Nörobilim ve Felsefe Açısından Özgür İrade

-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta Açık Bilinç'te konumuz geçen hafta kaldığımız yerden devam ederek, nörobilim ve felsefe açısından özgür irade tartışmasıydı. Konuyu, canlılar dünyasında nadir rastlanan zihinsel bir meleke olarak irade; metafizik bir sorun olarak nedensellik, önceden belirlenmişlik, ve insan hayatında özgür iradenin yeri gibi başlıklar altında ele aldık.

Açık Bilinç: 8 Mayıs 2018
 

Açık Bilinç: 8 Mayıs 2018

podcast servisi: iTunes / RSS

Son üç progamdır sürdürdüğümüz Nöro-Hukuk tartışmasını, özgür irade sorununu önce biyoloji ve nörobilim, gelecek hafta da felsefe açısından ele alarak tamamlayacağız.

Konuya, 20. yüzyılın en ilginç felsefecilerinden Ludwig Wittgenstein'ın ölümünden sonra 1953'te yayımlanan eseri "Felsefi İncelemeler"de sorduğu bir soruyla başlayalım: 

"Kolumu kaldırmam olgusundan, kolumun kalkması olgusunu çıkardığımda, geriye kalan nedir?"

Wittgenstein şöyle demek istiyor: Kolum, benim istemimden bağımsız olarak, dış faktörlerin etkisiyle (örneğin, birisi ip bağlayıp çekerse) havaya kalkabilir. Bu kolumun hareket etmesidir. Ama benim davranışım değildir. 

Davranışla hareket arasındaki fark, iradeyi işaret eder.

İrade içeren davranışın arkasında, düşünce, istek ve niyet yatar. Özne olma durumu ve davranıştan doğan sorumluluk, bu şekilde devreye girer.

Bu tür zihinsel sebepleri arada çıkarttığımızda, davranıştan söz edemeyiz.Geride kalan, rüzgarla savrulan yaprak gibi, yalnızca harekettir.

İradeyi böylece, zihinsel bir yeti olarak tanımladığımızda, canlılar dünyasında bu yetiye sahip olan ve olmayan canlıları, arada gri alanlar olsa da, birbirinden ayırabiliriz. 

İnsan, kimi basit canlıların aksine, iradesi olan bir canlı türüdür.

İrade yetisinin hangi canlılarda olup olmadığı sorusu, büyük ölçüde biyoloji ve nörobilimin alanına girer.

Ama, daha ötede bir soru var: İradesiyle davranan insan, bu davranışlarında özgür müdür? Bu da, yani özgür irade konusu, Felsefe tarihinin en tartışmalı sorularından birisi.

Felsefe literatüründe özgür irade sorunsalı ne zaman ve hangi tarihsel koşullarda ortaya çıkmıştır? Hayatımız açısından pratik sonuçları olan bir soru mudur? 

Bu soruları gelecek hafta ele alacağız. Şimdi, biyoloji ve nörobilim açısından irade yetisini biraz daha inceleyelim.

Çalışmalarını Yale Üniversitesi'nde sürdürmüş olan nevi şahsına münhasır İspanyol fizyolog ve nörobilimci Jose Manuel Delgado, canlıların davranışlarını uzaktan kontrol edebilen cihazlar geliştirmeye çalışmıştır.

Delgado, "stimoceiver" (uyaran alıcısı) adını verdiği cihazları kediler ve maymunlar gibi canlıların beyinlerine yerleştirip, radyo dalgaları göndererek bu canlıların davranışlarını doğal halinden farklı şekilde yönlendirmeyi dener.

Delgado'nun en bilinen deneyinde, orta-beyin bölgesine uzaktan kontrol edilebilen bir cihaz yerleştirilmiş olan bir boğa, matadora saldırmak üzereyken son anda davranışını değiştiriyor, sanki "içeriden frene basılmış" gibi yönünü değiştiriyor. 

Delgado, 1950'erin ilkel koşullarında bile, herhangi bir canlının davranışının uzaktan kontrol edilebileceği görüşünde. Deneylerini, psikiyatri hastası insanlara kadar genişletiyor. (Bunların etik açıdan çok sorunlu ve günümüzde kabul edilemeyecek çalışmalar olduğunu not edelim.)

Delgado'nun deneylerinde bizi ilgilendiren konu, şu:

En basit canlılar dahil hiç bir canlı, Delgado'nun deneyindeki boğa gibi dışsal faktörler ile hareket etmiyor.

Her biyolojik canlının bir organizmal bütünlüğü ve hareketlerini tetikleyen veya yönlendiren içsel mekanizmaları var.

Öte yandan, şimdi Wittgenstein'a dönüyoruz, her canlının onu harekete geçiren içsel mekanizması illa iradeye bağlı olarak, yani istek ve niyetleri doğrultusunda çalışmıyor. 

En basit canlıların hareketlerini tetiklemek için, kimi uyaranlar yeterli ve zaruri olabiliyor.

Günebakan da denilen ay çiçekleri yüzlerini güneşe döner ve çok kısıtlı hareket repertuvarları içinde gün ışığını takip ederler. Burada bir istek, niyet, ya da iradeden söz etmemiz gerekmez. 

Gün ışığı, günebakan bitkisi için zorunlu türde hareketi tetikleyen bir uyarandır.

Benzer şeyleri kimi basit organizmalar için, örneğin şekerli suyla karşılaşan karıncalar için de, söylemek mümkün olabilir. 

Uyaranların, bu canlıların hareketlerini otomatik olarak ve karşı konulamaz şekilde tetiklediğini görüyorsak, burada irade yetisinden de söz edemeyiz.

Biz insanların, iradi yeti ve davranış anlamında, Delgado'nun boğasından da, şekerli sudan uzaklaşamayan karıncalardan da farklı olduğumuz açık. 

İsteklerimizi tartıp süzen ve kimini baskılayıp diğerlerini öne çıkartan bir takım içsel filtre ve denge mekanizmalarına sahibiz.

Bu iradi filtre ve denge mekanizmalarının her daim iyi çalıştığını iddia etmiyorum. 

Hatta genellikle insan hayatı, içsel dengeleri kurmaya çalışmakla ve iradi zorlamalara rağmen istemediğimiz şeyleri yapmak, istediklerimizi yapamamakla geçebiliyor.

"İradenin gri alanı" diye adlandırdığım şey, tam da bu.

Öte yandan, yarım yamalak çalışsalar da, günebakanların ve karıncaların aksine, biyolojik olarak böyle mekanizmalar barındıran gelişmiş bir sinir sistemimiz var.

Geçen programda,Klüver-Bucy sendromuna tutulan bir kişinin bu tür iradi mekanizmalardaki bozukluk sonucu ortaya çıkan mücadelesini ve sonu hapis cezasıyla biten sapkın davranışlarını konu etmiştik.

Şimdi konuyu metafizik çerçeveye oturtalım: 

Her daim düzgün çalışan irademiz olsa bile, evrende her şeyin önceden belirlenmiş bir nedensellik ağı içinde hareket ettiği doğruysa, bizim özgürce aldığımızı sandığımız her karar, attığımız her adım, aslında bir yanılsama olabilir mi?

Yani, nörobilimsel açıdan irade yetisine sahip canlılar olduğumuz halde bile, felsefi açıdan bu iradenin özgür olmadığı, hatta olamayacağı iddiası hakkında nasıl düşünmeliyiz?

Bu da, gelecek haftanın konusu olacak.