Gerçekler, inkâr ve bilişsel uyumsuzluk

-
Aa
+
a
a
a

İnkâr ve yalan, gerçeklerle yüzleşmekten niçin daha kolay? Bilişsel uyumsuzluk niye rahatsızlık verir, nasıl çözümlenir?

20 Aralık 1954'ü, 21 Aralık'a bağlayan gece, kendilerine "The Seekers" (Arayışçılar) adını veren, Şikago merkezli bir kült grubun üyeleri, bir araya toplanmış, kıyamet anını beklemektedirler.

Dünyanın sonu gelecek ama onlar bir uzay gemisine alınarak kurtarılacaklardır.

Grubun içinde, saat gece yarısına vardığında kıyametin kopacağına inanır gibi yapan ama aslında buna inanmayan üç kişi vardır. 

Sonradan "cognitive dissonance" (bilişsel uyumsuzluk) kuramını ortaya atacak olan sosyal psikolog Leon Festinger ve iki meslektaşı.

Sahiden de geceyarısı gelir geçer, 21 Aralık günü gelir, ama kıyamet kopmaz. Gelen bir uzay gemisi de yoktur.

Grubun üyeleri, dünyanın sona ereceği düşüncesiyle işlerini, eşlerini, mülklerini terk etmiş, beklemektedirler.

Kehanet gerçekleşmeyince ne olur?

— / —

Kehanet gerçekleşmeyince, tarikatın üyelerinin dünyaları başlarına yıkılmaz.

Aptal yerine konduklarını düşünüp isyan etmezler. 

Aksine, tarikat lideri kıyametin ertelendiğini müjdelediğinde, sevinirler.

İnkâr ve yalan, gerçeklerle yüzleşmekten daha kolaydır.

Peki ama, neden?

Bu özetin başında kullandığım karikatür, bu durumu resmediyor. Soldaki masa, "rahat ettirici yalanlar" sunmakta ve alıcısı çok. Sağdaki masa ise, "rahatsız edici gerçekler" sunuyor, önünde bir kişi bile yok.

Leon Festinger'ın ana meselesi, bu durumu anlamak ve açıklamak.

Festinger, içine sızarak gözlemlediği "Seekers" tarikatı üyelerinde edindiği tecrübeleri, iki yıl sonra "When Prophecy Fails" (Kehanet Gerçekleşmeyince) başlığıyla yayımlar (1956).

Bir yıl sonra da çok ses getiren "Bilişsel Uyumsuzluk Kuramı" kitabını yayımlayacaktır.

ABD'de bir tür komplo anlatısı diyebileceğimiz türde inançlar üzerine kurulu ve genellikle uzaylılar ve bir kıyamet senaryosuna dayanan pek çok tarikat var.

Festinger'in kitabını güncelleyen daha yeni bir kitap, "Kehanetin Gerçekleşmemesi Hiç Gerçekleşmeyince" başlığını taşıyor.

Festinger'ın açıklamaya çalıştığı mesele, yalnızca kıyamet senaryolarıyla, uzaylılarla, hatta komplo kurgularıyla akalı değil.

Bilişsel Uyumsuzluk kuramının temel tezinin, sosyal hayatın pek çok başka alanına uygulanabileceğini görüyoruz.

En başta, seçmen davranışı olmak üzere.

— / —

Bilişsel Uyumsuzluk tezi şunu öne sürüyor:

Zihnimizde birbiriyle çelişen inançlar ortaya çıktığında, bu bir psikolojik stres unsuruna dönüşür, rahatsızlık yaratır.

Biz de genellikle farkında bile olmadan, bu çelişen inançlarımızı değiştirip birbiriyle uyumlu hale getiririz.

Yani burada, duygusal bir halin (rahatsızlık hissi), düşünce dünyamız üzerine dönüştürücü etkisi söz konusu.

Bu haftaki programın ana teması da bu.

Duygu-düşünce bağlantısı ve bunun komplo kurgularına inanma eğilimindeki rolü.

— / —

Çelişen inançlarımızı gözden geçirmek ve onları birbirleriyle uyumlu hale getirmek, kendi başına sakıncalı bir şey değil.

Tam tersine, inanç dünyamızın tutarlılığını korumak açısından, elzem.

Ama mesele, hangi inancı ne sebeple ve farkında bile olmadan değiştirdiğimiz.

Bir parantez açayım.

Çelişkili inançları birbirleriyle uyumlu hale getirmek konusunun, Yapay Zeka için bir muadili var.

İç çelişkileri çözmek, büyük veri tabanlarına dayanan uzman Yapay Zeka sistemlerinin çökmesini engellemek açısından özellikle önemli bir konu.

Yapay Zeka sistemlerinde, "Çelişki Çözünürlüğü" algoritmaları, veri tabanına çelişki yaratan yeni bir önerme eklendiğinde, önermeler arası uyumluluk sağlamaya çalışır.

Çelişen önermeler gözden geçirilir, yanlış olduğu saptanan önerme düzeltilir, bilgi ağında uyumluluk sağlanır.

Festinger'ın tezine göre, bu çelişki çözümlemesi insan zihninde bambaşka bir yoldan yürüyor.

Yanlış olduğu bariz olan inançlar saptanıp ayıklanmıyor.

Onun yerine, çeşitli mazeretler bulunarak duygusal olarak inkârı en kolayımıza gelen inançlar reddediliyor.

— / —

İşin içine duygularını karıştırmayan, çocukluğumun favori dizilerinden Uzay Yolu'daki Mr. Spock gibi olsaydık, sonradan gelen ve öncekileri yanlışlayarak hayal kırıklığına uğramamıza neden olan yeni bir inancın, eskilerini yerinden etmesini bekleyebilirdik.

Ama öyle değiliz.

— / —

Bilişsel uyumsuzluk tezi, komplo kurgularına inanma (ve bu inancı ne olursa olsun sürdürme) konusunda aydınlatıcı şeyler söylüyor. 

Fakat kapsamı komplolarla sınırlı değil. Seçmen davranışından, adanmışlığa, hatta kişisel ilişkilerimizde yaşadığımız tuhaflıklara kadar uzanıyor.

Diyelim bir siyasi liderin sadık taraftarısınız. Yıllar boyu söylediklerine inanmış, yaptıklarını desteklemişsiniz.

Bir gün, o kişinin düşündüğünüz gibi biri olmadığına dair bulgular karşınıza çıkıyor. Eski olumlu inançlarınızla çelişen bilgilerle yüz yüze kalıyorsunuz.

Burada idealize edilmiş anlamda "rasyonel" olan, yani Mr Spock olsanız yapacağınız şey, bu eski inançlarınızdan vazgeçmek, yeni öğrendikleriniz doğrultusunda bu hayranı olduğunuz kişiye bir daha oy vermemek olurdu.

Ama genellikle öyle olmuyor. Bunun yerine, yeni bulguları inkâr yolunu seçiyorsunuz.

"Sahte haber" diyebilirsiniz, "montaj" diyebilirsiniz, üst akıl diye mazeret bulabilirsiniz. Yeter ki eski inancınız sarsılmasın.

Yeni bulguları inkâr edip, yanlışlığı bariz olan eski inançlarda ısrar etmek, siyasi seçmen davranışını çok dirençli kılan en önemli faktör olabilir.

— / —

Peki, niye böyle? Çünkü, evet, kökleşmiş inançlarımıza yapmış olduğumuz ve vazgeçmesi zor gelen bir duygusal yatırım söz konusu.

"Yanılmışım" demek bazı durumlarda "aptal yerine konmuşum ve bunca zaman fark edememişim" demek.

Bu da hiç kolay bir şey değil.

Festinger'ın bilişsel uyumsuzluk tezi de tam bunu söylüyor.

Yangında ilk kurtarılacak olan, duygularımız. Onlara halel gelmesin, rahatsızlık hissi bünyemizi sarmasın diye, düşüncelerimizi manipüle etmeye, gerçek ve doğrudan vazgeçmeye, her an ve farkında bile olmadan razıyız.

Festinger bu tezini güçlendirmek için, "Seekers" tarikatı üyelerinin davranışlarını inceleyerek işe başlıyor. Bu tabii çok uçta bir örnek.

Bilişsel uyumsuzluğu inkâr ve mazeret yoluyla gidermemizin örnekleri hayatın her alanında karşımıza çıkıyor.

Komplolara inanmak buna dahil.

— / —

Öte yandan, bilişsel uyumsuzluğun getirdiği inkâr ve mazeret bulma durumu sonsuza kadar sürdürülebilen bir hal değil.

Bazen sınıra ulaşıyoruz. "Her şey bir yalanmış" dediğimiz, dünyaların başımıza yıkıldığı an, sosyal psikolojide "Tipping Point" (Devrilme Anı) olarak bilinen an.

Not. Gerek Bilişsel Uyumsuzluk gerekse Devrilme Anı konularını, daha önce yaptığım seçmen davranışıyla ilgili programlarda daha ayrıntılı olarak ele almıştım. İlgilenenler, Açık Bilinç arşivinden ulaşabilirler.

Devrilme Anı'na ulaşmak ve böyle bir zihinsel dönüşümden geçmek, son derece sarsıcı ve hayat boyu unutulamayan bir deneyim. 

Bu yüzden de, böyle bir anı olabildiğince ertelemeye, duygularımızı korumak için düşüncelerimizi manipüle ederek uyumsuzluğu çözmeye razı oluyoruz.

— / —

Benim bütün bu külliyattan çıkardığım hisse, şu: 

Kandırıldığımızı itiraf edememek, bıçak kemiğe dayanana kadar mazeretler bularak bu inkâr ve yanılgı halini sürdürmek, düşündüğümüzden daha yaygın.

Dolayısıyla, bununla baş etmek de sandığımızdan daha zor.

Yani bir tarikatta kendini şeyh ilan etmiş tacizci bir kişiye yıllar boyu mazeretler üreterek katlanan, hatta laf söyletmeyen müridin durumu, evet çok uç bir örnek, ama herkesin psikolojisinde bu müridin davranışında rol oynayan bir takım temel ortak noktalar olabilir.

Bunun, kötümser bir sonuç olduğunun farkındayım. Şunu söylemek isterim: Zor demek, imkânsız demek değildir. 

Sistematik ve tutarlı akıl yürütme yöntemleriyle, zihinsel alışkanlıklarımızı sorgulayabiliriz. 

Bu seri bitmeden bir programı böyle bir iki örneğe ayıracağım.