Taner Akçam'la Sivil Tarih ve Irkçılığın Karşısında Nasıl Durabileceğimiz Hakkında

-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete’de Clark Üniveristesi Soykırım Çalışmaları Merkezi’nden Prof. Taner Akçam’la, resmi ideolojiye dayanan, kazananların ve iktidarın resmi tarih tezlerine karşı, asıl tarihi yapan sıradan insanların hayatlarına dayanan sivil tarih çalışmaları ve bu çalışmaların, Hrant Dink cinayeti, Hocalı mitingi gibi ırkçı eylemlerin toplum vicdanında açtığı yaranın tamirindeki rolü ve önemi hakkında konuştuk.

Dinlemek için:

İndirmek için: mp3, 26.4 Mb.

6 Mart 2012 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

Açık Gazete’nin podcast servisine abone olmak için tıklayın.

***

Programın ses kaydından olduğu gibi çözümlenmiş metin:

 

Ömer Madra: Clark Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Profesör Taner Akçam’la beraberiz, orada Soykırım Çalışmaları Bölümü’nde öğretim üyesi. Hoş geldin.

 

Taner Akçam: Hoş bulduk!

 

ÖM: Burada ağırlamaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz.

 

TA: Çok teşekkür ederim.

 

ÖM: Öncelikle, burada bu seferki bulunmanın sebeplerinden biri Hrant Dink Vakfı Tarih Araştırma Teşvik Fonu, burada insani davranışların araştırılması ve o dönemde alınan kararlarla yapılan şeyler üzerine bir araştırma.

 

TA: Şöyle, bu, Hrant’ın ölümünden sonra, o feci olaydan sonra tabii herkesin aklındaki soruydu: Bizim başka bir tarihimiz yok mu diye, yani bu tarih bir tek Ermenileri öldüren, imha eden, onlara düşmanlık yapan insanlardan oluşmuyordur herhalde. Bizim de bir takım kendilerine sahip çıkabileceğimiz, kendilerini bizim önümüzde ilke olarak koyabileceğimiz insanlarımız vardır diye düşünülüyordu zaten. Sağ olsun Alper Öktem isimli bir doktor arkadaşımız Köln’den kendisi bu öneriyle geldi ve böyle bir ödül koymak istediğini söyledi. Biz de bunun üzerine vakıf olarak, vakıf böyle bir projeyi başlattı, teşvik ödülüdür bu, araştırma yapmak isteyenlere yönelik bir teşvik ödülüdür, her yıl verilmektedir, küçük bir amaç, ücret çok fazla değildir ödülü ama 1915’de vicdanlarıyla davranıp Ermeni hayatlarını kurtaran Müslümanların hayat hikayelerini bulup çıkartmak,  tanıtmak ve bizim toplumumuza “bu toplam sadece katillerden ibaret değildir”i göstermek amacıyla yapılan bir çalışmadır. Bu sene ikincisi yapıldı, kazanan arkadaşımıza ödül verildi, bu Berlin’de şu anda yaşamakta olan Vahe Taşçıyan isimli bir Ermeni akademisyen o da bir Ermeni’nin günlük hayat hikayelerini toplayarak onun etrafında dönemi anlatmağa çalışıyor. Böyle bir çalışma çok küçük henüz belki ama gelişmesini istiyoruz çünkü Türkiye’nin bugünkü aktüel durumuyla da çok ilgili. İşte Türkiye bir tek Hrant’ı öldüren katiller ve onu saklayanlardan değil, bir de “biz Hrant’ız” deyip sokaklara dökülen ve Türkiye’de ırkçılığın, nefretin, düşmanın olmasını istemeyen, onu engellemek isteyen insanlarla oluşuyor. Zannediyorum böyle güzel, anlamlı bir proje, onun için geldim ben de.

 

ÖM: Çeşitli yazılarında da zaten, kitaplarında da fırsat bulduk görebiliyoruz, yani gerek devlet görevlileri katında olsun daha çok tabii sıradan vatandaş düzleminde, adı ne olursa olsun o dönemde 1915’te yapılan şeylerin buna karşı duran ve sırf vicdanı kendi değerlerini savunmak adına özgeci davranan, başkalarını kurtarmaya çalışan insanlar var.

 

TA: Ben hep bunu örnekleriyle tekrar ederim, çok klasik örneklerim vardır benim, örneğin biliyorsunuz Ergenekoncu ekip Veli Küçük ve çevresi her yıl Boğazlayan kaymakamı Kemal beyin idam edildiği Nisan 19’da galiba tarih, Kemal beyi anma toplantıları düzenler, Kemal büyük Türk kahramanı, milliyetçi kahraman olarak sunulur ama hiç kimse bilmez ki Kemal bey idam edilmesinin en önemli nedenlerinden bir tanesi Boğazlayan müftüsünün vermiş olduğu ifadedir. Müslüman adam 1915 sırasında Boğazlayan kaymakamı Kemal’in cinayetlerine açıktan tavır alır ve “bunun Kur’an’da yeri yoktur ve ben Allahımdan korkarım,” diyerek açıkça eleştirir ve bunu yazılı bir ifade olarak mahkemeye verir. Bu yazılı ifade mahkemede Kemal’in aleyhine kullanılan delillerin en önemlilerinden bir tanesidir. Bunun gibi onlarca başka örnek biliyoruz biz. Örneğin Kastamonu’da köylüler valinin binasına giderler, girerler içeri ve “biz komşularımızın sürüleceklerini duyduk, onların sürülmesini istemiyoruz” derler. Genel olarak Anadolu’da bütün bir muhalefet -eğer eden vardı ise o dönem- edebildikleri kadarıyla hep şu ana tez üzerinden yaptılar bunu: Kur’an’ı Kerim’de bunun yeri yoktur. Bu hikayeler bugün bilinmiyor, biz bunları belki konuşulan, aile çevrelerinde, özel çevrelerde konuşulan hikayelerin bilinir hale gelmesini istiyoruz çünkü bizim başka bir tarihimiz daha var, o tarihimiz üzerine yükselmeliyiz.

 

ÖM: Zaten sanıyorum da asıl gözden maalesef kaçan her zaman daha kolay klişeler, yani nefrete, öfkeye ve benzeri negatif duyguların çok daha güçlü bir etki yarattığı, psikolog değilim ve psikiyatriyle en ufak bir ilgim yok, ama galiba bunlar daha çok prim yapan şeyler olduğu için hep geri planda kalanlar böyle özgeci asıl tarihi yapan sıradan insanların davranışları pek bilinmiyor değil mi? Böyle bir şey söylenebilir mi?

 

TA: Söylediğin kesinlikle doğru bir de tabii ki tarih her zaman büyük ölçüde kazananlar tarafından yazılıyor, kazananlar da sonuçta kendileri ekseninden bu işi yazıyorlar ve onun için de mazlumların, öldürülen, imha edilenlerin sesi tarihi bir sessizlikler tarihi olarak kalıyor. Bunun aşılabilmesi önemli, belki bir ek bir şey de söylemek isterim, tarih öyle bir şey ki her şeyi çıkartabilirsiniz oradan. Tarihten kin de çıkartabilirsiniz, nefret de çıkartabilirsiniz, öfke de çıkartabilirsiniz, bugün içişleri bakanının söylediği gibi “kan yerde kalmayacak!” çağrıları yaparak bir takım intikam duygularının peşinden de kovalattırabilirsiniz. Tarih buna size imkan verir ama tarih bizim bu çabamızda da gösterdiğimiz gibi başka bir şey için de önemli; tarihten güzel, insana saygı duyan bir gelecek de kurabilir ve çıkartabilirsiniz. Önemli olan tarihi nereden ve nasıl okumak istediğinizdir, biz böyle bir şey yapmak istiyoruz.

 

ÖM: Bu son derece önemli ve gözden de maalesef kaçan bir bölüm. Peki buradan da birazcık şeye geçelim, bu son işte nasıl nitelendireceğimi doğrusu kestiremediğim bu ‘hocalıyı anma’ adı altında yapılan ve gerçek bir kabusa da -bazı kesimi için toplumun- dönüşen tarafı. Bunu nasıl yorumluyorsun genel olarak?

 

TA: Biz yurtdışında yaşayan insanlar için büyük bir ürküntü bu ama bu tür düşüncede olan insanların varlığı nedeniyle değil, hükümetin böylesi bir girişimi doğrudan destekliyor olması. Bakınız yurt dışından baktığımda ortaya çıkan tabloyu söyleyeyim ve ürkütücü tarafı şu, Hrant Dink isimli bir Ermeni vatandaş öldürülmüştür ve bu vatandaşımızı öldüren devlet görevlileri şu anda korunmaktadır. Birinci madde bu, iki, bir haftayı aşkın bir müddet boyunca İstanbul belediyesi kendi billboard’larında “Ermeni yalanına kanma!” veya diğer cümle tam aklımda değil koydukları billboard’larla Ermeni düşmanlığı ve nefreti yaydılar ve organize ettiler. Bir içişleri bakanı “hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz!”, “bugün Taksim yarın Erivan” “bizler Ogün Samastlarız Hrantlar nerede?” “bir gece ansınız gelebiliriz” pankartları, Türkiye’nin resmi çizilip içine “bize dar geliyor!” yani bayağı bir panturanist bir biçimde yayılmacılığı gündeme getiren bir toplantının önünde de içişleri bakanı konuşma yapıyor. Dışarıdan baktığımızda görülen bu. Böyle bir manzaranın ürkütücü olduğunu görmek gerekiyor. Olumlu tarafı şu bu mitingin, onu da ben olumlu tarafından da bakmak isterim, Türkiye’de böyle insanlar var, Türkiye’de öldürmek isteyen, saldırmak isteyen, “Ermeniler nerede?” diye orada bağırıp nefret duyguları saçan insanlar da var. Peki o halde şimdi öteki taraftakiler, hükümet de dahil böyle düşünen insanlara karşı nasıl tavır alacağız? Almanya’da da Neonaziler var, Fransa’da da var, Amerika’da da var, dünyanın her yerinde aşırı radikal milliyetçi, ırkçı ekipler vardır. Fakat onlar eğer sağduyuya sahip bir hükümet sahipseniz onlar büyük bir tehlike teşkil etmezler ama siz hükümet olarak, içişleri bakanınızı yollayarak konuşmalar yaptırtarak, belediyenizi billboard’larını bunların hizmetine sunarak bu işin arkasına geçerseniz ben sadece sunu söylerim, 1920’lerin Almanya’sının hikayesini yeniden okuyunuz.

 

ÖM: Evet doğrusu, ben de ilk karşılaştığım zaman bu Weimer dönemi ve Hitler’in hızlı yükseliş yıllarını ki maalesef tarihçi olarak benden bin kere daha iyi bilirsin, Türkiye’de bilinmeyen yıllardı, tedrisatta bulunmayan ikinci dünya savaşı, birinci dünya savaşında bile 23’te bitmiştir yan Türkiye’de tarihler. Aynı duyguyu vardı, şimdi mesela Aris Nalcı’nın da şeyde yaptığı bir röportaj vardı, tam anlamıyla röportaj diyebiliriz eskilerin deyimi ile Radikal gazetesinde ‘Hocalı anmasında iki Ermeni piç’ diye. Onun bazı tespitleri vardı, yani belediyelerin bu eylemleri desteklediği veya desteklemek için bir yerden emir aldıkları açıkça belliydi. Kendisi de araştırma yapıp mesela panoların belediyenin olduğunu imza olmamasına rağmen yetkilinin ağzından kemküm etmesine rağmen almış. İkincisi ‘Ermeni piçleri’ pankartlarının organizasyondan olduğunu söyleyerek Türk bayrağı kravatlı birinin gelip organizasyon boyutunda da işin sıkı tutulduğunu bayrakları toplaması. Üçüncüsü bu Ermeni soykırımının 100. yılını anmaya hazırlanan diasporaya gözdağı vermek için yapıldığı gün gibi ortada diyordu eylemin “aynı yüzler kuyruğun bir ucundan diğer ucuna beş sloganda bir Fransa ve diasporaya mesajlar gönderiyordu”. Dördüncüsü belki de en önemlilerinden bir tanesi “bir çoğunun gözlerinde de öfke vardı orada” diyor. Bütün mesele tabii içişleri bakanı İdris Naim Şahin’in ve hükümetin de arkasında olduğu bilgisi.

 

TA: Evet burada ürkütücü olan şu, bu ülke 1942 varlık vergisini yaşadı, bu ülke 5-6 Eylül 1955’i yaşadı, bu ülke 1964’de yine benzeri bir olayı yaşadı İstanbul’da. Dolayısıyla biz maalesef tarih kayıtlarımız itibariyle çok yüzümüz açık değil. Sonuçta ‘böyle bir olay ilk defa olmuştur’un arkasına sığınabilecek durumda da değiliz. İnsanlar kaçınılmaz bir biçimde, hem Ermeniler hem de tabii ki bunu aşağı yukarı bilenler hemen tarihi ve yaşananları hatırlıyorlar, onların üzerinden düşünüyorlar ve burada aklımıza gelen, benim gibi insanları da ürküten devletteki süreklilik nosyonu, 6-7 Eylül 1955’te de aynı şekilde uluslararası bir Kıbrıs görüşmesi sırasında hafif bir gözdağı vermek amacıyla bu olaylar organize edilmişti. Beni asıl büyük ölçüde ürküten hükümetin böyle bir sürekliliği hatırlatan politik tavrı, bir de daha çok İslami kesim olarak bildiğimiz kesimdeki gazetelerin bu konudaki sessizliği, bu da çok ürkütücü. Yani Ergenekon konusunda, diğer darbe girişimleri konusunda, 28 Şubat konusunda haklı olarak son derece duyarlı olan bir kesimin sorun hristiyanlara yönelik veya azınlıklar diye tanımladığımız kesime yönelik doğrudan ırkçı saldırılar gündeme geldiğinde orada aynı hassasiyeti göstermediklerini görüyoruz. Şöyle bir şey düşünebilir misiniz? New York’ta bütün billboard’lar “Müslüman yalanına kanma!” diye bir hafta boyunca dolduruluyor veya Almanya’da bütün belediyeler “Türklerin yalanına uymayın!” diye bir propaganda yapıyorlar. Yeni Şafak, Star, Zaman, vb. bir çok gazetelerin bu konuda ne yapabileceğini düşünün, tavırlarının ne olacağını düşünün ama gözlerinin önünde, İstanbul’da 1 hafta boyunca açık Ermeni düşmanlığı yapıldığı noktada böyle bir olayı hiçbir biçimde gündeme getirmeyecek bir zihniyet dünyasına sahipler. Ben bunu çok ürkütücü buluyorum.

 

ÖM: Evet. Almanya’da şimdi senin verdiğin örnekten çıkarak “bütün Türkler piçtir!” diye mesela şeyler asılmış olsalardı, pankartlar taşınmış olsalardı ne olabileceğini düşünmek bile istemiyor insan ama aynı şey burada, öyle bakış yapılamıyor yani.

 

TA: Evet, bu da işte tarihimizle yüzleşmenin ne kadar önemli olduğunu, hakikaten demokratik bir gelecek, barışı, özgürlüğü, insana saygıyı esasa almış demokratik bir geleceğin ne kadar zor yaratılabileceğini gösteriyor. O zihniyet dünyalarımızın sınır duvarlarındayız, onunla ciddi bir galiba hesaplaşmak yaratılmadan çok kolayca demokratik bir gelecek kuramayacak gibi görünüyoruz.

 

ÖM: Beni mesela çok etkileyen yazılardan biri de şeydi, Markar Sayan’ın ‘Anadolu Misafirperverliği’ başlıklı yazısı geçenlerde Taraf’ta yazdığı ve yani kabusu anlattıktan sonra “bu kabusun sahiplenişi Ermeni’yi aşan anlamlarıyla asıl bu ülke için büyük bir tehlike, Ermeniler doğdukları, büyüdükleri, memleket belledikleri bu ülkede 50 bin kişi kaldı. Birazcık sabır gösterilmesi ve fırsat verilmesi halinde 20-30 sene içinde zaten kendiliğinden Ermeni kalmayacak bu ülkede. En hoşgörüsüz insanlar bile misafirlerini kapıya kadar geçirir, hürmeti çok görmez, güler yüzle yolcularlar giderken onları. Peki nerede o dillere destan Anadolu misafirperverliği?” diyordu ki insanı derinden hakikaten yaralıyor.

 

TA: Bütünüyle doğru tabii ki. Şimdi hakikaten İstanbul’da çok az kalmış Ermeni topluluğunun böylesi yoğun bir psikolojik bombardımandan sonra burada ne kadar huzurlu yaşayıp yaşamayacağı ciddi bir soru. Hükümetin bunu ciddi olarak önüne koyması gerekiyor. Bakınız belki hükümet çevreleri bu işi hakikaten hafife alıyorlar, önemli değildir diyorlar, belki Azerbaycan’la kurmuş oldukları ekonomik ilişkiler onların gözünü kararttı. O gelen milyonlarca dolarlar, yatırımlar belki çok hoşlarına gidiyor, belki bu tür girişimler sonuçta Azerilere verilebilecek ufak bir taviz ayrıntı gibi gözüküyor ama sonuçta bir içişleri bakanı böyle bir yerde bu şekilde konuşma yapıyorsa bu şu demektir biliyor musunuz? Bu ülkenin vatandaşlarının can güvenliği yoktur. Çünkü bu içişleri bakanı bu ülkenin her vatandaşını korumakla görevlidir ama öyle bir mitingin önünde konuşma yapıp “kana kan!” diye konuşan bir içişleri bakanı sonuçta bu ülkenin vatandaşlarını koruyamaz. Bu ciddi bir can güvenliği problemini de ortaya çıkartır.

 

ÖM: İlaveten tabii başbakanın da münferit ve marjinal kelimelerini, sıfatlarını kullanarak bu pankartları ve söylenenleri de biraz hafife alması daha da endişeyi arttırıyor.

 

TA: Tabii biz Amerika’da bu tür haberleri duyunca gülüyoruz epey, Amerika’nın bu tür falsoları çok oluyor biliyorsun. Irak’ta Ebugureb cezaevinde binlerce mahkuma işkence, Afganistan’da sivillerin düğünlerine bomba atma falan gibi bazı şeyler olduğunda Bush yönetimi o zamanlar şey derdi “ya 1-2 çürük elma bu sepetteki, bütün bir şeyi bununla suçlayamazsınız” yani bu ‘çürük elma’ edebiyatı çok yaygın bir yönetici elit kültürüdür. Sonuçta üstünü örtmek, kapatmak, bu konuda tavır almamak ortalama her bir yerde görülen bir tavır ve son derece tehlikeli. Hele Türkiye gibi belli bir tarihi mirasın üzerine yükselen bir toplulukta bu konuda galiba olduğumuzdan çok daha fazla hassas olmak zorundayız.

 

ÖM: Taner Akçam daha 5-6 dakikamız varken iki şey sormak istiyorum, bir tanesi bir de Murat Belge geçen gün bence önemli bir şeyle bitiriyordu yazısını yine Taraf gazetesinde, yani “sıraladığı korkmuşlukları hasadı bunlar, tencere-kapak vaziyetinde ordusunun toplumu” başlıklı bir yazı yazmış. Şimdi bu toplum diye bitiriyordu yazısını, “kendisiyle ilgili kararı vereceği ana yaklaşıyor. Yani Hrant’ın cenazesine gidenlerin toplumu mu olacak burası yoksa ‘hocalı mitingi’ne gidenlerin mi? Oldukça çıplak bir ikilem karşısında çıkarıyordu. Bu da beni öbür şeye bağlıyor, yani senin 23 Ocak’ta çıkan yanlış hatırlamıyorsam yazında Taraf’ta, ‘Talat Paşa’nın intikamı alınmıştır’ başlıklı çok çarpıcı bulduğumuz ‘Her taraf’ bölümünde çıkmıştı Taraf gazetesinin. Orada da benzeri bir ikilem vardı. Biraz da bunun üzerinde duralım. Yani Hrant Dink’in “sizi ikna etmek için söylemiyorum, bu sözlerim Hrant Dink’in arkadaşlarına” diye bitiyordu bir çağrıyla yazı. “Tarih yazıyorsunuz, bu topraklarda bir ilke imza atıyorsunuz. Biz bitti demeden bu dava bitmez diyerek 5 yıldır cinayetin peşini bırakmayan tutumunuzla Türkiye’nin onurusunuz ve onun yarınını temsil ediyorsunuz. Bu cumhuriyetin katillerin ve onların koruyucularının değil her din ve etnik kökenden tüm vatandaşların ortak vatanı olarak yeniden tanımlanabileceğini gösteriyorsunuz. Hrant Dink sembolümüz olsun, bizim Martin Luther King’imiz olsun” diyor.

 

TA: Evet, bu hakikaten Türkiye’nin önünde duran soru, önünde duran problem. Türkiye’de belli bir süreklilik var 1915’ten bu yana yaşanan bir süreklilik bu. Esas olarak devletiyle toplumunun kavgası ekseninde okuyabiliriz bunu. Şu veya bu nedenlerle 1878’den sonra diyelim –isteyen istediği tarihi koyabilir- çökmekte olan bir imparatorluk psikozu içerisinde belli bir asker ve bürokrat elit grup sonuçta kendi vatandaşlarını da kendi düşmanı olarak gören bir zihniyette bu önce imparatorluğu kurtarmağa çalıştılar kurtaramadıkları noktada da bir el freni olarak son anda cumhuriyet ortaya çıktı. Bütün bu cumhuriyet boyunca da gene bu devlet vatandaşıyla savaşan bir zihniyet üzerine bir toplum kurdu. Şimdi böyle bir noktada, beni belki de ümitlendiren tarafı o, ilk önce İslamcısı da bu devletin karşısında devletten nasibini aldı, bu devletin karşısında Kürt de nasibini aldı, bu devletin karşısında gayrimüslimler de nasibini aldı, bu devletin karşısında solcular da nasiplerini aldılar. Sonuçta aslında AKP iktidarıyla birlikte ilk defa bu devletin dışladığı önemli bir kesim işbaşına gelerek en azından belli alanlarda bu devlet-toplum çatışmasını toplum lehine değiştirmeğe ve dönüştürmeğe başladı. Şimdi ben bu nedenle Ergenekon’la başlayan sürecin öyle çok kolayca biteceğini zannetmiyorum. Yani AKP Ergenekon çevresiyle veya askerle yahut bu devletle topluma karşı kendisini örgütlemiş devletle uzlaşmak isteyebilir, ben İslami geleneğin de artık bu yerde bu şekilde sınırlı tutulabileceğini tahmin etmiyorum. Yani kendilerini yenileyen, kendilerine yeni bir İslami kimlik arayan ve bunu da demokrasiyle insan haklarına saygıyla birleştiren İslami kesimlerin ben bu noktada artık duracaklarını tahmin etmiyorum. Bunun ötesine de giden Türkiye’de yine bu çevrelerden çıkabilecek ciddi bir sosyal demokrat diyebileceğimiz batıdaki çıkışa benzer bir çıkış olabileceğini de düşünüyorum. Yani şu anda İslami kesimin ağırlıkla Ergenekon ekseninde orduyla veya devleti elinde tutan erkle yaptıkları savaşın diğer alanlara doğru da kaydırabileceklerini tahmin ediyorum. Bu beni ümitli çıkartan bir boyut.

?ÖM: Çok gerçekten de böyle bir ümit var, umutlu bakışa çok ihtiyaç var ve var da bu gerçek dışı sayılmaz. Peki bu sözünü ettiğimiz yazının başlığı da ‘Talat Paşa’nın intikamı alınmıştır’ derken bunu doğrusu okuyunca sarsıldığımız itiraf edeyim, hiç düşünmemiştim bunca zamandır yaşadığımız halde. Yani Tehliryan’ın Talat Paşa’yı öldürmesinin bir çeşit düpedüz intikamı olarak Hrant Dink’in öldürülmesi bağlantısı.

 

TA: Bakın ben bu konularda çok çalışıyorum, epey belge bilgi okuyorum, bizim çevrelerimizin aymazlığı beni çok şaşırtıyor, bilgisizliğimiz. Ben şunu gördüm, devletimizde ciddi bir süreklilik var ve ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Ben şimdi bu gayri müslümlerin enval-i metrukeleri konusunda epey şeyler okuyorum, kanunlarımız, kararnamelerimizi; oradaki süreklilik de ürkütücü. Hrant Dink cinayetini organize eden çevrenin 1915’in bilincinde olarak bu sahneyi organize ettiklerine inanıyorum. Bu onların zihin dünyalarında var, bizim yok. Hrant Dink’e sahip çıkarken mümkün olduğu kadar 15’le ilişkisini kopartan bir dil kullanmayı tercih eden insanlarımız oldu. Halbuki onu öldürenler 15’le bağlantısı üzerinden tüm bunları yaptılar. Dolayısıyla bugün Hrant Dink etrafında Türkiye’de bir şeyler yapmak isteyen bizler, Hrant Dink’in Türkiye’de oluşturulacak yeni bir demokratik geleneğin sembolü olmasını düşünen insanlar artık görmek zorundalar ki Hrant Dink’le 15’in bağlantısını kuramazlarsa, kuramazsak hakikaten bu cinayetin anatomisini çıkaramayız ve anlayamayız.

 

ÖM: Ve altında kalırız da. Özellikle gene yazıdan bir alıntı yapayım, kendisi Hrant Dink’in sana da söylediği gibi, önce cezası onaylandığında ailesiyle birlikte doğduğu yer Malatya’dan tam da ona yakışacak delilikte bir şeyle aynı ataları gibi yürüyerek Derzor’a gitmek ve Türkiye’yi terk etmek istediği ve “bizler gibi 1915 cahili değildi, kendisine yapılanlarla 1615 soykırımı arasındaki ilişkiyi hergün iliklerinde yaşıyordu. Öldürülmeden önce bana soykırım kelimesini kullandı diye açılan dava nedeniyle mahkemeyi tarih sahnesine çevirmek istediğini söyledi” diyorsun. Yani evet “1915 bir soykırımdır diyeceğim, mahkemeyi tarih kürsüsüne çevireceğim” demişti.

 

TA: Bunlar pek bilinmeyen Hrant taraflarıdır, bir Ermeni’ye 1915’i anlatmanıza gerek yok, Hrant onun için ‘soykırım’ı çok kullanmaz. Yani “bana anlatmanıza gerek yok, benim insanıma ne olduğunu biliyorum”. Onun bütün derdi Türkiye insanına kendisine ne yapıldığını anlatabilmekti. Hakikaten dava açılır açılmaz bu Türkiye’yi terk etme meselesi öyle çok cezanın kesinleştiği sırada aklına gelen bir şey değildi, Türklüğe hakaretten dava açıldığında konuştu benimle ve “eğer bu dava götürülür ve beni bir Türk düşmanı olarak gösterirlerse ki ben zaten Türkleri anlamak ve Türklük üzerinden burada bir şey yapmak istiyorum” diyerek bunu anlatıyordu. “O zaman demektir ki hala 1915’deki gibi burada Ermeni istemiyorlar, bana da düşen çıkıp buradan gitmektir atalarım gibi.” Bunu hakikaten ilk andan itibaren aklındaydı bu fikir ve en son soykırımdan dolayı bir sefer kullandı Hrant hiç kullanmazdı, dava açıldığında da Agos’ta oturduğumuz bir sırada mahkemeyi hakikaten bir tarih sahnesine çevirmek istediğini, yani madem ki bu kelimeyi bir sefer kullanmamdan dolayı başıma bu kadar büyük bir iş açıyorsunuz. Peki o halde öyle, konuşalım, buyurun ama tekrar altını çizmek isterim, Hrant Dink’in bir videosunda, bir görüşmesinde söylediği çok güzel bir cümle vardı, gözlerini böyle kameraya dikip “ben aslında çok iyi bir Türküm” diye ifade ettiği ama bir şey söyleyeyim, bunu Ermenice söylüyordu. Ben İngilizce altyazısından okuyordum bunu. Sonuçta anlattığı bir şey vardı orada, yani Türkiye insanıyla Türkiye’de bir yarını beraberce kuracağız, dolayısıyla Hrant böyle bir insandı, böyle bir şeyi yapmak istiyordu, biz de onun bıraktığı yerden herhalde onu devam ettirmek durumundayız.

 

ÖM: Evet öyle. Taner Akçam, çok teşekkür ederiz. Bunu saymayız, bundan sonraki seferlerde de seni ağırlamak bize gurur verir.

 

TA: Teşekkür ederim, sağ olasınız.

 

Okuduğunuz metin programın ses kaydından olduğu gibi çözümlenmiştir.