Kasım 2011

-
Aa
+
a
a
a

 

Dinlemek için:

 

İndirmek için: mp3, 43,2 Mb.

 

Kasım ayında Yemen’in 32 yıllık zalim diktatörü Ali Salih de “görevini devretme” adı altında “devrik”ler kervanına katılılıyor ve böylece Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi’den sonra “kare as” tamamlanıyordu. Gerçi Salih Suudi Arabistan’ın himayesinde ve o ülkede imzaladığı bir “anlaşma” ile yargılanmamak ve cezalandırılmamak şartını ileri sürmüş, ülkesine öyle dönmüştü ama bölgenin en yoksul ahalisini oluşturan Yemen halkı yüzbinleriyle sokağa çıktı ve bu son “giderayak şart koşma” işini kabul etmediğini yüksek sesle ortaya koydu. Çiçeği burnunda Barış ödüllü cesur aktivist kadın Tevekkül Karman da onun ülkeye dönmesinden iki gün sonra soluğu Lahey’de alıyor ve Salih’i halkına karşı işlediği suçlar için yargılayıp cezalandırması için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvuruyordu. Bu şekilde biz de Nobel Barış Ödülü’nün her zaman Kissinger ve Obama gibi savaşan insanlara verilmeyebildiğini hatırlıyorduk.

 

Bu olaylarla aynı sıralarda, Mısır’da devrim sonrası ilk seçimlerin yapılması gündemdeydi. Seçimler, Mısır’da yeni bir ayaklanmanın ardından geliyordu. Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin emriyle polis ve askeri polis en az 42 kişiyi katletti, 3 binden fazla insanı yaraladı, birçok insanın gözünü çıkardı. Yeni ayaklanmanın şiarı gayet netti. Askerî yönetime son.

 

 

Tahrir Meydanı, Kasım 2011

 

Beş gün boyunca, yani kesintisiz 120 saat süresince çoğunluğu genç kızlarla delikanlılardan oluşan binlerce isyancı polis ve askerle sokak sokak çarpıştı. Gerçek mermi, plastik mermi, saçma fişekleri ve inanılmaz miktarda gaz kullanıldı. Zehirli gözyaşı gazı bulutları altında isyancılar da taş ve arada bir molotof kokteyli kullandı. Beşinci gün sabahı insanlar gene Tahrir meydanına yollandı. Orada yine yüzbinlerce insan toplandı. Cuntanın başındaki general tıpkı devrik Mübarek gibi konuşma yaptı. Dağılın, dedi, mealen, yoksa sonu kötü olur bu işin. Konuşması bittiğinde derhal ayakkabılarını kaldırıp gösteren halktan tek kelimelik bir haykırış yükseldi göklere: “İrhal” - “Git!”  Tahrir’den İskenderiye’ye, İsmailiye’den, Süveyş’e ve başka şehirlere ânında yayıldı isyan...

 

Tahrir Meydanı, Kasım 2011

Beşinci günde, Mısırlı Romancı Ahdaf Sueyf’in söylediğine göre, akşam olurken işin rengi belli olmuş, “Devrim II” gerçekleşmişti. Ülkede 60 yıllık askerî vesayete karşı en büyük isyandı bu ve isyancılar gözlerini vermişlerdi ama devrimlerini kaptırmamakta kararlı olduklarını görmek zor değildi.

 

Aynı ay içinde, İspanya’da seçimleri gördük, beklendiği şekilde sağcılar kazandı, ama beklenmedik şekilde isyancıların önünün kitle halinde yeni protesto dalgaları için açıldığına dair çok alâmet belirmekteydi. Gelecek bahar dev bir doğrudan demokrasi eylemleri zinciri ufukta eni konu görünmekteydi. Genel kurullar şimdi ülkenin dört bir yanında mahallelere, işgal edilen binalara yayılıyordu. En revaçta olan yeni sloganlardan biri şuydu: “Yavaş gidiyorsak bu, uzağa gideceğimizdendir.”

 

Ay ortasında, 12 bin aktivistin Beyaz Ev’i kuşatmasıyla birlikte taçlanan bir eylem sonucu, Kuzey Amerika’da sivil haklar hareketinden neredeyse iki kuşak sonra tarihî bir zafer kazanıldı: Başkan Obama yeryüzünün en tehlikeli karbon bombasının fitilini ateşlemeyi erteledi – mecburen, mecburiyetten. Keystone XL adlı zift petrol boru hattının döşenmesi bir başka bahara kaldı, muhtemelen sonsuza kadar ertelendi.

 

Yerliler, ilerici sendikalar, gençlik, dinsel gruplar, sanatçılar, oyuncular, çiftçiler, mahalle bazında çalışan aktivistler ve benzerlerinden oluşan rengârenk bir koalisyon, yerleşik diskuru kökünden ve belki de ebediyen değiştiren, altüst eden Wall Street işgalcilerinin büyük desteğini de arkasına alınca, bu uzun yolculukta küçük ama müthiş bir zafer kazandı. Hareketin öncülerinden Bill McKibben, “eğer bu boru hattı hikâyesinden şimdilik bir ders çıkaracaksak, o da şu” diyor. Bir şeyi değiştirmek istiyorsan, sokağa çıkıp onu değiştireceksin, başka yolu yok.”

 

Yine ayın ortasında New York’ta Wall Street işgalcileri, milyarder finansçı belediye başkanı Bloomberg’in gaddar polislerinin şafak baskını sonunda Özgürlük meydanı diye yeniden vaftiz ettikleri manevî yuvalarından zalimce atıldılar.

 

Tamamen barışçı yöntemlerle protestolarını sürdüren bu gençlere militarist mantıkla yürütülen bu kontr-terör ve şok operasyonu, hareketin önemli esin kaynaklarından Adbusters dergisi kurucuları Kalle Lasn ve Micah White’ın Washington Post’ta yazdıkları gibi “bir anlam ifade etmiyor”du. Bu, Ortadoğu’da işe yaramadığı gibi, Amerika’da da sökmeyecekti. “Uzun sözün kısası” diyorlardı Lasn ve White, “ ... hem gençliğinize saldırıp, hem de bundan yakayı kurtarmayı bekleyemezsiniz.”

 

Böylece, başdöndürücü iki ay boyunca dünyanın en renkli ve ilginç eylemlerinden birine sahne olan Zuccotti Parkı’ndaki kamp dağıtılmış, kampın binlerce kitaplık güzelim kütüphanesi de barbarca çöpe atılmıştı. Ama, tıpkı başka yerlerdeki “kardeş hareketlerde” görülen şey orada da ortaya çıkıverdi.

 

Wall Street, Kasım 2011

Asıl zaferin şaşmaz işaretleri tam da oracıkta o saat başgösteriverdi. Hareket başka türden bir yayılım ve “yavaş bir ivme” kazanıyordu. İsyancıların yeni stratejisi de büyük bir şeffaflık ve netlikle ama aynı zamanda lirik bir dille şöyle özetleniveriyordu:

 

“Gerçek demokrasiye doğru yürüyüşümüzün bu içgüdüsel, akıllı ve militanca şiddetdışı aşamasında, ‘kelebek gibi uçacak, arı gibi sokacağız.’ Yeniden toplanıp yaralarımızı saracak, bütün kış boyunca beyin fırtınası yapıp ağ şeklinde örgütleneceğiz. Önümüzdeki bahar çiğdemler açar açmaz ordayız: Şimdilik tam kapsamlı bir karşı saldırıya geçmek üzere devinim gücünü inşa etmedeyiz.”

 

Avrupa’ya geçersek: Ekonomik krizler, Yunanistan’da Papandreu ve – inanılması güç ama – İtalya’da da Berlusconi hükümetlerini düşürüyordu. Yunanistan’da Papandreu’nun yerine Lukas Papadimos başbakanlığı üstlenirken, İtalya’da da Berlusconi’nin koltuğuna Mario Monti oturuyordu. Monti, kabinede başbakanlığın yanısıra ekonomi bakanlığını da üstleniyordu. Her iki başbakan da Franco faşizminin icadı olan bir kategoriye, “teknokrat” dediğimiz türe dahildi. Her ikisinin ikinci bir ortak noktası, finans krizinin mimarı “vampir ahtapot” Goldman Sachs şirketiyle yakın ilişkileriydi. Her iki ülke parlamentoları da yeni kemer sıkma önlemlerini hemen onayladı. Vampirlerden çok sıkılmış olan çalışan sınıf ve işsizler ise yine sokaklarda, grevde ve isyandaydılar tabii. Sadece Roma'da 200 bin insan sokaklara dökülmüştü...

 

Ayın son gününde ise bu sefer Büyük Britanya’da demokrasinin patlak verdiği, hatta infilak ettiği görülecekti: Gençlik ve öğrenci hareketlerinden büyük destek gören 30 kamu sendikasının düzenlediği 24 saatlik grev 2 milyon kişiyi bir araya getirirken, kıta Avrupası ülkelerinden farklı olarak düzenli grevlerin sık görülmediği ülke tarihinde 4 nesilden beri yani 1926’dan bu yana görülmüş en büyük emekçi hareketi olarak karşımıza çıkıyordu.

 

 

Londra, Kasım 2011

 

İktidar sahipleri bunun beklenen etkiyi yaratmayacağını söylerken, buna kendilerinin bile inandığı hayli şüpheliydi. Aksine, Britanya adalarında bunun dalga dalga yayılan çok büyük etkiler yaratacağını düşünmek için sayısız sebep vardı ortada.

 

Yılın son ayına girilirken dünyanın en saygın bilimsel, ekonomik ve sosyal kuruluşlarından ortalığa yağmur gibi yağan raporlar yeryüzünün küresel ısınma yüzünden korkunç bir ekolojik uçuruma doğru hızla yuvarlandığını ortaya koyarken, Güney Afrika’nın Durban kentinde düzenlenen BM iklim değişikliği zirvesine katılan en kirletici ve en zengin ülke temsilcileri eldeki tek uluslararası antlaşmanın cenazesini kaldırmaya kararlı gözüküyordu. Aynı anda da, sorumlulukları onlarla kıyas kabul etmeyecek kadar az olan, ama bittabiî okkanın altına öncelikle gidecek olan kırılgan ve yoksul ülkelerin temsilcileri, belki de en beklenmedik, ama nedense kimseyi şaşırtmayan adımı atarak, Durban İklim Görüşmeleri’ni “işgale” hazırlanmakta olduklarını duyuruyorlardı.

 

Paralel evrende ise KCK operasyonları tam sürat devam etti. 16 ilde düzenlenen yeni KCK operasyonunda, çoğu avukat 90 kişi gözaltına alındı. İstanbul’da adliyeye sevkedilenlerden 33'ü avukat 34 kişi tutuklanırken, Diyarbakır’da da 32 kişi cezaevine gönderildi. Öcalan’ın 7 avukatı, Kandil’le bağlantı kurarak Öcalan’ın talimatlarını iletmek ve 132 askerin hayatını kaybetmesine yol açmakla suçlandı. Bu arada suçlamalarda yer alan görüşmeler ana akım medya tarafından tekrar ısıtılıp şüpheliymiş gibi sunuluyordu. Bu kayıtların 5 ay önce aynı ana akım yayın organlarında yer aldığı nedense unutulmuştu. BDP'nin verilerine göre, Nisan 2009’dan beri yaklaşık 7 bin 800 kişi gözaltına alındı, bunlardan 3 bin 900’ü tutuklanmıştı.

 

Ancak, İçişleri Bakanı Şahin, o güne kadar sadece 752 kişinin tutuklandığını açıklarken, Profesör Büşra Ersanlı’nın da tutuklanmasına yönelik eleştirilere, tüm profesörler yargılanıyormuş algısı yaratılmaya çalışıldığı gibi garip bir yanıt verdi. Neredeyse yarım yüzyıl öncesinin “zehir hafiye” lakaplı ünlü komünist avcısı İçişleri Bakanı Dr. Faruk Sükan’ı kuvvetle çağrıştıran bir üslûp kullanan  Şahin, Ersanlı’yı kastederek, kimsenin vatanı bölme dersleri verme hakkı olmadığını söyledi. Öte yandan, Başbakan da KCK operasyonlarından memnun gözüküyordu. Suçsuz hiç kimsenin içeri alınmadığını söyleyen Erdoğan, operasyonları eleştirenleri, işin içinde kimlerin ne yaptığını bilmeden açıklama yapmamaları için uyararak, “KCK’ya destek veren, teröre destek verir” diyor ama sırf bu ifadesiyle bile akıllara yargısız infaz kavramını getiriyordu.

 

Van’da, 7,2’lik depremin etkisi olanca ağırlığı ile devam ediyorken, 17 gün sonra 5,6’lık ikinci bir deprem meydana geliyordu.  Depremde 43 kişi öldü, en büyük can kaybı ilk depremde yıkılmayan 2 otelde yaşandı. Doğan Haber ajansının 2 muhabirinin yanısıra, ilk depremden sonra yardım faaliyetlerine katılmak üzere Van’a gelen bir Japonya vatandaşı da yaşamını yitirdi. Otellerden birinin sahibi, ilk depremden sonra binanın uzmanlar tarafından kontrol edildiğini ve sağlam denildiğini söylüyor, farklı kurumlardan birbiriyle tutarsız açıklamalar geliyordu.

 

Bir gerçek tüm çıplaklığıyla ortada duruyordu: Devlet Van’da fena çuvallamıştı. Enkazda “inceleme” yapan Van Valisi ve Başbakan yardımcısı Beşir Atalay’a tepki gösterip çadır talep eden depremzedelere polisin biber gazı ile müdahale etmesi bu gerçeğin üzerine tüy dikiyordu. Çadırkentlerde sersefil barınmaya çalışanların ilgili ve yetkililer önünde şikâyetlerini dile getirmesinden sonra üstlerine bir de kolluk kuvvetlerince gaz sıkılması, doğrusu yurttaşlık bilgisi ders kitaplarına girecek kadar öğretici bir manzaraydı.

Deprem bölgesinde koşullar gittikçe çetin bir hal alıyor, kar yağıyor, acayip soğuklar bastırıyor, insanlar bezden çadırlarda yaşam mücadelesi veriyordu. Van’ın Karpuzalan köyünde bir çadırda sobadan çıkan yangında 4 ve 8 yaşlarındaki 2 çocuk hayatını kaybetti.  Van halkı, kenti terketmeye çalışıyor, Vatandaşların bir bölümü, diğer illerdeki yakınlarının yanına gitmeye çalışırken, çevre illerdeki kamuya ait sosyal tesislere yerleşmek için 60 bin kişi başvuruyordu. Türkiye, prefabrike ev ve çadır için uluslararası yardım çağrısı yaptı. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ise ziyaret ettiği deprem çadırına saray benzetmesi yaparak kusursuz gaf serisini sürdürdü.

 

Yurttaşlık bilgisinden sonra tarih dersine girdik. Dersim olaylarına ilişkin Başbakanlık arşivinden bazı raporları açıklayan Başbakan Erdoğan, Dersim’de yaşayan insanların göçe zorlandığını, göç etmeyenlerin ise infaz edildiğini söyledi. Elindeki 4 belgeye göre olaylarda resmî bilançoyu 13 bin 806 olarak açıklayan ve dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü sorumlu tutan Erdoğan, ”devlet adına özür gerekiyorsa, özür dilerim” dedi.

 

Başbakan, CHP’yi de kendi tarihiyle yüzleşmeye ve özür dilemeye çağırdı. CHP’den ilk özür Diyarbakır il teşkilatından geldi, ancak CHP yönetimi, il başkanı Muzaffer Değer’in özürden önce görevden alındığını duyurdu. Başbakan’a yanıt veren CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, Erdoğan’ı milletin birliğinin temeline dinamit koymakla suçladı. Genel başkan Kılıçdaroğlu ise Başbakanı samimi olmamakla itham etmekteydi. Kılıçdaroğlu tüm devlet arşivlerinin açılmasını isterken, sürgüne gönderilenlere topraklarının geri verilmesi önerisinde bulundu. BDP, Dersim olayları için önerge vererek, Meclis’te araştırma komisyonu kurulmasını istedi. Ancak, önerge, AKP milletvekillerinin ret oyu vermesi sonucu kabul edilmedi. Ret gerekçesi açıklandıysa da öğrenilemedi.

 

Aylarca söylentisi ortalarda dolaşan bedelli askerlik nihayet çıktı. 1982 doğumlular ve daha büyüklerin, devlete doğuştan 30 bin lira borçlu oldukları tescil edildi. Bedelliyle beraber tartışılan vicdani ret ise, gündeme geldiği hızla kayboldu. Başbakan, askerliği peygamber ocağı olarak gördüklerini söylerken, Adalet bakanı Ergin,” AİHM kararı zorunlu askerliğe itiraz etmiyor” dedi ve zorunlu askerliğin  kaldırılmayacağını söyledi. Vicdani ret için bir var bir yok diyen hükümetin Savunma Bakanı İsmet Yılmaz en sonunda düşündükleri formülü açıkladı. Askere gitmek istemeyene ceza vereceklerini söyleyen Yılmaz, “cezayı hapiste çektikten sonra askerlikten muaf olacak” dedi. Bu sırada Ankara, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde vicdani ret konusunu redden dolayı bir kez daha mahkûm oldu. İnsan Hakları Mahkemesi, Yehova şahidi Yunus Erçep adlı vatandaşın, vicdani ret hakkını reddettiği gerekçesiyle Ankara'nın din ve vicdan özgürlüğünü ihlal ettiğine hükmetti. Mahkeme ayrıca, Erçep'in askerî mahkemede yargılanmasını da, âdil yargılanma hakkına aykırı buldu.

 

Aynı günlerde Gazeteci Hrant Dink davasının seyrini değiştirebilecek önemli bir gelişme yaşandı. Davaya bakan mahkemenin talebi üzerine, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, 1 buçuk yıldır sürdürdüğü “özel hayatın gizliliği” bahanesinden vazgeçti ve cinayet günü bölgede yapılan telefon görüşmelerinin kayıtlarını mahkemeye gönderdi. Kasım’da ayrıca, Dink cinayetine ilişkin 30 kamu görevlisiyle ilgili soruşturmada, “görevi ihmal” yönünden takipsizlik kararı verildi,  soruşturma ''yardım ve yataklık'' kapsamına alındı. Sözkonusu 30 kamu görevlisi arasında dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler ve Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah da bulunuyordu

 

Yargıtay’ın, 2002 yılında Mardin’de, eşraftan sivil-asker, yaşlı-genç bir yığın erkeğin sürekli ve sistemli tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki N.Ç’nin, faillerle “kendi rızasıyla” beraber olduğuna dair yerel mahkeme kararını onaması tepki çekti. Adalet Bakanı Ergin, kararın suçun işlendiği tarih yüzünden eski yasaya göre alındığını, yeni yasada cezanın çok daha ağır olduğunu söyledi. Tepkilere yanıt veren Yargıtay ise, yargı sürecinin henüz bitmediğini hatırlatarak, daha fazla yorum yapmanın âdil yargılama ilkesini etkileyeceğini hafif tehdidkâr bir tonla herkese bildirdi.

 

Ankara Başsavcılığı, kamuoyunda postmodern darbe olarak bilinen 28 Şubat süreciyle ilgili soruşturma başlattı. Başsavcılık o dönemle ilgili gelen suç duyurusu ve şikayetleri inceleme altına aldı. Eski generaller hakkında “darbe girişimi”nden yürütülen soruşturmadan takipsizlik kararı çıktığı öğrenildi. Eski Genelkurmay Başkanları Işık Koşaner, İlker Başbuğ, Yaşar Büyükanıt ve İsmail Hakkı Karadayı dahil, 8 asker için soruşturma açan savcı, yeterli delil olmadığına karar vermişti.

 

Uzun bir Kasım’dı.

OcakŞubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık