Yas ve umut etmenin imkânı

-
Aa
+
a
a
a

10 Ekim Ankara Gar saldırısının yıl dönümünde, psikiyatrist İlker Küçükparlak ile toplumca yaşadığımız güvenlik duygusu tahribatını, yas ve umut etmenin imkânlarını konuştuğumuz bir kaydı hatırlıyoruz.

""

Yas ve umut etmenin imkânı

İlksen Mavituna:Genel olarak Ankara saldırısı, Ankara patlaması, ya da nasıl tabir etmek doğru ise, bunun ardından; empati kurma eşiğini aşan vatandaşlar endişe halinde ve güvenlik duyguları da ciddi vaziyette tahrip oldu. Bunu, en başta kişisel deneyimlerimizden biliyoruz. Sonra görüyoruz ki insanlarla da paylaştığımız bir duygu. Bu konuda görüşlerinizi almak istiyoruz. Bir uzman görüşüne başvurmak istedik, o yüzden aradık sizleri.

Nasıl aşılacak bu günler? Herkesin kafasında olan bir soru bu. Belki sonrasında da nelere sebep olacağına dair birkaç kelam edebiliriz. 

İlker Küçükparlak: Yönelttiğiniz sorular zaten bu aralar sıklıkla karşılaştığım, talep olan, ihtiyaç olan sorular. İnsanlar nasıl başa çıkabileceklerini bilmek istiyorlar. Keşke, bireysel anlamda nasıl başa çıkılabileceğine ilişkin çok fazla yolumuz olsaydı. Çünkü mevzu toplumsal bir mevzu ve etken de toplumsal olduğu için, çözümleri de toplumsal düzeyde üretmek gerekiyor. Maalesef toplumsal düzeyde bugün, bu anmanın, bunları söylemek bile garip geliyor bana ama, bugün bu anmanın yapılamayışı bile toplumun kendi kendine ürettiği bu iyileşme yönünde ki gayreti ve tutumu zedeleyen, baltalayan bir durum yaratıyor. 

Bireysel olarak hakikaten ben de çaresiz yaşıyorum. İnsanlara elle tutulur bir öneri vermek zor ama şunu söyleyebilirim en azından, bu da bir öneridir: Hem bu sıkıntıyı yaşayıp, bu acıyı hissedip, hem de bunu taşıyabilmenin bireysel bir çözümünün olabileceğini düşünmüyorum. Dayanışmadan başka bir çare, çözüm yok. 

Bazen şunu söyleyebilirim bireysel anlamda, bazı duyguların tetiklenmesinden kaçınma gibi bir tepki oluşabiliyor bu travmatik durumlardan sonra. Örneğin işte ben travmaya uğramış kişilerin öğütlerini dinlemek istemiyorum çünkü gerçekten çok kötü hissediyorum, gibi. Ya da bir cenazeye katılmak istemiyorum çünkü başa çıkamıyorum sonra bu duygularla. Dolayısıyla bu tür uyaranlardan kaçınma gibi, aslında çok anlaşılır bir kendini korumaya çalışma, bir savunma tepkisi görülebiliyor. Kaçınma tepkileri görülebiliyor. Ruh sağlığı alanında neredeyse her zaman için, bizim engellemeye çalıştığımız bir durum bu. Kaçındıkça kaçınılması gereken durum giderek artar. Özellikle de şu aşamada. Mesela grup terapilerinin iyileştirici unsurlarından bir tanesi budur: Benim gibi hisseden başka birileri daha var. Çaresizlik mi? Evet, benim gibi çaresiz olan birileri daha var. Hatta bayağı birileri daha var. Sadece bunu deneyimlemek bile aslında elimizdeki çok kısıtlı iyileştirici unsurlardan bir tanesi. O kadar az, o kadar kıymetli ki bu iyileştirici unsurlar. O yüzden bunu ihmal etmemek gerekiyor. Herkese, kendisiyle duygudaş olarak görebileceği diğerlerine temas etmeyi, diğerleriyle konuşmayı, yan yana durmayı önerebiliriz. Üzülüyorsa, üzülenlerle yan yana durmak, beraber üzülmek, beraber ağlamak. Çaresiz hissediyorsa, çaresiz hisseden diğerlerine dokunmak, diğerlerini görmek gibi birtakım önerileri kolaylıkla sıralayabilirim. Bunun dışında hakikaten bireysel anlamda çok yıkıcı ve başa çıkılması çok zor bir durum olduğunu söyleyebilirim.

İ. M: Evet, bu panik halinin yalnız geçmeyeceğini, hep beraber atlatılabileceğini söylüyorsunuz. Hikayeleri anlatmak gerekiyor galiba. Hikayeleri birbirimize baştan anlatmak gerekiyor ki, tekrar bir toplumsal bağın kurulmasının imkanı açılsın. Bir de siz zamanında yazdığınız bir yazıda toplumların olgunlaşmasından bahsetmiştiniz, Gezi ile bir tür olgunluk dönemine yaklaşıldığından bahsetmiştiniz. Belki de hatırlanması gereken bir geçmiş var. Ne dersiniz?

İ. K: Kesinlikle. Yani bir tarihsel sürecin, devam edegelen bir tarihsel sürecin içindeyiz aslında. Yaşadıklarımız bir anda, işte bir Cumartesi sabahı bir bombaya uyandık şeklinde değil. Ve zaten bu duruma verilen ruhsal tepki de hayatımız kuşaklar boyu süregelen ve bizim miras olarak aktarılan hiçbir travma yokken birden hayatımıza böyle bir şey girdi şeklinde de değil. Yani aslında bütün adı konmuş ya da konmamış, insanlar farkında olsun ya da olmasın bir şekilde kültürler olarak kendilerinin miras aldığı o güvensizlik duygusunu, o temel bir tekinsizlik ihtiyatını, tekinsizlik kültürünü faiziyle tekrardan yaşantılamış oldular böyle büyük bir olayla birlikte. Dolayısıyla yılların, hatta belki yüzyılların kabaran birikmiş bir hesabı ile birlikte baş edilmeye çalışılıyor şu anda. Tabii ki şimdiye kadar tarihsel pek çok travma yaşamış olup, bu tarihsel travmaların hiçbirini çalışamamış, hepsini örtbas etmiş. Tarihi, iktidarın o anki keyfine ve çıkarına uygun şekilde yorumlanmayı tercih etmiş, kolaya kaçmış bir toplumun özgürleri olarak bu travmaya da tepki veriyoruz. Dolayısıyla sadece bir travma değil aslında baş ettiğimiz şey.

İ. M: Peki, biraz da özel bir soru belki İlker Bey. Cevap vermek de istemeyebilirsiniz aynı zamanda. Şöyle bir şey oluyor mu gerçek hayatta? Gerçek hayatta dediğim, aslında size gelenler var, bir şekilde ofisinize danışma için geliyor olanlar var. Bu kişilerin toplumsal yaşadığımız bütün bu meseleler hakkında size anlattıkları ya da konuştuğunuz oluyor mu? Yani, mesele bu duruma geldi mi? Bir kötü hissetme halinin aslında bir danışmayla da çözülebilecek hale geldiğine inanma seviyesine kadar geldi mi sizce?

İ. K: Sizin çekincemizin kaynağı da bu muhtemelen, size spesifik örnekler vermeyeceğim elbette. Ama şunu söyleyebilirim size, bazı durumlarda kolektif, bir ruhsal alan var. Bir toplumun bir ruhsallığı var. Ve bireyler farkında olsun ya da olmasınlar, bazı olaylar, bazı durumlar bu kolektif ruhsallığı hakikaten derinden etkiliyorlar. Yakın dönemde birkaç durum var ki, örneğin Özgecan cinayeti, bütün toplumu etkiledi gibi görünüyor. Ben kendi pratiğimden bunu söyleyebilirim en azından. Aylan Bebek'in ölümü böyle bir olaya, böyle bir duruma yine neden oldu. Bence bu Ankara bombalanmasının sonuçlarını halen tam olarak göremedik, içinde yaşıyoruz. Üstelik tabii ki toplumun birer üyesi olarak kendimiz de bunun etkinliğini tecrübe ederek bir taraftan da gözlemlemeye çalışıyoruz. İçeriden gözlemlemeye çalışıyoruz. 

İ. M: Evet daha da içindeyiz. Söylediğiniz gibi, bu zamanlardan beraber çıkacağız dediniz. Ben ufak bir özet yapmaya çalışayım. Kişisel herhangi bir çözüm önermek mümkün değil dedi İlker Bey, bununla beraber de çok ağır bir yük altına girdiğimizi belirtti. Tabii ki buradan, canını yitirmiş olanların toprağı bol olsun demeyi de ihmal etmeyelim, yaralılara da acil şifa diyelim. Daha geniş bir çeperde buna şahit olanlar ve bu durumla duygu iletişimi içerisinde olanlar için de biz size bir ulaşalım istedik, çok teşekkürler görüştüğünüz için.

İ. K: Mümkünse son bir not eklemek isterim. Travma çalışmalarında, bireysel olarak yaptığımız çalışmalarda ilk meselemiz mevcut güvenliğin tesis edilmesi. Ondan sonra güvenlik duygusuyla ilgili çalışmaya, düşünmeye başlayabiliriz. Önce fiili olarak o güvenliğin tesis edilmesi. Eğer güvenli bir durum yoksa orada, hiç böyle dinleyen insanlar olmuyoruz. Hakikaten o kapıya kilit mi takılacak, o ortam mı değiştirilecek, bilmem. Ne olacaksa o güvenliğini tesis edin. Toplumsal ölçekte şu anda, bizim güvende olduğumuzu hissetmemiz gerekiyor. Bunun bu memlekette her an başımıza gelebilecek bir olay olmadığını, nasıl başımıza geldiyse bir şekilde, bir daha başımıza gelmemesi için her türlü tepkilerin alınmakta olduğunu hissetmemiz gerekiyor. Bu olmadan iyileşmek mümkün değil. Diğer konuştuğumuz her şey aslında nafile. Güvenlik açığı yok, aslında her şey yolunda, böyle şeyler olur, Ortadoğu burası, bomba patlayacak yaklaşımı bu iyileşmeyi olanaksız hale getiriyor. Bir talebimiz olacaksa eğer, öncelikle "ihmali olanlar kim?", "Sorumluluğu olanlar kim?", "Bu soruşturma nasıl yürütülüyor?" ve "Bununla ilgili bize kim hesap verecek?", "Bir daha olmaması için şu anda neler yapılıyor?" artık evet, "Dünya güvenli bir yer bizim için değil mi?"

Bunun adının konulması gerekiyor. En öncelikli toplumsal talebin, burada iyileşmekle ilgili bir talepten bahsediyorum bu arada, en öncelikli toplumsal talebin bu olması gerekiyor.