Sharon Wood ile Evliya Çelebi Belgeseli Üzerine Bir Sohbet

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Açık Dergi'de belgesel film yapımcısı ve senarist Sharon Wood ile Evliya Çelebi hakkındaki belgesel projesi üzerine sohbet ettik. 

Açık Dergi:  4 Ocak 2018: Sharon Wood
 

Açık Dergi: 4 Ocak 2018: Sharon Wood

podcast servisi: iTunes / RSS

Deneyimli belgesel film yapımcısı Sharon Wood, Nobel Ödüllerinin hikâyesini anlatan And the Oscar Goes To…filminin (2014) senaristlerinden de birisi.

 

SHARON WOOD: Evliya Çelebi ile on yıl kadar önce tanıştım. George Lucas’ın yanında belgesel yapımcı-yönetmeni olarak çalışıyordum. Dört yıllık bir zaman zarfında 100 kadar yarım saatlik belgesel film yapmıştık.

ÖMER MADRA: 100 mü?

SHARON WOOD: Evet, küçük bir grup olarak.

ÖMER MADRA: Çıldırmış olmalısınız!

SHARON WOOD: Evet, büyük ölçüde de Birinci Dünya Savaşı odaklıydı. Bunlara Lucas'ın yıllar önce yapmış olduğu “Genç Indiana Jones” adlı televizyon dizisinin DVD’leri eşlik ediyordu. Bunun eğitim amaçlı olması gerekiyordu ve bölümün birinde Indiana Jones, kendisi bir ergen olarak, Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye'de bulunuyor ve Atatürk'le tanışıyor, Halide Edip ile de tanışıyor. Ben de bunları belgeselleştirdim Atatürk ve Halide Edip ile ilgili yarımşar saatlik birer film yaptım, ki o zamanlar Halide Edip'in adını bile duymuşluğum yoktu. Ne muhteşem bir kadın o! Ve de yazar! Daha sonra da Osmanlı İmparatorluğu’yla ilgili bir belgesel yapmam isteniyordu. Yarım saat içinde bir Osmanlı İmparatorluğu belgeseli!

Bu sırada Osmanlı Zihniyeti adlı bir kitap karşıma çıktı. Çok sevindim buna, çünkü tek bir kişiye odaklanacaktım ve okumaya başladım. Kitap Evliya Çelebi’ yi anlatıyordu. Peki kimdi bu adam yahu? O kadar canlı bir kişilikti ve öylesine muhteşem bir espri anlayışı vardı ki sanki kitabın sayfalarından sıçrayıp gelecekmiş gibi hissettirirdi. 400 yıl önce yaşamış olduğuna inanasım gelmiyordu ama işte 17. yüzyılda yaşamış bir şahsiyetti.

Bu zaman dilimi, Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer dönemlerine kıyasla tarihsel açıdan o kadar da önem taşımıyordu. Ben de sonuç itibariyle bir araştırma yapmak durumunda kaldım ve elbetteki İmparatorluğu'nun kurucusu Osman Bey, ayrıca Sultan Süleyman ve sonraki padişahlar ve diğer mühim şahsiyetlerle ilgili aktarımlarda bulunmak durumunda idim tabii. Durum böyle olunca da Çelebi’yi buraya dahil edemedim. Ama edemediysem de, onu hiçbir zaman unutmadım da. Sonra 2011’de 400. doğum yılı münasebetiyle UNESCO onu yılın adamı seçti ve bu doğrultuda bir çok makale ve kitap yayınlandı. Ayrıca Çelebi'nin yazdıklarının büyük bir bölümü de İngilizce’ye çevrildi.

ÖMER MADRA: Seyahatleri de yeniden canlandırıldı, öyle değil mi?

SHARON WOOD: Bazıları, evet… Başlamakta olduğum filmin danışmanlarından biri olan Caroline Finkel...

ÖMER MADRA: Bizim yakın bir dostumuz olur kendisi...

SHARON WOOD: Ah harika! Kendisi şu Evliya Çelebi yolunun da yaratıcısıdır. Bir anlamda turistler ve de herkes için bir nevi eko-yol olageldi yıllar içinde, hem de eko-turizmi teşvik etmek için iyi bir fırsat. Düşünsenize, normalde yabancıların pek de gitmeyeceği Orta Anadolu köşelerinde yürüyerek veya at sırtında dolaşıyorsunuz – bu gerçekten muhteşem bir şey.

Biraz daha sonraları Bir Osmanlı Gezgini adlı yeni bir kitap çıktı. Robert Dankoff ve Sooyong Kim tarafından İngilizce’ye tercüme edilmişti. Bu şahsiyetler aynı zamanda benim proje danışmanlarım ve kitap, Evliya’nın İngilizce’ye çevrilmiş olan yazılarının neredeyse tamamını da içermekteydi.

Ben de bu noktada, elimde tek bir film için gerekenden çok fazla malzeme olduğunu anladım. Böylelikle, boş zamanlarımda, yavaş yavaş bunun üzerinde çalışmaya başladım – pek fazla maddi özgürlüğüm olmadığı için maalesef ancak boş zamanlarımda çalışabiliyordum.

Geçen yıl Fulbright bursuyla dört ay kadar buralardaydım. Suuyong Kim ise Koç Üniversitesi'nde profesor, Koreli-Amerikalı bir Osmanlı araştırmacısı.

KUTAY KUĞAY: İlginçmiş!

ÖMER MADRA: İdeal terkip yani!

SHARON WOOD: Evet, kendisi harika bir akademisyen! Robert Dankoff ise Chicago Üniversitesi'nde profesördü. Şimdi emeritus (emekli) profesör statüsünde. Ama neredeyse her yıl Ankara'ya gelip oradaki akademisyen arkadaşlarıyla çalışmalar yapıyor. İşte böylelikle ikisi bana ne yapmak istediğimi anlamamda önemli ölçüde yardımcı oldular. Bense şu anda para toplama aşamasındayım. Şöyle bir şey var: Zaman içinde ne kadar çok şey öğrenirsem, bunun o kadar zorlu bir iş olacağını fark ediyorum.

KUTAY KUĞAY: Çok geniş bir araştırma alanı, öyle değil mi?

SHARON WOOD: Evet, hayli geniş. Batılılara odaklandım. Evliya Çelebi’yi ve Amerikalıların, hakkında çok az şey bildikleri Osmanlı İmparatorluğu’nu tanıtıyoruz. Bu dönem, 17. yüzyıl, imparatorluğun tamamı demek değildi tabii. Ama Evliya Çelebi benim için bir çok şeyi temsil ediyor: Kozmopolitanlık, etnik ve dini hoşgörü, açık fikirlilik örneği bir kişilik... Bunlar çoğu Batılı için şaşırtıcı olacaktır. Kendisi dinibütün bir Sünni Müslüman olmasına karşın, gidip başkalarının tapınma/ ibadet biçimlerini, inançlarını yerine getirmelerini izlemiş; animistleri, Budistleri, bunlara ilaveten Müslüman ve Hıristiyan karışımı ibadet biçimlerinin bunlarla bileşimlerini gözlemlemiş ve sonuçta şunu söylemiş: “Evet tüm bunlar bence çok garip şeyler ama onların örf ve adetleri böyle. Ben kim oluyorum ki bunları eleştireyim?”

ÖMER MADRA: Evliya Çelebi’nin tamamen objektif olduğunu mu söylemeliyiz bu durumda?

KUTAY KUĞAY: Ve de açık fikirli. Bence bu Evliya Çelebi’nin belirleyici özelliklerinden biri. Ayrıca kapsayıcı bir yanı da var, verilerin hepsini içerici bir tavrı var. Belgelere, dokümantasyona da seçici değil, bütünleştirici bir yaklaşımı var. Bu bakımdan da KPFA ile, Açık Radyo ile benzerlik göstermekte, kanımca!

SHARON WOOD: Evet, tamamen!

ÖMER MADRA: Evet, bir bakıma öyle. Evliya Çelebi’nin seyahatleri programı yapmalıyız belki de.

SHARON WOOD: Evet, Evet muhakkak. Harika olur bu, evet. Robert Dankoff,  Ankara’da Nuran Tezcan ile birlikte çalışıyor…bu akademisyenler mükemmel. Evliya Çelebi uzmanları. Birinci sınıf Evliyaologlar yani...

KUTRY KUĞAY: İlginç bir unvan!

SHARON WOOD: Evet evet böyle bir program çok iyi olur, çünkü batılıların dünyanın bu bölgeleri ile ilgili anlayışları çok kısıtlı. Geçmişi ve bugünü hakkında... Kanımca Evliya Çelebi bu konuda insanların farklı bakış açılarına sahip olmalarına destek olmak için biçilmiş kaftan.

KUTAY KUĞAY: Son yıllarda İpek Yolu bir çeşit kapsayıcı kavram olarak, revaçta. Bu kavram, Çin'den Balkanlar’a kadar uzanan geniş bir coğrafyanın anlaşılmasında önemli bir etken oldu. Bunun gibi, Evliya Çelebi de içinde bulunduğumuz dönemde güney doğu Asya ile Asya'nın batı kesimindeki çeşitliliğinin anlaşılmasına, bu çok zorlu bölgelere bakışta farklı yaklaşımlara ulaşılmasına başka bir vesile olabilir.

SHARON WOOD:: Evet, doğru.

MATTHEW LASAR: Onun seyahatlerinin nerelere kadar uzandığı konusunu konuşmak da faydalı olacaktır. Muazzam menzilini vermek insanları düşündürecektir.

ÖMER MADRA: Evliya Çelebi gerçekten inanılmaz derecede dolaşmış bir seyyah, değil mi?

SHARON WOOD: Öyle. 40 yıl gezmişti.

ÖMER MADRA: 40 yıl ha? Dile kolay!

SHARON WOOD: Evet 40 yıl boyunca Viyana’dan Dağıstan'a, şimdiki güney Kafkasya olan Kalmıkya’ya değin dolaştı durdu. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu'nun tamamı ve sonra da Kuzey Afrika. Sonunda Kahire'ye yerleşti. En son gezisi ise Nil'in kaynağını araştırma amaçlı bir seyahatti, orta Sudan’a kadar indi dönüş yolunda. Eritre ile Etiyopya, onun rotasını oluşturuyordu.

KUTAY KUĞAY: Gerçekten muhteşem.

SHARON WOOD: Evet, evet. O kadar çok çeşitli yerlere gitti ki, saymakla bitmez. Buralardaki halkların, dillerin, geleneklerin, örf ve adetlerin, dokümantasyonunu yapan ilk –ve kimi zaman yegâne– insan oldu.

ÖMER MADRA: Oysa Marco Polo Batılılarca çok daha iyi bilinen biri. Bilmem ki ne demeli?

SHARON WOOD: Kesinlikle öyle. Marco Polo hatıratını kaleme bile almış değil, üstelik.

ÖMER MADRA: Evet, ben de tam bunu kast etmiştim zaten.

SHARON WOOD: Evet, Evliya her şeyi yazdı. Üstelik, anlattığı hikâyelerden kimileri gerçek olmadığı zaman bile – yani mesela şu kan emen vampirler, daha doğrusu, havalarda uçuşurken birbiriyle kapışan kan emici cadılar falan – o hikâyeler bile yörenin kültürü, gelenekleri hakkında gayet ilginç bilgiler aktarırlar.

ÖMER MADRA: Eminim Evliya Çelebi onları kendi gözleriyle görmüştür!

SHARON WOOD: Kesinlikle, bunlar size oranın kültürü ile ilgili ipucu verirler.

MATTHEW LASAR: Aslında insanı şaşırtacak kadar çeşitli grupları gözlemlemiş. Bunların arasında Kuzey Amerika yerlileri bile var !

SHARON WOOD: Bu da ilginç bir şey. Amsterdam'a gittiğini iddia ediyor, aslında hangi şehir olduğu tam olarak bilinmiyor ama Hollanda'da bir liman kenti. Orada iki Amerikan yerlisi ile tanışıyor ve onlarla sohbete koyuluyor. Hatırlarını soruyor. Onlar da gemiden henüz karaya çıktıklarını söylüyorlar, bir Avrupa gemisinden. “Bu batılılar korkunç!” diyorlar. “Bizler huzur içinde kendi hayatımızı yaşıyorduk, sonra işte bu batılılar geldi ve hayatımızı mahvettiler, her şeyi bozdular!” diye de ekliyorlar. Yani Evliya, onların hislerini paylaşmış, normalde beklemediğiniz bir şekilde onlarla empati kurmuş!...

ÖMER MADRA: Evet, tam da bugünlerde zaten Colomb’un heykelinin kaldırılması konuşulurken, Evliya gayet uygun düştü. New York’ta bu heykelin kaldırılması bayağı gündemde şimdilerde.

SHARON WOOD: Evet, evet, kesinlikle. Onun sırf emperyal fetihler İmparatorlukların kazanımları açısından bakmak yerine böyle bir uluslararası bakış açısı geliştirdiği görülüyor. Yani, demek istediğim şu: Çelebi kendisi olarak, kendi adına konuşuyor. Yoksa belirli bir imparatorluğu ya da hükûmeti temsilen değil.

Osmanlı hükümetini de bir anlamda eleştirmiştir. Bunu hafif terimlerle yapmıştır, ama eleştirmekten de kaçınmamıştır yani. Katliamları, kafa kesmeleri ve benzer şeyleri eleştirmiştir. Onun zamanında bu tip şeyler oluyordu.

Anladığım kadarıyla Ömer, sen de çevre konularıyla yakından ilgilisin. Evliya Çelebi’nin yaşadığı dönem bir tür mini buzul çağı idi. Bir gün Boğaziçi suları dondu mesela. Evliya Çelebi de yaşamı boyunca nereye giderse gitsin suyun kalitesi ile ilgili fikirlerini beyan etmiştir – içme suyunun tabii. Ayrıca, yiyecekler, yerel ürünler üzerine hep yazmıştır.  Yaşam kalitesi ile de ilgili yorumlar yapmıştır. Her daim, insanların ne derece temiz olduğu, ne kadar sağlıklı göründükleri ve toplumun ona neler hissettirdiği ile ilgili yorumlar yapmaktaydı.

ÖMER MADRA: Peki ya senin projen ne âlemde? Artık biraz da ondan bahsedelim mi?

SHARON WOOD: Ben projenin mümkün olduğunca çok sayıda insanın bir işbirliği ürünü olmasına gayret ediyorum. Henüz mali destek bulabilmiş değilim, ABD’de National Endowment for the Humanities’den (Beşeri Araştırmalar Ulusal Kuruluşu) devletten destek alabilmek için yeniden başvuru yaptım. Bir ‘trailer’ yapacağım. Bu şekilde önümüzdeki sonbaharda bir miktar fon bulabileceğimi umuyorum. Ama esas olarak ben bu projede Türk ve Avrupalı ortaklarla birlikte çalışmak istiyorum. Çünkü bir anlamda geçmişle bugün arasında bir köprü oluşturmak amacındayım. Bu film sadece azıcık hareketli bir Osmanlı minyatürleri sergisinden ibaret olsun istemiyorum. Aslında onlar da çok güzel ve onları da göstermek istiyorum tabii, ama ben asıl, Çelebi’nin anlatmış olduğu yerleri, bunların zamanla nasıl bir değişime uğradıklarını veya değişime uğramamış olduklarını göstermek peşindeyim.

Mesela, şimdi biz buradan Bosna Hersek’e gidiyoruz. Basit görünen ama belki de o kadar basit olmayan bir örnek, Mostar, mesela.

Evliya Çelebi’nin Mostar köprüsü ile ilgili yazdıkları da var, kendisinden bir asır önce Osmanlıların inşa ettiği köprü bu. İşte gençler köprüden aşağıdaki suya atlıyorlar ve Evliya bunları yazıyor...

ÖMER MADRA: Mostar köprüsü bir de son savaşta bombalanmıştı!

SHARON WOOD: O bombardıman olayının çekimleri mevcut, köprü de sonra nehirden aynı taşlar çıkarılarak ve aynı tarza bağlı kalınarak yeniden inşa edildi. Neredeyse eski haline yakın bir şekilde yapıldı. Ben de işte köprünün bütün bu aşamalarını gösterebilirim. Evliya’nın anlattıklarını, Köprünün bugününü vesaire anlatabilmeyi, hani sakilliğe düşmeden belli şartlarda bunu yapabilmeyi isterim. Sonuçta, filmde yapmak istediğim geçmiş unsurlarla şimdikileri bir bağlam içinde –

KUTAY KUĞAY: Bağlantılarla bugüne ulaştırabilmek, sembollerle diyelim mesela, ilginç bir şey olurdu bu.

ÖMER MADRA: Açık Radyo yirmi iki yıl önce ilk yayına geçtiğinde, Bosna savaşı devam etmekteydi. Yavaşlamıştı biraz, ama daha sona ermemişti. Bizim radyoda da “Bosna Günlüğü” diye bir program yapıyorduk. Her gün yarım saat kadar Saraybosna sakinlerinden bir kadına, bir delikanlıya, bir kız çocuğuna filan bağlanıyor, onların gündelik hayat izlenimlerini canlı olarak aktarıyorduk. Anlatılanlar zaman zaman bayağı yürek burkucu olabiliyordu.

SHARON WOOD: Eminim öyledir. Kesinlikle.

KUTAY KUĞAY: Aynı şey bana KPFA’de oldu Stanford’lı birkaç öğrenci vardı, beni arayıp Saraybosna'da olup bitenleri konuşmak üzere gelmek istediklerini söylediler. O sırada şehir kuşatma altındaydı. Susan Sontag gibi önemli şahsiyetler direnişçileri desteklemekteydiler. İşte bu öğrencilerle müzikle, söyleşili bir program yaptık, çok duygusal olmuştu.

SHARON WOOD: Eminim. Söz müzikten açılmışken, bu tabii, filmin önemli bir öğesi. Filmde elbette tarihî müzikler olacak. Osmanlı müziği, farklı yörelerden yerel müzikler. Ama bilgilendirmek amacıyla çağdaş müzikler de olacak. Bir çok tarihsel araştırma yapmam gerek, en azından İngilizce’ye çevrilmiş olanlardan. Tanıdığım pek çok tarihçi ile konuşabilirim ve bunları yazıya dökebilirim. Yardıma ihtiyacım olan konulardan biri de Çelebi'nin seyahat ettiği yerlerden insanlar bulmam gerek. Buraları bilen insanlar yani. Bizim yaptığımız, bir yerlere gittiğimizde sadece yüzeyi kazımaktan ibaret. Evliya da bir anlamda böyle yapıyordu tabii; ama aynı zamanda gittiği yerlerdeki insanlarla tanışırdı, onları tanırdı Yetersiz bulduğunda da oralara yeniden dönerdi. Yani benim de yapmak istediğim bu. Kültürel önemi haiz yerleri iyi bilen oralı insanlarla çalışmak. Filme ekleyebileceğim resimler, insanlar, nesneler bulmak, onlara ulaşmak. Benim kendi başıma bulamayacağım, bilemeyeceğim şeylere.

KUTAY KUĞAY: Oralarda yaşayanların verdiği birinci elden bilgi.

SHARON WOOD: Evet, birinci elden. Kesinlikle. Ben yavaş yavaş yolumda ilerlerken peşine düşeceğim şeylerden biri bu.

ÖMER MADRA: Filmin uzunluğu ne kadar olacak?

SHARON WOOD: Sanırım 90 dakika olacak. Kamu  televizyonu ve Amerika Birleşik Devletleri için pek de makbul olmayan bir süre bu. Çünkü onlar bir saatlik programları tercih ediyorlar. Ama bir saat, makaslanmış bir Çelebi getirebilir ancak. Ama, belki de bir adet bir saatlik, bir de daha uzun bir versiyon yapabilirim... bakalım, göreceğiz.

ÖMER MADRA: Belki bir dizi de yapılabilir.

SHARON WOOD: Bunu ben de düşündüm. Hayatımın geri kalanını buna harcayıp harcamayacağını bilemiyorum…

KUTAY KUĞAY: “Kökler” dizisi gibi mesela ! …

ÖMER MADRA: Peki başka bir soru: Matthew sana hiç yardımcı olmuyor mu?

SHARON WOOD: Burada işte. Yüreklendirerek  destek oluyor.

MATTHEW LASAR: Ben moral destek ekibiyim.

ÖMER MADRA: İşte bu her şeye bedel!

SHARON WOOD: Kesinlikle, evet. Gerçekten son derece etkileyici ve yararlı. Şimdi filmi oluşturmaya başlama zamanı. Biraz para bulmak. Ya bir miktar para bulup filme başlayacaksın, sonra biraz daha para bulup devam edeceksin.

ÖMER MADRA: İyi şanslar o zaman. Gerçekten de filmi ve alacağı tepkileri sabırsızlıkla bekliyoruz.

SHARON WOOD: Evet, mutlaka. Elimizden geleni yapacağız. Projenin bir amacı da bütün bu yerlerden insanların fotoğraf gönderebileceği bir tür web sitesi oluşturmak. Bir yerle ilgili yazdıklarını yayınlayıp insanlardan buraya fotoğraf ses ve benzeri şeylerle katkıda bulunmasını sağlamak gibi.

KUTAY KUĞAY: İnteraktif yani?

SHARON WOOD: Evet, interaktif. Çünkü o zaman çok daha uluslararası bir ortaklık çalışması haline gelmiş olacak. Ki bu da filmi daha kalıcı hale getirecek –  diye umuyoruz en azından.

KUTAY KUĞAY: İyi fikir.

ÖMER MADRA: Bence bu büyüleyici bir proje. Bol şans dileriz!...

SHARON WOOD: Çok teşekkürler, buna ihtiyacım olacak...

***

Bu söyleşi Açık Gazete'de, Sharon Wood ve eşi radyocu Matthew Lasar ile radyoculuk üzerine yaptığımız söyleşinin devamıydı. Bu güzel sohbetin başını da dinlemek isterseniz tıklayın.