaşsız, Alzheimer hastası, tekerlekli iskemleye bağlı, düşünsel ve fiziksel olarak kısıtlanmış kapılar, kapılar, kapılar ardında. Artık büyük göçe hazırlanıyor bilinçsiz bir bilgelikle, unutuyor, hatırlayamıyor, kırık kırpık hatırlar gibi olduklarını birbirine bağlayamıyor, unutuyor gene, kızıyor, bağırıyor, ağlıyor “Bıktım artık, burama geldi” diye sızlanıyor. Gitmeye karar veriyor bu dünyadan, nereye, bilmiyor, boşlukta. Vazgeçiyor her şeyden, sonra birden bir oyuncunun prova alışkanlığı ile “Tamam sil baştan, yeni baştan başlıyoruz” diyor, “Yaşamak güzel!” diyor ve yine bir bilgelikle sanatta arıyor, sanatta buluyor özgürlüğü düş gücüyle dans ederek, şarkılar söyleyerek mini zaferler yaratıyor kendince. Bu mini zafer halkacıklarını birleştire birleştire aydınlattığı bir yolda korkularından sıyrılarak kara kabuslarının penceresinden kaçarak o aydınlık yolda her zamanki gibi şaşkın ama mutlu, dans ederek, şarkılar söyleyerek uçuyor adeta öteki dünyaya, ölümün bile biraz gayretle bir zafer olabileceğini kanıtlarcasına.” Yıldız Kenter bu sözlerle anlatıyor son yönettiği ‘Oyun Bitti Viktoria’ oyunu ve şu anda canlı yayın konuğumuz, hoş geldiniz hocam!

Yıldız Kenter: Çok teşekkür ederim.

ES: Yıldız hoca ile birlikte aynı zamanda oyuncuları Defne Halman ve Engin Hepileri bizimle birlikte, siz de hoş geldiniz!

Defne Halman: Hoş bulduk, çok teşekkürler.

Engin Hepileri: Merhabalar, hoş bulduk.

EA: Merhaba, benim için son derece heyecan verici bu söyleşi, özellikle hocam sizi ağırlıyor olmak, bakalım söyleşinin sonuna kadar dayanabilecek mi kalbim bu duruma!

YK: Estağfurullah çok başarılı olduğunu hem görüyoruz şimdi hem duyuyorduk zaten.

EA: Teşekkür ederim hocam. Viktoria oyununu konuşmak üzere bir aradayız stüdyoda, Yıldız Kenter Defne Halman ve Engin Hepileri ile birlikte. Öncelikli olarak hocam yazarı nasıl tanıtmak istersiniz Açık Radyo’da.

YK: Bir öyküden yararlanmış Dulcinea Langfelder bir aktris, Charles Fareala diye yazarın öyküsünden yararlanmış ve kendisi için tıpkı Commedia del l'arte’de olduğu gibi bir plan yapmış, yani bir başlangıç, bir gelişme, bir bitiş gibi. Bunun üzerine sırası geldikçe doğaçlama eklemeler yapmış, böyle bir metin çıkmış ortaya ama o metin çok kıvrak, oynak, kaygan her an değiştirilmeye ve değişik toplumların coğrafyasına, dürtülerine uymaya hazır bir metin. Biz bunu aldığımız zaman elimize metinde ne yapacağımızı bilemedik fakat sonra metni biz de küçücük küçücük doğaçlamalarla küçük kısa öykülerle zincir zincir birbirine bağladık. Bu anlamda yola çıkınca bakıyorsunuz yardımlaşma üzerine bir mesaj, insan sevgisi üzerine bir mesaj, ne bileyim paylaşma üzerine bir mesaj, ırkçılık üzerine bir mesaj, bütün bu mesajlar yavaş yavaş oluştu. Unutuyor, hatırlayamıyor ama hatırladığı zaman unuttuklarından başka şeyler hatırlıyor ve bir yenilik doğuyor birdenbire. Kolay doğmuyor bu yenilik ama sıcak, komik, bazen trajik ve şaşırtıcı olabiliyor. Böyle bir doğaçlama, işte 2 gün sonra başlıyoruz, hâlâ her gün “Burada şöyle söylesek, burada şunu ilave etsek, burada bunu çıkarsak” gibi tartışmalar içindeyiz. Bu çok taze, canlı tutuyor çalışmamızı, heyecanla bekliyoruz yarın neler çıkacak acaba diye. Benim için de değişik bir çalışma oldu. Konservatuvara ilk girdiğim günlerdeki doğaçlamaları anımsadım, çok heyecanlanırdım doğaçlamanın ne olduğunu biz bilmezdik. Gerçi mahallede çocuklarla durmadan doğaçlama yaparmışız meğerse her çocuk gibi ama bunun bir ders olarak öğretildiği bir okulda ilk defa bulunuyordum ve doğaçlamadan ödüm kopuyordu, ödüm kopuyordu. Sonra Amerika’da iken bir ders vardı o da beni çok korkutuyordu; metni veriyorlar size okuyorsunuz, “Tamam metin yok oyna bunu” diyor. Kendi sözlerinle doğaçlama yaparak o metni, mesela Hamlet’in “Yaşamak mı, ölmek mi? Mesele bunda” kör talihin olumsuzlarına mı uymalı yoksa kendine bir talih yaratıp yolunu kendin mi açmalısın falan diye böyle kendi sözcüklerinle yeni bir metin kurmaya çalışıyorsun. Bu kolay bir ders değildi, ben çok sıkıntısını çektim fakat çok da şey öğrendim o tür doğaçlamalardan ama tiyatronun her şeyi hem zor hem keyifli, eğlenceli, o bakımdan katlanıyoruz.

ES: Hocam çok teşekkür ediyoruz, hakikaten heyecanınız bizim için ilham verici ve bir ders niteliği taşıyor. Bu arada Defne hanım uyardı çok teşekkür ediyorum ona, cuma günü 60. sanat yılınızı kutluyorsunuz, bunun için de kutluyoruz sizi.

YK: Ah teşekkür ederim!

ES: Uzunca bir zaman boyunca sizi sahnelerde hem oynarken hem de bunun gibi yönettiğiniz oyunlarla sizinle bir arada olmak istiyoruz sizinle izleyiciler olarak.

YK: İnşallah! Benim de gitmeye niyetim yok henüz bakalım ama benim elimde olan bir şey değil.

ES: Hocam şunu da konuşalım, bu oyunu yapmaktaki temel nedeniniz neydi, niçin bu oyunu seçtiniz?

YK: Tesadüfen seçtik, benim bu oyundan haberim bile yoktu, sonra bir gün birisi bana bir kağıt getirdi, şu ‘flyer’ dediğimiz el ilanlarından. Bana da yollamışlar, Zuhal Olcay “Bunu Yıldız yapar, yapmak ister” diye yollamış bana. Ben baktım yazarı aradım, buldum, onunla biraz konuştuk, işte o kendi “Bu doğaçlama, ne yollayayım ben size?” dedi. Sonra yolladı bir takım malzemeler. O sırada da Defne vardı, Zuhal’in dediği gibi ben değil ama Defne çok daha fazla yakışacaktı bu role, her şeyi itibariyle. Önce yaşı itibariyle sonra vücudunun dans çalışmaları yaptığı için uzun yıllar, konservatuvar mezunudur da aynı zamanda, o vücudundaki kıvraklık ve dans etme gücüyle ona çok uygundu. Yani denk düştü böyle her şey, sonra Engin’in askerliği bitti geldi, böyle bir durum oldu. Barış dekorumuzu yaptı, Cem ışıklarımızı yaptı, onlar çalışıyorlar hala tiyatroda biz buraya geldik. Böyle bir şey oldu yani çalışmalarımız da bir çeşit, buluşmalarımız da bir çeşit doğaçlama gibi oldu. İnşallah bu doğaçlamanın seyirci de biz de tadını çıkartma fırsatını yakalarız.

ES: Umarım bol seyircili bir sezon geçirirsiniz bu oyunla birlikte. Hocam Kürşat Alnıaçık’ın koreografisinden söz edelim biraz, nasıl bir koreografi var oyunda?

YK: Kürşat beden diline çok önem veren bir çocuktu ve diğer sınıftaki arkadaşlarından farklı olarak belki bunda –aynı sınıftaydılar çünkü ben sonradan ayrıldım Mimar Sinan’dan 2 üniversite fazla geldi-  Defne’den de aldığı bir ilhamla bu beden diline çok önem verdim. Defne de “Biz Kürşat’la bazı sahneler çalışmıştık, onunla çalışabiliriz” dedi. Bunun üzerine Kürşat da benim torun öğrencimdir, babası benim ilk hocalığa başladığım zaman öğrencim oldu Raik Alnıaçık. Bazen Kürşat’a “Raik” derken kendimi yakalıyorum. Benim böyle torun öğrencilerim var, öğrencimin çocuğu benim de öğrencim olmuş. Torunumun torununu görürsem cennete gidermişim, bakalım! Şimdi onu bekliyorum!

ES: Zaten cennetliksiniz hocam. Allah geçinden versin! Hocam Kürşat Alnıaçık’ın koreografisinden konuştuk, biraz da Barış Dinçel’in sahne tasarımından söz edin. Nasıl bir sahne tasarımı var oyunda?

YK: Barış deha pırıltıları olan bir çocuk, Barış da benim öğrencimin oğlu, Savaş’ın. Barış’ı çok seviyorum, ışığı yapan Cem’i de çok seviyorum, yani işlerine çok sağlam sarılan ve yürekleriyle akıllarını ortaya koymaktan hiç çekinmeyen insanlar. 3 tane tasarı, 3 çalışma getirdi bize Barış. Ben hepsini de beğendim aslında fakat Cem aralarında ışık açısından bazı anlaşmazlıklar değil de fikir uyuşmazlıkları oldu. Onun üzerine o hiç yılmadı, bir başka tasarıda, ben hepsini çok beğendim, hangisi gelseydi biz mizansenimizi ona göre ayarlayacaktık. Zorlanmadık mı? Zorlandık, çünkü düşündüğümüzün çok dışında bir dekor tasarımı geldi. Cem onu ışık açısından beğenince biz dedik ki “Buna uyarız, biz oyuncuyuz çünkü zamana ve mekana uymak bizim işimiz.” Hadi baştan başladık bu dekorlara göre hareketlerimizi, yönlerimizi değiştirmeye, bugüne kadar geldik işte değişe tokuşa, çarpışa, düşe kalka gidiyoruz.

ES: Müsaadenizle biraz da oyuncularınızla konuşalım.

YK: Rica ederim.

ES: Defne Halman, oynadığınız karakteri Açık Radyo dinleyicilerine nasıl aktarmak istersiniz?

DH: Aslında bu ilk başta okuduğunuz ve Yıldız hocamın yazdığı tanıtım zaten hepsini içeriyor ama benim ekleyeceğim ne var? Tabii çok hem zorlu, hem keyifli, hem heyecanlı bir süreç oldu bu Viktoria’yı tanımak Yıldız hocanın verdiği rejiyi, o duyguları hayata geçirebilmek, çıkarmak. Yani çok çok keyifli çok heyecanlı bir süreç oldu ve bana verilebilecek en büyük armağan diye sayıyorum böyle bir rolü bana emanet etmesi. Yani çok çok keyifli, çok müthiş bir karakter; hem oyuncu, hem dansçı öyle kabul ediyoruz Viktoria’yı yani onları da biz ekleye ekleye o doğaçlama sürecinde bazı şeyler kattık, çıkardık filan, bir iki yerde şarkılar, onları mümkün olduğu kadar güzel söylemeyi öğrenmek için çaba gösterdim. Bir süredir dans çalışmaları içerisinde değildim, yeniden dans etmek, bedenimi çalıştırmak yani bütün bunlar tabii bu sürecin çok heyecan verici, çok güzel taraflarıydı. Bir de Türk tiyatrosuna yeniden ilk başladığım yerde tekrar Yıldız hocanın yönetiminde yeniden başlamak, işte Viktoria da bazen bir şeyleri hatırlayamıyor oyun sırasında ve “Baştan başlayalım” diyor başta da okuduğunuz gibi. Ben de biraz hem baştan başlıyorum, hem başka bir yerden başlıyorum, yani ilk tiyatroya Kenter Tiyatrosu’nda Yıldız hocanın yönettiği bir çocuk oyununda başlamıştım, tekrar o sahnede işte bambaşka bir projeyle ama Yıldız hanımın hâlâ böyle bu kadar canla başla, enerjiyle, böyle dinamizmiyle bir arada olmak hepimizi çok çok heyecanlandırdı, müthiş bir ilham kaynağı tabii ki.

ES: Elbette.

DH: Ayrıca oyunumuzda bir unsur daha var, yani biz 2 oyuncu değiliz aslında 3 oyuncuyuz diyebiliriz; tekerlekli iskemlemiz var, o da belli bir hayatı olan, hareket eden, oyunumuzda bize destek olan ve bizim de onunla paylaştığımız çok önemli sahneler var, unsurlar var. Tabii o da hareketli bir alet, ona alışmak, neler yapılabilir? Onunla birlikte bir şeyler yaratmak, ortaya çıkarmak tabii işte keyifli bir çalışma daha gerektirdi.

ES: Zaten heyecanınız sesinizden, yüzünüzden hepinizde okunuyor. Engin Hepileri senden dinleyelim, nasıl bir karakterle cebelleşiyorsun şu sıralarda?

EH: Hocamızın da anlattığı gibi aslında oyun doğaçlamalara çok müsaade ettiği için bir de çalışmaya başladığımız günden beri her şeyi deniyoruz, ne olabilirse her şeyi deniyoruz. Ben Viktoria’nın bakıcısını oynuyorum Thomas Hellington, birlikte bir yolculuğa çıkıyorlar aslında. Biz izlediğimiz zaman somut olarak bir hastanede belki bir Alzheimer hastasına bakan bir bakıcıdan bahsediyoruz aslında ama görüyoruz ki işler ilerledikçe Alzheimer olmayan ya da hayatın içerisinde hepimiz gibi var olmaya çalışan, fakat birçok zorlukla mücadele etmeye çalışan bir adam var karşımızda. Bazen öyle anlar yaşıyorlar ki o ona bakıyor derken bir bakıyorsunuz ki Viktoria ona bakıyor aslında. Çok güzel bir yolculuğa çıkıyorlar birlikte, birbirleriyle küçük münakaşaları var, anlaşmaya çalışıyorlar, çok güzel bir ilişki kuruyorlar. Bu ilişki bir süre sonra öyle bir yere gidiyor ki, Viktoria özel bir hasta, çünkü herkes gibi değil bir sanatçı aslında, bir dansçı, tiyatrocu dolayısıyla hayata başka bir yerden bakıyor. Bu bakışı ve bu görüşünü bakıcı birazcık hissediyor, onda başka bir şey var ve her seferinde etkileniyor, onunla her karşılaştığında ondan başka bir şey alıyor. Bir süre sonra aslında hayat onun üstünde büyük bir baskı kursa da hayatın çıkışını Viktoria ile yakalıyor. Gene Kürşat abimin çalıştırdığı çok güzel bir dansla, birlikte yaptıkları bir dansla aslında hikaye birazcık sonlanıyor yani bakıcının hikayesi de oyunda da. Dolayısıyla ben çok çok keyifli çalışıyorum, özellikle tabii yine Yıldız hocayla olmaktan o kadar mutluyum ki, o kadar memnunum, gurur duyuyorum, şeref duyuyorum. Defne ile karşılaşmış olmak, Defne ile bunca yıl, bilmiyorum yani ben oyunculuğa başladığımda Defne Amerika’ya gitmiş galiba değil mi biz ilk kez karşılaştık ben askerden geldiğimde. Öyle bir enerji aldım ki sanki çok uzun süredir bizimle çalışıyormuş gibiydi, bütün o tiyatro sevgisi, tiyatroya her yönden sarılması aynı bizim tiyatroya baktığımız gibiydi. Bizim Yıldız hocadan öğrendiğimiz aslında sadece oyuncu olarak değil, bütün alanlarda aslında tiyatrocu olmak dediğimiz şeyi Defne’de de gördüm ve bu beni o kadar mutlu etti ki dolayısıyla müthiş bir çalışma oldu benim için, onun için çok mutluyum, çok güzel bir oyun olduğunu düşünüyorum. 13 Aralık’ta da inşallah seyirci ile buluşacağız çünkü çok uzun bir süredir çalışıyoruz, aslında ben daha askerdeyken başlamış galiba?

DH: Evet.

ES: Bol alkış diliyoruz ama öncesinde de şunu sormak istiyorum her ikinize, tabii ki kuşkusuz Yıldız hocayı takdir etmek benim haddim değil, bana düşmez böyle bir şey ama kıskançça bir soru sormak istiyorum. Yıldız Kenter gibi büyük bir hoca ve büyük bir tiyatro ustasıyla çalışıyor olmak, hele ki 60. sanat yılında çalışıyor olmak oyunculuk bilgisi olarak size neler kattı?

DH: Neler katmadı daha kısa bir soru olur herhalde! Tabii her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz, yeni bir şeyler izliyoruz, deniyoruz ve yani bu müthiş bir onur ve keyif, heyecan yani oyunculuk adına neler yapabileceğimizi aslında önümüze koyuyor. Uçsuz bucaksız bir yol o, yani bir şeyi yaptıkça onun üzerine bir şey daha getirmek, onun üzerine bir kat daha, altına bir şeyler daha eklemek, üstüne bir şeyler daha koyabilmek, yani o duyguları çıkarmak, hangisi daha doğru olur? İşte bu deneysel bir süreç oldu bu doğaçlamada da, yani çok değişik şeyler denedik, o yol gösterdi bize, arkamızda durdu, yanımızda durdu, beraber yola çıktık, yani çok müthiş bir çalışma oldu. Bunu çok duyduk “Ne kadar şanlısınız, çok kıskanıyoruz” falan diyenler, gerçekten öyle değil diye bir şey söz konusu değil, evet hakikaten öyleyiz ve böyle bir çalışmanın değeri biçilmez, hiçbir şeyle ölçülemez.

EH: Ben de biraz başka bir taraftan bakmak istiyorum. Aslında bütün bu kolaylık bizim önümüze sunuluyor, bir oyuncu olarak sen de çok iyi bilirsin ki rolün içerisinde aradığın bir şeyleri bulursun, onlara tutunursun, yavaş yavaş bir yerlere çıkmaya çalışırsın ama tutunacak dallarımız o kadar fazla ki, o kadar kolay tırmanıyoruz ki bir yandan ama bir yandan da Yıldız hocanın sayesinde o kadar kolay tırmanırken bir yandan şunu da biliyoruz ki aslında o dalların daha da zirvesi var, en tepesi var, oraya ulaşmanın zorluğu bir oyuncu için belki bazen de çok da kolay bir şey değil. Çünkü yapmak istediğiniz çok fazla şey var, belki tecrübeniz, belki yeteneğiniz sizi devamlı olarak bir yerlere götürürken bir yandan da çünkü en üst dala gitme isteği fakat o giderken bazı dallar tarafından çizilmeler, bazı dallarda küçük şeyler, düşüp tekrar kalkmalar, vb. Dolayısıyla kolay olduğu kadar bence, ben her zaman söylemişimdir, zor olanı, zor olduğunu da ben açıkçası söylemek ve itiraf da etmek istiyorum.

DH: Ama o zorlukların üstesinden gelmek de bambaşka bir güzellik, gelebilmek, gelmeye çalışmak, yani ulaşmaya çalışmak. O Viktoria’nın karakteri de biraz öyle; ne kadar zorluklarla mücadele etse de o mücadeleden vazgeçmiyor, yani direniyor işte gene hatırlayamasa da hatırlamaya çalışıyor, bir şeylere tutunmaya çalışıyor Engin’in söylediği o dallar gibi. Bizim çalışmamız da biraz öyle oldu.

ES: Evet bu zorluklara rağmen, tabii ki bu zorluklarla beraber bu zorlukların sizi ne kadar kamçıladığı ve ne kadar şevk verdiği çok ortada.

EH: Tabii.

ES: Gözlerinizden okunuyor heyecanınız. Müsaadenizle Yıldız hocayla devam etmek istiyorum.

YK: Ben bir şey ilave edebilir miyim izninizle?

ES: Estafurullah, buyurun hocam.

YK: Çocukları dinlerken Ebert’in öğrenciliğimde o Reinhart yoluyla Stanislavsky’nin metodunu getirdi Türkiye’ye. Bize söylediği bir şey vardır “Sanat zoru seçip onu kolaylaştırmak ve kolayı güzelleştirmekle mümkün olabilir” demişti. Bu oyundaki çalışmamızda sanıyorum ki biz bunu yaşadık, yani zor bir şeydi, onu kabil olduğu kadar kolay hale getirip ondan sonra güzelleştirmeye, sanıyorum çocuklar onu söylemeyi istediler. Çünkü ben de aşağı yukarı o öğretmenlerin öğrencisi olduğum için o ekolden gelmiş biri sayılırım.

ES: Viktoria 13 Aralık’ta seyirciyle buluşuyor, gösterim takvimini rica edelim sizden, ne zamanlar dinleyebilir oyunu?

EH: Tabii 13 Aralık Cumartesi saat 20.00’de oyunumuz var, 14 Aralık Pazar saat 15.00’te, sonra 17, 18 ve 19 Aralık’ta yine saat 20.00’de ‘Viktoria’yı izleyebiliriz. Yine Aralık ayında 20 Aralık Cumartesi günü ‘Otuzdokuz Basamak’ı, 21 Aralık Pazar günü de saat 15.00’te ‘Ben Anadolu’ adlı oyunumuz Kenter Tiyatrosu sahnelerinde olacak.

ES: Zaten dinleyicilerimiz günlük olarak Açık Dergi programından da takip edebilecekler gösterim takvimini. Hocam Kenter Tiyatrosu’nun bu seneki projelerini konuşalım.

YK: Bu sezonki projeleri işte devam etmekte olan Otuzdokuz Basamak, Ben Anadolu, şimdi Viktoria, daha sonra Moliere’in Cimri’si gelecek, Müşfik oynayacak inşallah, Mehmet Birkiye çok heyecanlı, çalışmaya başladılar yavaş yavaş onlar, bir de benim 60.yıl için düşündüğüm bir şey vardı ‘Sözler ve Sesler’ diye bir program; değişik şiirler devir gözetmeksizin insan üzerine, aşk üzerine değişik şiirler, bazı tiratlar, benim yazdığım bazı konuşmalardan pasajlar ‘Sesler ve Sözler’ diye keman, piyano ve benimle bir konuşma ve müzik resitali düşlüyorum, düşünüyorum, çalışmaya başladık. Bir yandan da o yetişiyor, onu aslında 12 Aralık için düşünmüştük fakat içinde bulunduğumuz koşullarda yetişmesine imkan yoktu. Onun için Aralık hediyemiz, inşallah hediye olur, layık bir hediye olur Viktoria olacak. İnşallah burada kaldığımız sürece çalışmaya devam edeceğiz.

ES: Elbette, gönlümüz de tümüyle bundan yana. Genel bir soru sormak istiyorum müsaadenizle, özel tiyatro olarak Kenter Tiyatrosu dünya tiyatro edebiyatının ki az önce söylediğiniz, Cimri’yi yapacaksınız aynı zamanda, seçkin örnekleri seyirciyle buluşturmayı ısrarla sürdürüyor. Acaba Kenter Tiyatrosu’nun bu çabasını, var olan koşullara bakarak, Türkiye’deki ve dünyadaki koşullara bakarak Açık Radyo dinleyicileriyle nasıl paylaşmak istersiniz hocam?

YK: Ben her tiyatro insanı, her tiyatro oyuncusu, yani tiyatroya ait her insan başarı peşindedir. Bunun boyutlu bir başarı olmasını arzu eder. Bizim için popülarite o kadar önemli değildir, önemlidir, yani popülariteyi küçümsediğimi sanmayın, çok önemlidir fakat bizim için önemli olan sanatsala ağırlık vermektir popülariteden çok. Biz bunu öğrendik, buna çalıştık, bu demek değil ki asık yüzlü bir tiyatrodan yanayım ben. “Aaa Kenterler çok ciddidir” derler, biz çok bulvar komedisi oynadık, fars oynadık, ben farssız, bulvar komedisiz bir tiyatroya inanmıyorum, onların da yeri vardır ama onların da hakkının verilmesi kaydıyla. Çünkü gerçekten laf olmasın diye söylemiyorum, komedi oynamak çok ciddi bir iştir ve benim şimdi Otuzdokuzunca Basamak’taki çocuklarım bunu büyük bir ciddiyetle yerine getirmekteler, büyük bir ciddiyetle inanılmaz bir komedi sergilemekteler temposuyla, hareketiyle, onların hepsini zaman zaman izlediğimde yüreğimde öyle garip bir kıpırdama, bir havalanma oluyor. Benim çok hoşuma gidiyor, övünüyorum o çocuklarla.

ES: Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum size misafirimiz olduğunuz için.

YK: Biz sana teşekkür ederiz Eraslan bizi çağırdığın için.

ES: Rica ederim.

YK: Mersi, başarılarının devamını diliyoruz.

ES: Hep birlikte! 94.9 Açık Radyo’da Açık Dergi programında bu akşam Vitoria’yı konuştuk Yıldız Kenter’in 60. sanat yılında yönettiği son oyun şu anda 13 Aralık’ta seyirciyle buluşacak. Yıldız Kenter ile birlikte oyuncuları Defne Halman ve Engin Hepileri Açık Radyo’da Viktoria’yı anlattılar, 94.9 Açık Radyo’da canlı yayında ve oyun takvimini de Açık Dergi’nin ilerleyen günlerinde devam edeceğiz.