Ermeni Soykırımı’nın Tanzimat’tan başlayarak kısa bir tarihi ve inkârcılık

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge, ABD Başkanı Biden’in “soykırım” ifadesini kullanarak tartışmaları bir kez daha alevlendirdiği Ermeni Soykırımı’nın tarihini kısaca aktarıyor. 

Ekonomi Politik: 26 Nisan 2021
 

Ekonomi Politik: 26 Nisan 2021

podcast servisi: iTunes / RSS

(26 Nisan 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, merhaba Feryal!

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: Herkese iyi haftalar, iyi yayınlar!

ÖM: Teşekkürler. Son derece yoğun bir haftayı geride bıraktık da diyemeyeceğim, etkileriyle devam ediyor işte. Hangi birine bakacağımızı şaşırmış vaziyetteyiz ama size de kolaylıklar dileyelim. 

AB: Hem vahim hem yoğun.

ÖM: Evet.

AB: Haftalar iyi bitmiyor ve başlamıyor. Hafta sonun öne çıkan iki konu üzerinde durmak istiyorum. Ermeni soykırımın ABD tarafından sonunda tanınması konusu birincisi, ikincisi de kripto para meselesi. Birileriyle de bağlantıları var bu işlerin. En sonunda bağlamaya çalışacağım.

Ermeni ve Kürt sorununa ilişkin on yıllar boyunca devam eden muazzam bir cehalet içindeyiz. Ermeni tehcir-soykırımın 106. yılı. Bu sürenin büyük bir bölümü, entelektüel çevreler de dahil olmak üzere bilgisizlik içinde ve yanlış bilgiyle geçti, toplumun büyük bir bölümü yalanla yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. 

ÖÖ: İnkâr!

AB: İnkâr ve yalanla yaşandı. Son yıllar bilgisizliğin aralandığı yıllar oldu Ermeni meselesi üzerine bilgilenme hangi zaman diliminde başladı? 60’lı yıllarda mı, 70’li yıllarda mı, 80’li yıllarda mı? Daha sonra mı? Hepimiz için geçerli olan ilk yüzleşme, çok geç bilgi edinmenin farkındalığı oluyor. Aslında Kürt meselesi ile tanışma sonrasında Ermeni meselesine giriş yaptık. Kürt meselesine ilişkin başlayan bazı çalışmaların araladıkları kapıdan Ermeni meselesine girdiğimizi görüyoruz. 90’lı yıllarla birlikte bu konuda Agos’un Hrant Dink’in hakkını vermek lazım; Ermeni tehcir-soykırım hakkında örtünün kalkmasını çok ciddi katkıda bulundu. Bedeli çok yüksek oldu. Kürt meselesinde İsmail Beşikçi ve diğer Kürt-Türk aydınlarının, araştırmacılarının araladığı kapıdan Ermeni meselesine doğru uzandık. Meseleyi irdelemeye başlayınca farkındalıklarda artmaya başlıyor. Biraz gerilere gidelim. 

Tanzimat’a kadar uzanalım, 1789 Fransız devrimi sonrasında Osmanlı imparatorluğun içinde bağımsızlık, özerkleşme hareketlerinin başlamasına tanık oluyoruz. 1821’de Yunanistan’ın bağımsızlığı sonrasında devleti yönetenlerin dikkatine gelen bazı konular gelmeye başlıyor. Osmanlı geriye dönük 150 yılı ıskalayınca erimeye başlıyor, nasıl baş edebiliriz ve çözüm arayışları beraberinde geliyor. “Hangi önlemlerle bağımsızlık hareketlerinin önüne geçebiliriz?” diye düşünmeye başlayanlar ve çare arayanlar var. Çıkış için Gayrimüslim vatandaşların, Müslüman vatandaşlarla eşitlenmesine ilişkin yapısal reformlar gündeme geliyor. Tanzimat reformu ile başlayan süreçten sonra, Gülhane Hatt-ı Hümayun’u geliyor. 

Öncesinde bazı yöneticiler, Sultan II. Mahmut’u reformlar konusunda ikna etmeye çalışıyorlar “efendim eğer biz bu reformları yapmazsak sonunda Asya’ya çekilmek zorunda kalacağız, Batı’yı dinlemek ve taklit etmek zorundayız, aksi taktirde Asya dan başka gidecek yerimiz yok” diyorlar. Avrupa’da eriyen tükenen bir Osmanlı var artık. Sonuçta Müslüman olmayan vatandaşların Müslümanlarla eşit olması kabul ediliyor ama bu reformların uygulanması sınırlı ve örtük bir şekilde oluyor. O devirde Anadolu’da gayrimüslim vatandaşlar üzerinde baskılar devam ediyor. Bu baskılar Ayastefanos’a kadar devam ediyor. 1877-78 savaşında Osmanlı yenilmiş, Osmanlı’nın kalbi Bab-ı Ali’ye 20 km mesafeye Ruslar gelmiş vaziyette, Ruslar zaferin simgesi olarak bir anıt dikiyorlar. Osmanlı perişan durumda. İngiliz ve Fransızların gelmesi ile Ayastefanos anlaşması, ardından Berlin konferansı Avrupa toprakları hızla kaybediliyor. Sonuçta Avrupa topraklarından atılan Osmanlı kendisine bir yurt arama telaşına düşüyor, yurt arama telaşında bakılan yer Küçük Asya ve arkası..

Önce, “Müslüman ve Gayri Müslüm Osmanlı birliği sağlanabilir mi” diye bir süre bakılıyor. Ancak Abdülhamit döneminden itibaren bu olmazsa diyerek paralel bir İslamlaştırma projesi de başlıyor. İslamlaştırmak daha sonra Türkleştirmeye dönüyor. Ancak Asya -Anadolu’da bugün küçük Asya dediğimiz bugünkü dikdörtgende, o devirde nüfusun %40-45 gayrimüslim, Müslüman olmayan Osmanlı tabasına mensup halklar yaşıyor. Elbette bu kompozisyon Osmanlı yönetimini korkutuyor. Avrupa topraklarından Kuzeyden büyük göçler var. Gelenleri Anadolu’ya taşıyacaklar ama Asya’nın yarısı İslam değil. Durumu analiz eden Abdülhamit’in çok önemli bir değerlendirmesi var, diyor ki “atalarımız çadırı yanlış yere kurmuşlar!” Orta Asya’dan gelenlerin kurduğu çadırların olduğu yerde, aslında çok ciddi başka dinlerden ve etnisitelere mensup insanlar var, Müslüman olmayan tebaalar, gayrimüslimler yaşıyor. Buraya çekilmek için temizlik gerekli! 

Yenilen Osmanlı’nın önüne Berlin konferansında, Osmanlı toplumu içinde var olan özerkleştirme talepleri de geliyor. Ermenilerin talepleri de ele alınıyor, bazı sözler veriliyor. Özerk yöneticiler atanacak deniliyor ama uyulmuyor, bu pakette ıskalanıyor. Abdülhamit döneminde İslamlaştırma politikası işlemeye başlıyor. 1894, 96 ve 1906’da Ermenileri Anadolu’nun değişik yerlerinde hem göçe zorlama, hem de kırım ve öldürme olayları yaşanıyor. Yüzbinlere varan kırımlar göçler gerçekleşiyor. Bu olaylar, özellikle Fransız parlamentosunda, Avrupa o zamanki parlamentolarında gündeme geliyor. Osmanlı toplu kırım ve sürgün yapıyor diye protestolar oluyor. Abdülhamit’i deviren İttihatçılar devirdikleri Sultan’ın politikasını sürdürüyorlar, İttihat Terakki’nin önderleri de önce İslamlaştırmak sonra Türkleştirme projesini ciddi bir şekilde uygulamaya geçiyorlar. 1915 Ermeni soykırımına kadar geliyoruz.

Ermeni kırımı sonrası savaş bitmiş, Osmanlı yenilmiş, İttihatçı önderler memleketi terk etmiş ama İttihat Terakki bitmemiş! Devam ediyoruz 1.meclise, 23 Nisan 1920’ye geliyoruz. Ermeni kırımının üstünden 5 yıl geçmiş, kanlar kurumamış. Dikkatinizi çekmek istediğim bir şey var, meclisin açılışından önce iki kongre yapılıyor. Kongreler henüz Osmanlı iktidarı varken yapılıyor. Burada Osmanlı’nın kurtuluş mücadelesi ‘tasarımı’ yapılıyor. Hem bu kongreler de hem de Ankara’da kurulan 1. Meclisin ortak bir ilkesi var. Her bölgeden ve kesimden temsilci var, fakat gayrimüslimler yok, çağırılmıyor. “Gayrimüslimler hariçtir” deniyor. O dönemde yaşayan çok ciddi Rum ve Ermeni nüfus var, bunlarda Osmanlı vatandaşı, soykırıma rağmen yaşayanlar var, Ermeniler perişan ama Rumlar var, Süryaniler, Asuriler var. Hem Sivas ve Erzurum kongrelerine, hem Ankara’daki meclise gayrimüslimlerin çağırılmayacağına ilişkin düzenleme var. Tüm bu toplantılar “onlar hariç” denilerek yapılıyor. Geçen sene 1. meclisin 100. yılı nedeniyle bir sempozyum düzenlemek istemiştik, fikir babası da bendim yapamadık, Covid’e takıldı ama yayınları yaptık. Yazımı hazırlarken merak ettiğim bir bilgiye ulaştım, onu paylaşayım izninizle. Ankara’da 1. meclis binası ilginç bir binadır, o binanın meclis binası olarak kullanılmadan önce İttihat ve Terakki kulübü olarak yapıldığı bilinir. Benzeri Afyon’da da var, Anadolu’nun değişik yerlerinde bu tipte yarım kalmış binalar yapılmış, 1. Dünya savaşının sürdüğü sırada. Parasızlığın, açlığın kol gezdiği devirlerde böyle binalara kaynak ayırmak hep dikkatimi çekmişti. Merak ettiğim bir konu. Neden bu bina? İttihat ve Terakki, kulübü ne demek? Ankara’da küçük bir şehir, kulüp binasına ne gerek var? Afyon’da ne gerek var? Ankara’nın yerlisi, eski büyükelçi, cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği de yapmış olan Fuat Bayramoğlu’ndan öğreniyoruz ki; –Ömer Bey hatırlayacaktır- 60’lı 70’li yıllarda cumhurbaşkanlığı genel sekreterliğini yapmış bir büyükelçidir.

ÖM: Evet.

AB: Fuat Bey, Hacı Bayram Veli soyundan gelen bir adamdır. Bayramoğlu, Mustafa Kemal’in çok yakın arkadaşı, 1. Meclisin ve sonraki dönemlerin önemli ismi General Ali Fuat Cebesoy’un kendisine anlattıklarına dayanarak yazıyor, “Enver Paşa, sonradan birinci meclis binası olarak kullanılan binayı, Asya’ya çekildiğimizde, hem gerilla savaşı merkezi, hem de hükümet binası olarak düşünüldüğünü söylemişti”. Yani ortada ciddi bir proje var, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kaçınılmaz son düşünülerek, büyük bir proje yapılmış durumda. Aslında hep birlikte Türkleşerek bir yurt arayışı içerisindeler! Avrupa topraklarının kaybı Balkanların özellikle de Selanik’in kaybından sonra başlayan Türkçülük akımı da bu dönem de ivmesini artırıyor. 

Aslında Osmanlı biterken içindeki tüm etnisiteler, Türkler ve kendisine Türk demek isteyenler de, ulus devlet kurmak istiyorlar. Öncülleri Abdülhamit’i devam ettiren İttihat Terakki de, Müslüman Kürtleri de yanlarına alarak Anadolu’yu İslamlaştırma ve Türkleştirme hareketine devam ediyorlar. İslamlaştırma, Türkler ve Kürtlerin ortak bir projesi olarak devam ediyor, Hamidiye alayları ile başlayan süreç 1915 Ermeni soykırımın ortak bir şekilde gerçekleşmesi ile sonlanıyor. Son yüzyılda olan biteni bilmeden bu mevzuları soykırımı anlamak açıklamak pek mümkün değil. Özet geçmeye çalışıyorum. Son olarak Mustafa Kemal’in meseleye bakışını anlatayım. Henüz rejim kurulmamış Lozan devam ederken Mustafa Kemal’in meşhur Eskişehir ve İzmit konuşmaları vardır, bu vesileyle o konuşmalara baktım, iki farklı tutanaktır onlar, onlara baktım. İzmit toplantısının “Ermeni Yurdu” başlıklı bölümünde, gazeteci Suphi Nuri bey soruyor, -Rasih Nuri’nin herhalde babası ya da amcası - “paşa hazretleri, Ermeni yurdu meselesi vardır. Bunlara yurt verilmezse şuraya, buraya münferiden gelebilecekler mi?” 

ÖM: Babası evet.

AB: Gazi Paşa “münferiden memlekete girmelerini menedemeyeceğiz. Bu yurdu yalnız Ermeniler değil Keldaniler, Asuriler de istiyorlar. Hepsine yurt vermek lazım gelirse bize yurt kalmaz. Bizden çok fazla yurt isteyenler var” diyor. Tek başına bu cümle bile meseleyi açıklıyor. Ermeniler, Türklerin Orta Asya’dan gelmesinden önce bu topraklarda yaşayan bir halk. Bu toplantının tarihi Ocak 1923, 1915 olaylarından-kırımdan 8 yıl geçmiş, mesele çok canlı ve acı. İzmit toplantısı, gelecekte bu topraklarda nasıl bir rejimin şekilleneceği üzerine ip uçlarının verildiği bir toplantı. Dönemin medya sahipleri, baş yazarları ve memleketin en önemli kalemleri bulunuyor. Mustafa Kemal bunları söylüyor. 

Ermeni meselesine ilişkin olarak benim karşılaştığım önemli anlatılardan birisini de paylaşmak istiyorum. Cumhuriyetten sonra Ankara’ya ilk atanan Amerikan büyükelçisi Joseph Grev’in anılarında rastladım. Önce Joseph Grew geliyor. Ahmet Muhtar Bey’de Türkiye Cumhuriyetin ilk büyükelçisi olarak atanıyor ancak Ahmet Muhtar çok gecikmeli ABD’ye gidiyor. Gecikmenin Ermeni meselesi olduğunu daha sonra anlıyoruz. Yıl 1927’dir. Ahmet Muhtar Bey’in atandığını öğrenen binlerce Ermeni asıllı ABD’li, Muhtar Bey’i taşıyan gemiyi New York limanına yaklaştırmıyorlar, gemi limana yaklaşamıyor. Amerika’da yaşayan Ermeniler muazzam bir gösteride, protestoda bulunuyorlar. Ermenileri soykırıma tabi tutan bir ülkenin temsilcisi ABD’ye atanamaz sloganları haykırılıyor. Soykırım sonrasında doğan kızgınlık ve nefret gösterilere yansıyor. Kırımdan kaçıp kurtulabilenler bunlar. 

Kendisi de zaten o günü durumu şöyle anlatıyor. “muhataralı (korkutucu- tehlikeli) ve şerareli (kıvılcımlı -elektrikli) bir ortam içinde ABD ‘ye ayak bastım” diye yazıyor. Büyükelçi Muhtar Bey, limana yanaştırılmayınca gece bir motorla gemiden alınıp istasyona, oradan da Washington’a götürülüyor. 

Tüm dünyada, Avrupa ve ABD’de Ermeni kırımı, tehciri çok canlı o günlerde ama biz bunlardan çok uzun yıllar sonra haberdar oluyoruz. Ermeni meselesine ilişkin dikkat çekmek için Asala örgütünün Türk diplomatlarına yaptıkları olan suikastlara 70’li yılların başlarında rastladık, 80’lere kadar devam etti. Sonra bir şekilde bir bıçakla kesildi. 

Mütareke döneminde Ermeni kırımına ilişkin ilişkin davalar var, içerde kalan İttihatçılar ve kırımdan sorumlu bazı yöneticiler yargılandı. Özellikle el konulan mallar üzerinden de devam eden davalar oldu. Çok sonraki yıllarda Ermeni asıllı ABD vatandaşlarının California mahkemelerinde açtıkları davalar olduğunu çok sonraları öğrendik, 90’larda, 2000’lerde, Merkez Bankası ve Ziraat Bankası’na açılan tazminat davalarını biliyoruz. 70’lerden itibaren konu artık uluslararası alanda daha fazla konuşulmaya başladı. Türkiye’de 90’lar sonrasında hatta 2000’lerde gündeme girdi. Öyle bir konu ki Ermeni meselesi, siyasal yelpazeye dağılmış farklı görüşlere sahip kişileri de bir araya getiren bir konu, aslında bilinçaltında yerleşik bir durum, psikolojik bir toplumsal duruma işaret ediyor. Çok eski bir mesele değil, dedelerimizin içinde yer aldığı bir operasyon. 100 yıl öncesinde bizim dedelerimizin yaptığı bir operasyon, bir suç olarak karşımıza çıkıyor. 

Bu insanların yok edilmesi, göçe zorlanması ve varlıklarına el konulması, -2’de gerçekleşen bir operasyon. Yani dedelerimiz kuşağında oldu tüm bu kırımlar, göçler. Ancak zihinlerde o kadar altlara indirilmiş ki, alt katmanlara inmiş ki, önce biz bunları hiç bilmedik, uzun yıllar sonra mevzuyu anlamaya çalışıyoruz. Anlayan da çok sınırlı bir kitle. Yıllar sonra İttihat Terakki belgelerini incelerken mevzuya giriyoruz. Kürt sorununa eğilirken giriyoruz. Çok farklı siyasal duruşlarda olan kesimlerin bu konuyu ortak bir şekilde görmezden geldiklerini çok sonradan farkına varıyoruz. Özellikle sol dünyanın, Türkiye Komünist Partisi’nin bu mevzuyu işlemesi gerekirdi. Ama TKP’nin yöneticileri de İttihat ve Terakki mahreçlidir. Ethem Nejat, Mustafa Suphi bu olaylardan sonra ayrıma komünist oldular. Daha sonra ilerleyen yıllarda yayınlanan belgelere bakıyoruz ki, onlar da bu işin içine katılmışlar. İttihat Terakki’nin uzantısı olan ve oradan doğan siyasal akımlar hep bu felaketin sorumlularıdır. Dolayısıyla bu bilinçaltındaki durum, Ermeni kırımının inkârı, 100 yıl boyunca bütün siyasal hareketlere, İslamcılıktan, Türkçülüğe, Turancılığa, Cumhuriyetçiliğe, merkez siyasetlere, solculara adeta ortak bir payda olmuştur. Reddiye müessesesi oluşturulmuş, kuşaklarda bu şekilde yetiştirilmiş, son dönemde mevzuyu araştıran kişiler ve kesimler olmuş, ancak buraya kadar gelinebilmiştir. AKP iktidarının ilk döneminde Ermeni meselesinin daha açık bir şekilde gün yüzüne çıkması mümkün oldu. Ancak 180 derecelik dönüş yaşanmıştır. Biz de Açık Radyo’da yaptığımız programlarda bunları konuştuk. Bir ara Ermenistan ile ilişkiler çok iyi duruma gelmişti sınır bile açılıyordu, değil mi Ömer Bey? 

ÖM: Evet.

AB: Ermeni sınırının açılması, Ermenistan’la olan dostane ilişkileri yaşadık ve sonra Hrant Dink öldürüldü… Ermeni soykırımını tanıyan ABD 32. mi ülke, 33. mü? 

ÖM: 32. evet, onun hesabını çıkarttım 32. oluyor ama bu sadece ülkeler açısından onun dışında da çok sayıda kuruluş, parlamento, eyaletler de ayrıca bunu tanımış sayıları çok daha yüksek oluyor o zaman tabii ama 32 son ABD’nin son kararıyla 32. ülke olmuş oluyor ABD.

AB: Evet.

ÖÖ: Bir de “Türkiye NATO’dan ayrılsın” diyenler var, Rusya’ya yaklaşsın diyenler var ama Rusya da çok önceden tanımıştı soykırımı.

ÖM: Evet.

AB: Soykırım geniş bir uluslararası yelpazede tanınan bir olay ama geniş bir siyasal çerçevede yurt içinde inkâr edilen bir olay. 

ÖM: Pardon ben buraya bir de şunu ekleyeyim, 2015 yılında Wikipedia’dan baktığınız zaman epey kapsamlı bir madde var, jenosit kabul edilmesi üzerine İngilizce’sinde Wikipedia’nın. 2015’te Şoa yani Yahudilerin holokostla yok edilmesi ve Fondapol adlı bir uluslararası anket kuruluşu, 31 ülkede 16 ile 29 yaşlar arasında 31.172 kişiyle araştırma yapmış. “Sizin fikrinize göre 1915 ‘deki olaylarda jenositten bahsedebilir miyiz bahsedemez miyiz?” diye. %77’si ‘evet’ demiş Fransa %93, en düşük de Türkiye’de o da %33’müş. Yani Türkiye’de 1/3 de öyle demiş. 2015’teki bir anketten bahsediyorum, tam 100. yılında yani olayların. 

AB: ABD soykırımı tanıdıktan sonra gerilimli ve berbat bir süreç yaşanıyor. Bu mesele Türkiye’de en tabu konuların başında geliyor. Muazzam bir bilgisizliğin, inkarcılığın hakim olduğunu söyledik. Meselenin arkeolojisine bakmadan anlamak mümkün değil. Osmanlı’nın son döneminde 2 taraf yurt arıyor kendisine. Birincisi, Osmanlı’nın varisi görünen Türkler, kendine Türk diyenler, -Türkçülük de o dönemde yeni ve modern bir akım - biri de Yahudiler, onlarda yurt arıyorlar kendilerine. Yahudilere de önce Afrika’da yer biçiliyor, sonra Makedonya’da filan, sonunda iki talep karşılaşıyor, Yahudiler Kudüs’te toprak almak istiyorlar, Osmanlı’yla ilişkiler geliştiriliyor, buna önce Abdülhamit sonra İttihat ve Terakki de destek veriyor. Asya’ya çekilme durumunda kalacağını hisseden gören Osmanlı - Enver Paşa’nın Asya arayışlarını da bunun içine not etmek lazım- sonuçta söz edilen Asya bugünkü dikdörtgen alandan itibaren bir alan, buranın önce Müslüman Kürtlerle birlikte İslamlaştırılması gerekiyor. İslamlaştırma projesinden sonra sıra Türkleştirmeye geçince Kürtlerle yapılan ittifak bozuluyor. Yeni düşman Kürtler oluyor. Kürt ayaklanmaları, Kürtleri tenkil ve tedip harekatları başlıyor. Kürtleri Türkleştirmeye başlıyoruz.

Önce Kürtlerle birlikte Ermenileri yok ediyoruz, yurtlarından gönderiyoruz. Sonra Rumları gönderiyoruz. Çok ciddi de Rum katliamı oluyor. Mübadele ile birlikte bunlardan da büyük ölçüde kurtuluyoruz. Sonra Müslüman ama Türklüğü kabul etmeyen Kürlere sıra geliyor. Bunun adı Türk -İslam sentezi oluyor. Bu sentezin değişik versiyonları, iktidar ola ola bugüne kadar geliyoruz. Bu anlayış çok geniş bir siyasal yelpazede karşılık buluyor, bugün siyasi partilerin açıklamalarında zaten bugün görmek mümkün. Tabii iç politik gelişmeler nedeniyle meseleyi köpürtme ve sahiplenme arzusu var. Ama temelde mesele genlerle ilgili. 

Geçmişte 6-7 Eylül’de Tan Matbaası baskını gibi vahşetlerin programlarını yaptık. Örneğin Tan Matbaası’nı basanların içerisinde öyle isimler var ki, daha sonra ülkede başbakan, cumhurbaşkanı olmuş isimler var. Aynı zamanda daha sonra sol hareketin içinde yer almış isimlerde var. Yan yana gelmesi mümkün olmayanlar, Ermeni -Rum ve Kürt meselesinde yan yana geldiler ve gelmeye devam ediyorlar. Cumhuriyetin çok büyük başarısıdır! 

Türkiye Komünist Partisi eski belgelerinde de Sovyetler Birliği açısından da, Ermeni meselesi görmezden gelinmiştir. Şimdi aklıma geldi, Paris konferansında Kürtlerin, Ermeniler, Gürcülerin, Azerilerin durumu. Osmanlıdan ve Çarlıktan kopan ülkeler “manda” (himaye) isteyen devletlerin durumu, çok acıklıdır. Adeta sıraya sokulurlar. Ermeniler de başta ABD olmak üzere büyük devletlerden manda talebinde bulunuyorlar “kabul etmezseniz Bolşevikler gelip bizi işgal edecekler” diyorlar. Ermenilerin manda talebi, Lloyd George’la Başkan Wilson arasında konuşulan bir konu oluyor ancak Ermenilerin talebi unutuluyor, kazaya geliyor filan. Bu konuyu burada tutalım isterseniz, ABD-Türkiye ilişkileri üzerine çok açıklama yapıldı, hukuken bundan sonra neler olabilir üzerine çok açıklama yapıldı. Ama esas mesele Türkiye’nin batı ve doğuyla ilişkilerinde sıkışmış bir durumda olması. İsterseniz buradan kripto para meselesine biraz değinelim.

ÖM: Evet. 1-2 dakikamız kaldı. 

AB: Anayasa hukukuyla birlikte toplum bilimleri de okutulur, birbiriyle ilişkili olması nedeniyle, bu şekilde devleti öğrenmeye çalışırsınız, sistemler içerisinde devlet ve devlet nedir? Dünyadan ve bizden devlet modellerini öğrenirsiniz. Türklerin İslam öncesi devlet anlayışı, İslam’a geçtikten sonra çeşitli dönemlerde devlet modelleri var Sonra otoriter laik devlete geliriz. Bunları öğrenirsiniz, öğretirsiniz. 

Peki bugünkü devlet nasıl bir devlet, nasıl bir formdur bugünkü devlet? Bugün eski devletin morfolojisi ne durumda, nasıl bir durumla karşı karşıyayız? Bugünkü devletin ne olduğunu anlayarak, kripto para meselesine girmek lazım. 2 ya da 3 hafta önce bahsetmiştim, patlamaya aday konulardan bir tanesi diyerek. Konut stoklarını eritmek için peşinatsız, faizsiz geliştirilen finansman, para toplama modelleri var. Bu şekilde arabada satıyorlar. Hiçbir yasal dayanağı ve düzenleme olmadan bu alanda faaliyet gösteren firmalar kuruldu, 900’e yakın firma kurulmuş, üyeleri 100 binlere ulaşmış, bunların hiçbirisinin belgesi ruhsatı yok, peşinatsız, faizsiz modeller öneriyorlar, gelişigüzel bir şekilde paralar toplanıyor, para toplama fonksiyonu olmayan kuruluşlar bunlar, bir kasa bir masa para topluyorlar, peki ve bu işten nasıl haberdar oluyoruz? Biraz haberdardık, televizyonlarda reklamları bile oluyordu.

Cumhurbaşkanı havalimanında televizyona bakarken şöyle bir laf etti, onu da Hürriyet muhabiri yazdı “Lütfi şu işe bir bak, başımıza bir iş gelmesin. Dolandırıcı Kombassan, Çiftlikbank gibi olmasın!” Bunun üzerine Lütfü de baktı, biz de baktık, bir düzenleme olmadığı ortaya çıktı, hemen aceleyle düzenleme yapıldı, ne olduğunu bilmiyoruz. Ne kadar para toplandığını bilmiyoruz. Burada da kripto para piyasasında olduğu gibi bir kara delik pekâlâ karşımıza çıkabilir. Bir düzenleme yaptı BDDK ama bu düzenleme nasıl, bunları nasıl bir form içine sokuyor? Şu ana kadar bedeli nedir? Bilmiyoruz. Bu siteme dahil olanların şikâyeti üzerine kıpırdamalar oldu. 

Yasaya mevzuata bağlanmamış, devlet norm koyan, normların uygulanmasını sağlayan bir örgüttür. Bugün Türkiye’de, var olan normları da çiğniyoruz, norm da koymuyoruz.! İşte “Lütfü şu işe bir bak”la mevzuya giriliyor. Bugünün devletini 100 sene önceki devlete bağlayalım ve programı kapatalım. Talat Paşa Ermeni tehciri- soykırımı başlatma kararını kendi veriyor biliyor musunuz? Hikmet Bayur anlatıyor, Atatürk döneminin Cumhurbaşkanı genel sekreteridir, onda okumuştum. Tehcir, “kanunu muvafakat”a bile ihtiyaç duymadan başladı” diyor, geçici bir kanun bile çıkarmadan başlıyor, -karar çok daha sonra çıkarılıyor- ama aynı Talat Paşa kime soruyor tehcir-soykırım yapacağım diye? Kayzer’e soruyor. 

ÖM: Alman imparatoruna.

AB: Dışişleri Bakanı Halil Menteşe’yi gönderiyor, “bu işe başlayacağım, anlat onlara, yokla” diyor. Fransızlar da Ermeni soykırımını şu cümleyle özetliyorlar “Alman aklı, Türk işçiliği”. Bu kadar.

ÖÖ: Bu arada hazır bu tarihsel ilişkilerden söz etmişken siz, bunu en iyi anlatan insanlardan bir tanesi Taner Akçam’ı da yakında konuk alacağız Gazete’ye. Onu da şimdiden duyurmuş olalım. 

AB: Bu konuda kanal açan, greyder görevi gören yazarlardan, araştırmacılardandır. 

ÖM: Evet, yeni de bir kısa tarih üzerine yeni bir kitabı yayınlandı, onu da önümüzdeki günlerde konuk almayı planladık. Peki çok teşekkür ederiz Ali Bey.

AB: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.

ÖM: Görüşmek üzere, hoşça kalın!