Ekim 2011

-
Aa
+
a
a
a

Dinlemek için:

 

İndirmek için: mp3, 26,3 Mb.

 

Ekim’de Libya’da bir dönem sona eriyor. 42 yıl boyunca ülkeyi yöneten Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi, doğum yeri Sirte'de öldürülüyordu. Kaçmaya çalışan Kaddafi, isyancılar tarafından sağ olarak ele geçirilmişti aslında ama daha sonra linç ve ırza (bıçakla) tecavüz görüntüleri tüm dünyaya yayıldı. Libya’nın yeni rejimi yaşamına bu lekeyle başlıyordu. Kaddafi'nin oğullarından Mutassım, yine sağ yakalandı, ama öldürüldü, diğer oğlu Seyfülislam da Zilitan bölgesinde yakalandı. Libya halkı, başkent Trablus dahil ülke genelinde kutlamalar yapıyordu. NATO, Kaddafi’nin öldürülmesinden 1 hafta sonra, 7 aylık Libya harekâtına son verdi. Böylece operasyonun başından beri tekrar edilen “hedefimiz Kaddafi değil” yalanının ipliği de pazara çıkmış oluyordu. Hedef, tabii ki petrol ve paraydı.

 

PKK, bu ay içinde Hakkari’nin Yüksekova ve Çukurca ilçelerinde sekiz noktaya saldırı düzenledi. Saldırıda 24 asker hayatını kaybetti, 22 asker ise yaralandı. Cumhurbaşkanı Gül alışıldık itidalini kaybederek sert bir açıklama yapıyor, intikamdan, misliyle ödetmekten bahsediyordu. Kara harekatı başlıyor, yaklaşık üç buçuk yıllık aradan sonra ordu Kuzey Irak’a giriyordu. Operasyona en az 10 bin asker katılıyor, Irak hükümeti, Türkiye’yle işbirliği yapacağını duyuruyor, Washington Türkiye’nin kendini savunma hakkı olduğunu açıklıyordu. Bu esnada ana akım medya iyice coşmuş, ha desen yarım günde Bağdat’ı alıyordu – gene. Medyadaki savaşsevicilik öyle bir noktaya ulaşmıştı ki Genelkurmay bile, basında çıkan haberlerden, yalan yanlış operasyon şemalarından rahatsızlık duyarak bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti. Genelkurmay, operasyonun ana kısmının Hakkari Kazan vadisi civarında düzenlendiğini, Kuzey Irak’ta birkaç noktanın vurulduğunu açıkladı. Kazan’da 36 PKK’lı öldürülmüştü.

 

PKK’nın ölümcül saldırılarının yoğunlaşması üzerine gerilimin ülke çapında büyük çapta yükseldiği bir sırada, devletin misilleme olarak giriştiği yoğun bombardıman da olanca şiddeti ile devam ederken Başbakan, medya ile demokratik dünyada eşine ender raslanır bir buluşma gerçekleştirdi. Kamuoyunu aydınlatma işlevine sahip olması beklenen basının kamuoyunu nasıl aydınlatacağı konusunda hükümetten tavsiye alması için düzenlenmiş, basına kapalı bir “basınla toplantı”ydı. Kürt sorunu ile ilgili olduğu bilinen bir “basınla toplantı”ya Kürt sorunu ile ilgili basın yayın organlarından hiçbiri çağrılmamıştı, ve belki de en önemlisi, yayın yönetmenlerine hiç karışmadıklarını ısrarla savunagelen medya sahipleri –Başbakan’ın deyimiyle –  “tam katılımlı” olarak toplantıda yerini almıştı. Açık Radyo programcısı ve yazar Ahmet İnsel’in deyişiyle başbakan gazeteleri iktidarının bir organı olarak görüyor, işin kötüsü, kendilerine bağımsız diyen  ‘bağımsız’ medya temsilcileri de bu durumu zımnen kabul ederek, kendilerini bir iktidar organı olarak gördüklerini elevermiş oluyorlardı. Nitekim Kazan saldırısından itibaren medyanın ezici çoğunluğunda ortaya çıkan kanlı savaş vitrini, iktidarın böylesine kudret tapıncı içinde olan bir medya ile bir “tavsiye toplantısı” düzenlemesine niye ihtiyaç duyduğunu bile sorduruyordu insana.

 

Öte yandan, KCK operasyonları da devam ediyor, özel harekât polislerinin de katıldığı operasyonda 93’ü İstanbul’da olmak üzere, en az 130 kişi gözaltına alınıyor, bu kişiler arasında BDP’nin Anayasa Hazırlık Komisyonu üyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayıncı Ragıp Zarakolu da bulunuyordu. BDP eşbaşkanı Demirtaş tutuklananların çoğunun BDP’li olduğuna dikkat çekerek “ Eğer KCK buysa genel başkanı da ben oluyorum” sözleriyle durumun tuhaflığına dikkat çekiyordu. Koster, gemi arızaları adı altındaki gerekçelerle tecrit uygulanan Abdullah Öcalan'a 78 gün sonra ilk ziyaret gerçekleştirildi.

 

Bunlar olurken gezegen bir kez daha ne kadar geçici olduğumuzu bizlere hatırlatma ihtiyacı duydu.

 

Van’da meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki deprem büyük yıkım yarattı En çok etkilenen yerler Van merkez ile, Erciş ilçesi oldu. 640 kişi yaşamını yitirdi, binden fazla bina yıkıldı.

 

 

 

Depreme devletin geç müdahalesi ve genel organizasyon eksikliği tepki çekerken, medyada dalga geçer gibi ne kadar organize olduğumuza vurgu yapılıyordu. Her zamanki gibi okkanın altına yoksul kitlelerin gitmiş olduğu gerçeği nedense hiçbirimizi şaşırtmıyordu. Evleri başlarına yıkılan insanlardan sağ kurtulanlar, kısa sürede “olay mahalli”ni terkettiler ve uzak şehirlerdeki akrabalarının yanına gittiler. Van merkezinin bir hayalet şehre dönüştüğü haberleri geliyordu artık.

 

 

 

 

Depremin yaraları daha sarılmaya çalışıyorken bazı medya kuruluşları ve yorumculardan kan dondurucu açıklamalar geliyor bölgeye gönderilen yardım kolilerinden Türk bayrağı, hatta taş, tahta vb. çıktığı söyleniyordu. İnsanlığı Temmuz’da gömmüştük, belli ki Ekim’e bir şey kalmamıştı. BDP, ''medyanın dili'' konusunda Meclis Araştırması açılmasını istiyor, TBMM Başkanlığına sunulan önergenin gerekçesinde, ''medyanın, nefret söylemleri üreten, milliyetçiliği ve cinsiyetçiliği körükleyen bir dil kullandığı'' ifade ediliyordu.  Bu talebe cevaben, “bizde miliyetçilik ve ırkçılık yoktur, hiç olmamıştır” tarzında bir cevap gelip gelmediği öğrenilemiyordu.

 

Yılın geneliyle uyumlu olarak yoğun geçen Ekim ayında Türkiye 31 OECD ülkesi arasında yapılan bir araştırmaya göre sosyal adalet konusunda son sırada geliyor, yılın ilk dokuz ayında 419 işçi iş kazalarında hayatını kaybediyor, Orman ve Su işleri Bakanı Veysel Eroğlu, Türkiye'nin doğal kaynaklarını iş adamlarının istifadesine sunmak istediğini söyleyerek yine sanayi bakanlığına oynuyordu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,  Türk Ceza Yasası’nın 301'inci maddesi uyarınca açılacak ifade özgürlüğü davalarının Adalet Bakanlığı iznine bağlanması değişikliğini, yeterli bir güvence olarak görmüyor, Kuzey Kıbrıs'ta askerlik yaparken "disko" olarak bilinen disiplin koğuşunda ağır işkence gören Uğur Kantar uzun bir komadan sonra hayatını kaybediyor, Uğur Kantar’ın ailesinin, İstanbul’da 20 kişilik bıçaklı ve sopalı bir grubun saldırısına uğradığı ortaya çıkıyordu. Deniz Feneri soruşturmasında son 2 kişinin de mahkemece serbest bırakılmasından sonra davada tutuklu kimse kalmıyordu.

 

Dünyada ise İsrail ve Hamas arasında tarihî takas gerçekleşiyor, Beş yıldır Hamas’ın esiri olan İsrailli asker Gilad Şalit, Mısır üzerinden İsrail’e teslim ediliyordu. İsrail de buna karşılık bin 27 Filistinli tutsaktan, ilk etapta 477’sini serbest bırakıyordu. BM Bilim, Eğitim ve Kültür Kuruluşu UNESCO, Filistin'in üyelik başvurusunu  kabul ediyor; ancak İsrail ve özellikle Amerika karara sert tepki gösteriyor, ABD, kararın hemen ardından UNESCO'ya aktardığı katkı payını kesiyordu. Belli ki Amerika, İsrail uğruna bilim, eğitim ve kültür konularında da uluslararası toplumu haraca bağlamaktan çekinmiyordu.

 

Avrupa Birliği, borç krizine karşı İstikrar Fonu oluşturma derdinde kıvranıyor, baskı altındaki Yunan parlamentosu, halkının hararetle karşı çıkmasına rağmen, yeni önlem paketini onaylıyordu.

 

Yeni Zelanda'da karaya oturan bir gemiden akan mazot Bolluk Körfezi’nde canlılar bolluğunu mahvediyor, ülke tarihindeki en büyük çevre felaketi gerçekleşiyordu. Kuzey Kutbu üzerindeki ozon tabakasında açılan deliğin, Almanya'nın beş katı büyüklüğüne ulaştığı belirtiliyordu.

 

Nobel Barış Ödülü bu sene kadın hakları konusundaki çalışmaları nedeniyle üç kadın tarafından paylaşılıyordu. Liberya Cumhurbaşkanı Ellen Johnson-Sirleaf, Liberya'daki savaşı sona erdirmek için mücadele eden aktivistlerden Leymah Gbowee ve Yemenli gazeteci-aktivist Tevekkül Karman ödüle layık görülen isimler oluyordu. Mücadele her tarafta devam ediyordu.

 

Devrim dalgası, işgaller, petrol boru hatlarına karşı girişilen mücadeleler dünyanın her tarafında yoğun bir şekilde devam ediyordu. Türkiye ise, en azından şimdilik,

dünyadaki iki muazzam fenomenin, yani her yeri hızla sarmakta olan devrimci “bozkır yangını” ile korkunç bir hızla hepimizin üzerine çullanmakta olan iklim değişikliği olgusunun ve bununla yapılan mücadelenin biraz “dışında kalmış” gibi görünüyordu. Bu “içine kapanık”lık halinin şüphesiz kendine özgü sebepleri olduğu görülüyordu, tam kestiremeyeceğimiz. Ama medyanın eni konu negatif bir rol oynamakta olduğunu da görmüyor değildik sanki.

İstanbul Üniversitesi Doğal Afetler Arama Kurtarma Ekibi, Van depremiyle ilgili ilk teknik raporunu yayımlıyor. Raporda, hasarlı binaların beton kalitesinin düşük ve işçiliğin kötü olduğu belirtiliyordu. Başbakan Erdoğan, Van depremiyle bir kez daha ortaya çıkan çürük bina sorununa “seçim kaybetme pahasına” kesin çözüm için gereken adımları atacaklarını söylüyordu.

OcakŞubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık