Afrikalılara göre “Covid-19 bir Avrupalı hastalığı”

-
Aa
+
a
a
a

Korona Günleri’nde Selim Badur, çeşitli ülkelerden son haberleri verirken bilimsel yayınları da paylaşmayı sürdürdü.

(30 Haziran 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Selim Badur, merhabalar.

Selim Badur: Günaydın, merhaba.

Özdeş Özbay: Günaydın.

SB: Günaydın Özdeş. Acaba Fransa’daki yerel seçimlerden bahsettiniz mi? Ben atlamış olabilirim. 

ÖM: Bahsettik, bugün değil ama dün biraz bahsettik.

SB: Basına “ekoloji dev adım attı” diye yansıyor, bunu söylememin nedeni, bu ekolojik, iklim krizi ve pandemi ilintisinin gittikçe daha çok ortaya çıkması, o nedenle yeşiller ve sol parti ittifakının Lyon, Bordeaux, Marsilya gibi büyük kentlerdeki belediyeleri almış olması önemli bir gelişme. Araya sıkıştırmak istedim. 

Dün DSÖ’nün sürekli yaptığı basın toplantısında bir kutlama gerçekleştirdi DSÖ Başkanı. Söylenen şu, diyorlar ki “30 Aralık 2019 günü Çin yetkilileri DSÖ’ye “ülkemizde nedeni bilinmeyen bir takım pnömoni, zatürre olguları var, bunları size bildiriyorum” diyor. “Bu gelişmenin üzerinden altı ay geçti ve ne yazık ki altıncı ayına girerken 10 milyon olgu ve 500 binden fazla ölümün ortaya çıktığı bir pandemi yaşadık” dendi, bu önemli bir gelişme. Aynı toplantı şu görüşlere yer verilerek devam etti: “Geçen sürede bir takım dayanışma, iyilik ve fedakarlıklar yapılırken aynı zamanda aynı ülkelerde bilgi kirliliği, dışlama, damgalama ve konunun politize olması gündeme geldi.” DSÖ grubu, aynı toplantıda, “Dayanışma günüdür artık” deyip ülkelere beş maddeden oluşan bir öncelik tanıma listesi sunmuşlar. Birincisi “ülkenizde yurttaşlarınıza sağlık sizin elinizde aslında, sağlığınızı, kendinizi ve çevrenizi koruyun. Bunları sosyal mesafe, el hijyeni gibi bir takım bildik önlemlerle yapacaksınız. İkincisi, bulaşın tamamen durdurulması için gerekli zaman eve kapanmalar ya da hastaların izolasyonuna dikkat edin, yaşamı kurtarın, bunu lütfen yurttaşlarınıza öğretin, ayrıca çeşitli ilaçlar, oksijen, deksametazon gibi tedaviler konusundaki eksiklerinizi tamamlayın. Global olarak da araştırmaya ağırlık verin, araştırmayı destekleyin ve dikkatli olun.” Bu tarz önerileri var DSÖ’nün, bu arada bu ikinci dalga konusu çok spekülasyona açık bir konu ve bu tartışılıyor. Konuyla ilgili olarak İngiltere Başbakanı Boris Johnson’a Kings College’den bir Profesör Tim Spector bir mektup, bir rapor yazdı “bunu engellemenin yolları var, birincisi çok daha süratle ve yaygın tanıya gitmek için testleri arttırmak lazım. Toplumu eğitmek lazım” diyor. DSÖ’nün biraz önce değinmeye çalıştığım bildirisine de toplumun eğitilmesi ve mesajların doğru verilmesiyle ilgili birtakım kaygılar, birtakım öneriler dile getirilmişti. Tim Spector’un raporunda da belirtiliyor “insanların ‘self izolasyon’ dediğimiz hasta oldukları zaman kendi kendilerini izole etmeleri yolu önemli diyerek vurguladığı ve eğer günde 1000 yeni olgunun altına düşer isek ki şu an için İngiltere’de 3 bin 612 imiş, ancak o zaman ikinci dalgayı korktuğumuz kadar şiddetli yaşamayız. Çünkü artık okulların kapatılması, ekonominin yeniden dondurulması, bütün bunlar çok daha güç olacaktır, onun için eylül ayında biz ikinci dalga gelmeden, madem böyle bir risk var, biz önlemlerimizi alalım” diyor.  Taramalar ve bağışıklık ya da sürü bağışıklığı, toplumsal bağışıklık, doğal enfeksiyon sonucu oluşan bağışıklık “bu hedeften çok uzağız” demiştim. Fransa’da toplum yüzde 4’ü, İngiltere’de yüzde 6’sı, dün bir yazı çıktı, New York’la ilgili bir çalışmanın sonucu New York’taki toplumun yüzde 19’unun antikor taşıdığı hesaplanmış yapılan bir preliminer çalışmada.

ÖÖ: Şimdiye kadar ki en yüksek rakam herhalde?

SB: Evet ama New York’ta salgın hem yaygın, ama yine de yüzde 60’ların çok altında, bu da çok önemli bir nokta. Gereken yüzdenin henüz oldukça gerisindeyiz. 

İlginç bir çalışma çıktı Gamma Chavarria- Miro isimli bir araştırıcı tarafından, İspanya’da yapılmış bir çalışma; Sars-cov-2 virüsü Avrupa’da hep düşünüldüğü ya da kabul edildiği gibi yaygın kanıya göre etken ocak ayında mı girdi Avrupa kıtasına yoksa daha önceden var mıydı? Sonbahara ait veriler vardı, İtalyanlar “bize bu virüs 2019 Ekim-Kasım aylarında girdiğini kanıtlandı” diyorlardı, İspanyollar “bizde ise Mart 2019’da virüs vardı” diyorlar. Demek ki tam 14 ay önce bunu PCR ile saptamışlar, saklanan atık sularda göstermişler. Elbette incelenmesi, üzerinde durulması gereken bir konu ama böyle bir iddia var. 29 Haziran dün itibariyle İran’da ve Almanya’da rekor düzeyde yayılım söz konusu oldu, ki Almanya bir kantonunu kapattı dış dünyaya, Kazakistan ve Sırbistan’da yeniden sert önlemler alınıyor. Bütün bunlar aslında -konu gündemden düşmeye başlasa bile bazı ülkelerde ya da bazı haber kanallarında- durumun pek öyle olmadığını gösteriyor çünkü hatırlayacaksınız ilk 1 milyon olguya 3 ayda varılmıştı, sonra “son 1 milyon olguya 1 ayda varıldı” dendi, sonra “800 bin” dendi, dünkü haberde “son 1 milyon olguya son 6 günde” gelindiği görülüyor; yaklaşık bir süre sonra belki biz her gün 1 milyon olguyu katlayarak gideceğiz. Buraya doğru gidiyor hastalığın yaygınlığı.

ÖM: Ben de şunu ekleyeyim izninizle, 10 bin 412 gibi gözüküyor şu andaki son rakam ve bunları daha dün konuştuğumuzda 10 milyonun biraz üstüne çıkmış durumdaydı. Yani 200-300 bin artış var bir günde, böyle acayip! Ölüm sayısı da dün 502 bin civarındaydı, şimdi 508 bini aşmış durumda olduğunu görüyoruz. Yani bir yükselme var, ayrıca da sizin sözünü ettiğinize ilaveten Hindistan’da da çok büyük bir yükseliş haberi var, İran’ın ve Avustralya’daki rekorların dışında. Yani pek öyle yatışacak gibi gözükmüyor. Onu da eklemek istedim.

SB: Evet, Hindistan’a değinmişken biliyor musunuz dün Hindistan’da nedeni bilinmeyen yeni bir hastalık alarmı verildi. Patrapur eyaletinde önce beş yaşında bir erkek çocuk daha sonra 44 yaşında bir kadın ateş ile hastaneye kaldırıldılar, yaşamlarını yitirdiler ve ne olduğunu bilinmiyor. Benzer olgular hastaneye başvurmaktaymış, böyle yeni bir sorundan bahsediliyor. Bu tamamen rastlantısal olabilir ama bu konuda artık daha duyarlı sağlık çalışanları. 

Mortalite yani ölüm oranlarına baktığımızda bir değerlendirmeye göre orta ve doğu Avrupa ülkeleri daha başarılı, bunun nedeni araştırılıyor. Örneğin Slovakya’da milyonda beş ölüm olurken İngiltere’de milyonda 628, İspanya’da 606, İtalya’da 573, Yeni Zelanda’da sadece dört, Türkiye’de hesaplamayı kendim yaptım: Milyonda 24. Neden bu ülkeler daha az insanını, yurttaşlarını yitiriyorlar? Bu araştırılmakta, Avrupa basınına göre örneğin Hırvatistan yakın zamanda savaş yaşadı, böyle xanafoik birtakım klişelerle açıklamaya çalışıyorlar, o da ilginç. Onun için toplum disiplini daha fazla, kurallara ya da birtakım önlemlere daha fazla sayıda insan daha yüksek oranda uyum gösteriyorlar. Bu arada Fransa’da ve Almanya’da ilginçtir, sosyal medyada Rus ve Çin kaynaklı haberler Le Monde ya da Der Spiegel kadar takip ediliyormuş. Oxford Internet Enstitüsü’nün bir araştırması yani Fransız ve Alman yurttaşları daha çok Rus ve Çin kaynaklı haberleri sosyal medyada izliyorlarmış, kendi basın organlarından daha fazla ya da aynı oranda. Bu arada Afrika için beklenen bir patlama bir türlü olmuyor, bunun nedeni nedir diye soran bir yazı çıktı. “Acaba burada dolaşımdaki virüs farklı mı?” diye soruyorlar ama diğer yandan nüfusun genç olması, daha az yer değiştirme söz konusu Afrikalılar için ve tabloyu ağırlaştıran bir takım ek patolojiler, hastalıklar, örneğin hipertansiyon ve diyabetin Afrika’da daha az görülmesi nedeniyle böyle bir durum var. Güney Afrika hariç Afrika genelinde mortalite daha düşük, genel kanı da artık “bu bir Avrupa hastalığı” demeye başlamış Afrikalılar, bu da ilginç bir tanımlama. 

Ülkemizde nedense her gün böyle garip garip aklı evveller haber yayarlar, dün “maskeler karbondioksit solumamıza yol açıyor, maske tehlikeli” gibi haberler çıkmaya başladı. Mehmet Ceyhan’ın da dediği gibi “karbondioksit solumanız için maskenin içine arabanın egzoz borusunu sokmanız lazım.” Böyle bir şey olmaz, böyle saçma sapan, insanları doğru uygulamalardan soğutacak haberlere elbette pek rağbet etmemek lazım. 

Bilimsel çalışmalara baktığımız zaman dün henüz hakem denetiminden geçmemiş bir makale o listede çıktı. Avashti ve arkadaşları çeşitli ülkelerdeki hastalığın insidansında yani görülme sıklığında ısı ve nem oranlarının etkisine bakmışlar. Sadece günlük ısı ile değişim Kanada ve İngiltere’deki olgu sayındaki değişim arasında bir bağlantı kurmuşlar ama genel anlamıyla herhangi bir şekilde ortamın nemi ya da ısısının Covid-19 dağılımında pek etkili olmadığını söylüyorlar, bu Hindistan’dan bir çalışma. Aynı zamanda bir çalışma da güneş ışınıyla ilintisine bakılan bir çalışma, orada da güneş ışını virüsü inaktive etmekte oldukça güçlü bir aracı olduğu söyleniyor. 

Aşılar konusunda birtakım gelişmeler var, aşılarla ilgili olarak hep vurgulamaya çalıştığımız bu korona günleri sürecinde de birincisi aşıların etkisi olacak mı? Yani bunlar yararlı sonuç doğuracak mı, verecek mi? İkincisi tabii her şeyden önce güvenilir mi? Yan etki olacak mı olmayacak mı? Birtakım sorunlara yol açacak mı? Daha sonra da işin önemli ama pratik yöne, nasıl dağıtılacak, eşit dağıtılacak mı? Bu konular gittikçe daha çok tartışılır oldu, en azından şu aşamayı galiba tamamlanmak üzere beş aşı için güvenlik sorununun olmadığı, yani yapılan ön çalışmalarda hayvan deneyleri hem de gönüllülerde akciğerde herhangi bir sorun oluşturmadığı, çünkü Sars ve Mers’te böyle sorunlar yaşandığı için aşı çalışmaları durdurulmuştu bundan önceki koronavirüs enfeksiyonlarına karşı aşıda. Bu önemli bir gelişme, önemli ve sevindirici bir gelişme ama aşıların bundan sonraki aşamada etkili olduklarının gösterilmesi, daha sonra da etkili bulunan aşının kime nasıl dağıtılacağı? Bu çok tartışılmaya başlandı, şimdiye dek niye tartışılmadı bilmiyorum ama herhalde işin bilimsel yönüyle ilgileniyordu haber kanalları. Parası olana mı dağıtılacak? Her üretici ülke önce kendi vatandaşlarına mı uygulayacak? Kimler aşılanacak? Yaşlılar, sağlık çalışanları deniyor öncelikle verilecek diye. Zorunlu mu olacak, gönüllü mü olacak? Gönüllülük esasına mı dayanacak? Tüm bunlar tartışmalı derken Fransa’dan daha önce değindiğimiz “aşı çıkarsa ben aşıyı yaptırmam” diyenlerin oranı yüzde 26 idi, dün ABD’de bu oran yüzde 49 imiş; toplumun yüzde 49’u “aşı çıksa da ben hayatta yaptırmam” diyormuş. Bu da onların yaklaşımı. 

ÖM: Evet, yani nüfusun yarısı aşı karşıtı, bilime inanmama durumu da var. Yani şunu da söyleyebiliriz, Başkan Yardımcısı Mike Pence de Teksas Valisi’nin ne kadar başarılı bir iş yaptığını ve bütün Teksaslıların kendisiyle gurur duyabileceğini, liderlik yaptığını ve bütün Teksas ekonomisini tekrar açtığını söyleyerek övmüştü. Fakat Teksas’ta tekrar muazzam bir yükselme olduğu için ki Amerika’nın en büyük nüfusuna sahip eyaletlerinden bir tanesi, muazzam bir çıkış olunca vazgeçmiş oradaki ziyaretini yapmaktan. Böyle tuhaflıklar oluyor yani, Teksas da tamamen tekrar kapatmış bazı restoranları, vs. Çünkü feci bir yükseliş var. 

SB: Evet bu politikacıların bu demeçleri hem ABD’de hem de diğer ülkelerde, dalga mı geçiyorlar? Kendileri söylediklerine inanıyorlar mı? Bu konuda benim kuşkularım var, çünkü sadece bir solunum yolu enfeksiyonu ve solunum yetersizliği, akciğer sorunu ile seyretmiyor bu hastalık, gün geçtikçe kalpte ne kadar çok hasar yaptığı ortaya çıkıyor. Dün bir olgu çıktı, 16 yaşındaki bir vaka takdimi miyokardit ile seyreden bir enfeksiyon söz konusu Sars-cov-2’ye bağlı olarak. Ayrıca 16 kişinin raporu çıktı İngiltere’den. Bir sürü nörolojik komplikasyona yol açmakta, beyin hasarına yol açmakta bu virüs. Hep söylediğim solunum yolları enfeksiyonların farklı olarak, örneğin bir grip ya da bir nezle, soğuk algınlığı etkeni virüslerden farklı olarak reseptörü yani vücuda yapıştığı hücreler üzerindeki algaçları, birçok organda, birçok sistemde var, o nedenle sadece akciğerde ve solunum yollarında kalmıyor. Bu önemli bir bulgu, yaygın enfeksiyon oluşturuyor, patolojisi gittikçe daha iyi anlaşılıyor.

ÖM: Biterken bir de soru sormak istiyorum, belki yarına da bırakabiliriz ama size bırakayım, koronavirüse karşı nispeten etkili olduğu açıklanan bir Amerikan ilaç şirketi Gilead tarafından üretilen remdesivir adlı ilacın bir kür tedavi fiyatının 2 bin 340 dolar yani yaklaşık 16 bin TL olduğu, üstelik de Amerika dışındaki gelişmiş ülkeler için belirlenen fiyat da 3 bin 120 dolar yani 21 bin 375 TL, asgari ücretlinin Türkiye’de dokuz aylık maaşına denk geliyor. Buna karşılık da işte Amerika’nın önde gelen politikacıları filan da çok kuvvetle eleştiriyorlar Berny Sanders başta olmak üzere. “İğrenç ötesi” diye nitelendirilmiş “tam bir soygun” diyorlar buna. Yani vergi verenlerin cebinden alınan paralarla böyle bir ilaç üretilmesi durumu var. Türkiye’de kullanılıyor mu remdesivir?

SB: Küresel olarak remdevisir Amerikalıların ve Fransızların Didier Raout’un önerdiği ... Remdesivir sıtmada ve romatizmal hastalıklarda kullanılan çok ucuz olan hidroksiklorokin remdevisir’e karşı böyle bir savaş var tabii. O nedenle bu hidroksiklorokin’in yasaklanmaları, durdurmaları, yani kendi ülkelerindeki bilim insanının, bir Fransız’ın önerdiği, önayak olduğu, öncülük etti bu hidroksiklorokin tedavi protokolünü kendi Fransız yetkilileri, Sağlık Bakanlığı yasakladı biliyorsunuz. DSÖ durdurdu ertesi gün açtı, Lancet’te bir yazı çıktı “hidroksiklorokin zararlıdır, bir işe de yaramaz” diye. Ondan sonra ‘Lancetgate’ oldu. Yani bu bilim dünyasında epey karanlık işler dönüyor değil mi? Ülkemizde daha çok hidroksiklorokin tedavisi kullanıyorlar. Sanıyorum bugün durmamız lazım ama yarın biraz edebiyat ve pandemi ilişkisine değinmek istiyorum. Buradan hareketle biraz daha konuyu en azından çok dramatik yönünden birazcık uzaklaştırmış oluruz. 

ÖM: Tamam, çok teşekkürler.

ÖÖ: Görüşmek üzere.

SB: İyi yayınlar, sağ olun.