Dünyada ve Açık Radyo'da Geçen Ay

-
Aa
+
a
a
a

Mayıs. Kadim kavimlerde bahar tanrıçası. Maia. Kadim Yunaneli'nde ise baştanrı tarafından yeryüzünü ebediyyen sırtında taşımaya mahkûm edilmiş Atlas'ın 7 kızından en büyüğü.

 

"Kısa yazacak zamanım yoktu," demiş Mark Twain. "O yüzden uzun bir mektup yazmak zorunda kaldım." Bizimki de o hesap; dar zamanda alelacele oturup ayın özet dökümünü çıkarmaya kalktık; ne var ki, sizin de göreceğiniz üzere, biraz uzun tuttu çetele.

 

Bir "bahar âyini"nden ziyade, korkunç imaları olan bir dizi feci gelişmenin peş peşe –ama maalesef sessiz sedasız- geldiği bir ölümcül âyin gibiydi Mayıs, Açık Radyo'da sizlerle paylaşmaya çalıştığımız:

 

·        Nükleer yıkım: Gezegenin en korkunç diktatörlük rejimlerinden biri olan Kuzey Kore, son üç yıl içinde ikinci atom bombası denemesini Mayıs'ta gerçekleştirdi. Başta ABD, herkes bu "çılgınlığı" şiddetle kınadı. Bunu, rejimin akıldışılığının son örneği diye nitelemek elbette mümkündü; ne var ki, doğru bir değerlendirme olmazdı bu. Tam tersine, Bush döneminden beri Kuzey Kore'yi haritadan silmeye kararlı görünen Batı ülkelerine karşı, her açıdan köşeye sıkışmış "sevgili önder"in elinde tek koz bu kalmıştı kala kala. Ama, asıl onu kullanmaması akılsız bir hamle olmaz mıydı? Üstelik, "nükleer kulüp" üyelerinin (ABD, Britanya, Çin, Fransa, Hindistan, İsrail, Pakistan, Rusya) kendilerinin ve sevgili dostlarının kucaklarındaki sevgili bombalarına sımsıkı sarılıp düşman bildiklerine yasak koyma "politikası"na da dünyanın her dilinde çifte standart deniyor.

 

Bunun ne ölçüde etik olduğu bir yana, akla uygunluğu da eni konu tartışılabilir doğrusu. Nükleer ülkeler bizzat bu silahların yayılmasını çağımızın en büyük terörü haline getirirlerken, kendi davranışları hakkında tıs çıkmasın istiyorlar, mutlak bir sessizlik olsun... Üstelik, bu davranışların başkalarını da aynı şeyi yapmaya ittiğini de zinhar kabul etmiyorlar. Karşılıklı mahvolma garantisi veren bir "doktrin"den bahsediyoruz burada. (İngilizce kısaltmasıyla MAD!) Böylesine dev bir tehlikenin temelindeki basit gerçeği nasıl kavrayamadığımız veya buna nasıl kayıtsız kaldığımız, ayrıca sorulmaya değer tabii.

 

·        İklim yıkımı: İklim değişikliğinin ne kadar gerçek olduğu konusunda bilim dünyasında hiçbir tereddüt kalmadıysa da, yıkımın insan çehresine dair tam bir belirsizlik hakimdi. Konu, tehlikeli biçimde ihmale uğramıştı. Şimdi nihayet büyük bir araştırma yapılmış. Mayıs'ın son günlerinde açıklanan sonuçlar şöyle: Yüzmilyonlar daha şimdiden sürekli ya da geçici olarak etkilenmiş durumda. Yarım milyar insan aşırı tehlike altında. Her yıl yüzbinler iklim değişikliği yüzünden hayatını kaybediyor. Bu rakamlar, 10 – 20 yıl içinde hızla katlanacak. Yakında, ölenlerin sayısı 600 milyona, yıllık ekonomik zarar 300 milyar dolara çıkacak. Gelişme yolundaki ülkelerin buna uyum çabalarını şimdikinin 100 katına çıkarmaları gerekecek! Nobel Barış ödüllü iklimbilimci Rajendra Pachauri'ye göre, yıkım öylesine büyük ölçülerde ki, bunun ardında yatan gerçekliğe inanmak çok zor ve bu kadar insanın krizden bihaber olması anlaşılır gibi değil.

 

Pachauri, bu "sessiz ıstırabın" altında 4 faktörün yattığını söylüyor:  a) Zaman: Tehdit geleceğe ilişkin sanılıyor, ama tehlike şimdi ve burada; b) Zemin: Zaiyatın % 99'u gelişme yolundaki ülkelerde oluyor ve kaybedenlerin ezici çoğunluğu, yoksullar grubu içinde yer alıyor ve yoksulların sefaleti çok daha az ilgi çekiyor şüphesiz; c) Zümre ve Sınıf: İklim değişikliği gıda sorunlarını, malarya gibi hastalıkları derinden etkileyip yoksulluğu kat be kat artırıyor ama bu etkiler, binbir sorunun arasında gözden kaçı(rılı)yor; d) Zihin: İklim değişikliğinin belli durumlarda yarattığı tahribatı zihnimizde ayrıştırmakta zorluk çekiyoruz: Katrina fırtınası ya da Darfur faciası gibi olgular ne ölçüde iklim değişikliğine bağlılar mesela, bilemiyoruz...

 

 ·        Çifte Yıkım Tehlikesi: Mayıs sonunda Britanya'da St James Sarayı'nda birçok Nobel ödüllü bilim insanının katıldığı dev bir bilimsel toplantı yapıldı. Önde gelen iklimbilimci Schellnhuber'in deyişiyle "muhtemelen dünya üzerinde gerçekleşmiş en büyük beyinler buluşması" olan toplantı sonucunda yayınlanan andıçta (memorandum) şöyle deniyordu: "İklim değişikliği, dünya için nükleer silah yarışı kadar büyük bir tehdit getirmektedir. Silahlanma yarışı kadar derin bir krizin içindeyiz... İklim değişikliği dünyanın en yoksul bölgelerinin pek çoğunu kırıp geçirecek, yerle bir edecektir..."

 

 ·         Sessizliğin sağır eden sesi: Geçen ay bültenimizde şöyle yazmıştık, korkuyla:

 

"Sri Lanka'da yürütülen "tanıksız savaşta" 10 binlerce sivilin topyekûn katledilmesi, özellikle çocukların mahvolacağı bir "kan banyosu!" kaçınılmaz görünüyordu... BM oraya insanlık adına müdahale etmiyor, liderleri susuyor, o mütevazı radyomuz mikrofonları dışında hiçbir yerde, değil manşet, haber bile olmuyordu bu."

 

Sonuçta, olan oldu: Dünyada sadece The Times gazetesinin cesur muhabirleri Catherine Philp ve Michael Evans'ın belgelediği bir soykırım sessiz sedasız gerçekleşmişti. Hükümet nihaî saldırıya geçip, Tamil kaplanlarını çeyrek yüzyıllık iç savaşın sonunda kesin yenilgiye uğratmış, ama şiddetten kaçınmayan bu ayrılıkçı örgüte karşı elde edilen zaferin ağır bedelini masum siviller ödemişti. 20 gün içinde, büyük çoğunluğu sivil en az 20 bin Tamili ağır topçu ateşiyle katlettiği kanıtlandı hükümetin. 20 gün boyunca her gün 1000 kişi! Havadan çekilmiş fotoğraflar, resmi belgeler, görgü tanıklıkları ve uzman görüşleri ile ispatlanan bu korkunç savaş suçunu Sri Lanka hükümeti propaganda diye reddetti; fotoğrafların sahte, uzman görüşlerinin yalan olduğunu belirtti ve –kazalar dışında- tek bir sivili bile öldürmediğini söyledi. (Görebildiğimiz kadarıyla, Türkiye'de bunu bütün gazeteler arasında bir tek Cumhuriyet, birinci sayfadan görecek kadar önemli buldu.)

 

BM İnsan Hakları Konseyi'nde Çin, Mısır, Hindistan ve Küba gibi ülkelerin de desteği ile Sri Lanka hükümeti her türlü savaş suçundan aklanıverdi. Üstelik, hem bütün insanlık camiasını temsil eden BM'nin, hem de o camiaya liderlik etme iddiasındaki bazı Batı hükümetlerinin de kaetliamdan daha önceden haberdar olduğu, buna rağmen hiç sesini çıkarmadığı kanıtlandı. Sivillerin topyekûn katledilmesi konusunda uyarılmış olanlar sessiz kaldılar. Hep aynı hikâye aslında: My Lai, Ruanda, Srebrenica, Çeçenistan, Beyrut, Darfur, Gazze... Kulakları sağır eden derunî bir sessizliğin içinde bir katliam silsilesi dur durak dinlemeden sürüp gidiyor... Gazeteci ve belgesel sinemacı John Pilger'ın yazdığı gibi:

 

"Sri Lanka hükümeti, modern bir efendiden, yani İsrail'den eski bir ders öğrendi. Bir katliam işlemek için, pornografinin ve yasadışılığın azami oranda görünmemesini garantiye alırsınız. Yabancıların ve kameralarının, Sri Lanka ordusunun geçenlerde bombaladığı Mulliavaikal gibi Tamil kentlerine girmesini yasaklarsınız ve hastanede öldürülen 75 insanın bir Tamil intihar bombacısı tarafından kasten paramparça edildiğini açıklayıp yalan söylersiniz. Ardından gazetecileri ormanda gezintiye çıkarırsınız, habercilik işinde mahreç denilen şeyi bir görgü tanığının anlattıkları eşliğinde sağlarsınız ve saftirikleri sadece sizin versiyonunuzu ve yalanlarınızı yaymaya teşvik edersiniz. Model Gazze'dir.

 

Aynı efendiler güruhundan terörizmin tanımını evrensel bir tehdit olarak manipüle etmeyi öğrenirsiniz, böylece şuursuz fanatizmin 'isyanı' karşısında ölüm kalım mücadelesi veren asil bir egemen devlet olarak "uluslararası toplum"un (Washington) gözüne girersiniz. Hakikatin ve geçmişin derslerinin zerre ehemmiyeti yoktur. Ve ABD'yle Britanya'yı isyancılarınızı terör listesine eklemeye ikna etmeyi başarmakla, tarihin doğru tarafında durduğunuzu teyit edersiniz; hükümetinizin dünyanın en kötü insan hakları siciline sahip olmasının ve başka ad altında terörizm uygulamasının da ehemmiyeti yoktur. Tıpkı Sri Lanka gibi…"

 

 ·         Şiddetin derin uğultusu: Mardin'in Bilge (Zanqırt) köyünde ağır korucu silahlarıyla aralarında üçü hamile kadının da bulunduğu 44 kişinin katledildiği bir "soykırım" girişimi. Sosyologların bir tanım ve açıklama getirmekte âciz kaldıkları bu inanılmaz korkunçluktaki katliama ilişkin olarak Mardin Artuklu Üniversitesi'nin "akademik ön araştırma raporu"ndan şu ön teşhis geliyor:

 

"Çok katmanlı bir sosyal sorunun yüzeye yansıyan hali; buz dağının görünen ucu... Altta, yüzyıllar içinde köklenmiş, şiddete endeksli ağır bir sosyopsikolojik, şizofrenik yapı ..."

 

 Haddimizi fena halde aşma pahasına, "şiddete endeksli ağır şizofreni" tanısını hem ülkeye, hem de dünyaya teşmil etme dürtüsüne yenik düştüğümüzü itiraf etmeliyiz. Üstelik, bu konuda yalnız da sayılmayız. Uluslararası Af Örgütü, içinde bulunduğumuz derin "insan hakları krizi"ni 2009 yıllık raporunda şu cümlelerle ifade ediyor:

 

 "Kuralsız küreselleşmenin ezici gücü dünyayı son yıllarda büyüme çılgınlığına sürüklerken, insan hakları sıklıkla arka plana itildi. Sonuçlar açık: Artan eşitsizlik, yoksunluk, yabancılaşma ve güvensizlik. Uluslararası toplumun çözemediği veya çözmeye isteksiz olduğu amansız anlaşmazlıklar nedeniyle zaten küresel çapta yaşanan güvensizliğe ek olarak politik çalkantı ve şiddetin artacağına dair işaretler bulunuyor. Başka bir deyişle: Eşitsizlik, adaletsizlik ve güven yokluğuna dayalı bir barut fıçısının üzerinde oturuyoruz ve fıçı patlamak üzere…

 

"2008 sonu itibariyle, birkaç kişinin hırsını tatmin etmek üzere çoğunluğun süründüğü, açgözlülük ve yoksunluk olarak ikiye bölünmüş dünyamız kendi içine çöküyor… İklim değişikliğinde olduğu gibi, küresel ekonomik durgunlukla ilgili de aynı durum geçerli: Zenginler zarar verici faaliyetlerin çoğundan sorumlu, fakat en kötü sonuçları zaten mağdur olan yoksullar yaşıyorlar… Milyarlarca insan güvensizlik, adaletsizlik ve aşağılamalar sonucu mağdur oluyor. Bu bir insan hakları krizidir."

 

Yine Mayıs ayında Barış Umudu: Başbakan'ın azınlıklarla ilgili olarak farklı etnik kimlikte olanların geçmişte ülkeden kovulduğunu belirterek "Bu faşizan bir yaklaşımdı. Bu hataya bazen biz de düştük" demesi, güneydoğu sınırındaki mayınlar meselesi, Dünya Kayıplar Haftası, "3. sayfa haberleri" diye tabir edilen şiddet olaylarının nicelik ve nitelik olarak hızlı artışının devam etmesi... Gazeteci Hasan Cemal'in (Milliyet) bazı PKK yetkilileriyle mülakatlarının ardından Cumhurbaşkanı'nın, CHP Genel Başkanı'nın, Başbakan'ın ve –belki de en önemlisi- DTP Eşbaşkanı'nın barışın yolunu açmaya yönelik mesajları geldiği sırada Hakkari'de mayınlı saldırıda altı askerin ölümü, sekiz erin yaralanması... Ama, buna rağmen, DTP Eşbaşkanı Türk'ün, "tarihi barış fırsatının kaçmaması" için yaptığı şu açıklama önemliydi:

 

"Her şeyden önce, bizim devlet silahları bıraksın diye bir mantığımız yok. Madalyonun bir başka yüzüne de bakacak olursak, geçmişte bölgede 17 bin faili meçhul cinayet yaşandı. Bunlar sivildi. Şimdi bu geçmişte yaşananları ortadan kaldırmak için ortak aklı bulmak zorundayız. 17  bin faili meçhul cinayeti işleyenleri, bizi hapse atıp cezaevinde işkenceden geçirenleri ben affetmeye hazırım. Barış için, kardeşlik için, özgür bir gelecek için ben affetmeye hazırım…"

 

Böylelikle, Mayıs ayının son günlerinde bir barış umudu görmek -gene de- mümkündü yani…

 

***

Radyomuz ailesi, yeni bir ferdin ilavesi ile biraz daha genişledi: Deniz Aşırı programının yapımcısı Deniz Pak ile eşinin nurtopu gibi bir oğlu oldu! Adı Ali.

 

 ***

 

Ekim 2008'de başladığımız Karamazov Kardeşler (Türkçe ve Rusça) okumaları ve Şubat 2009'da başladığımız Frannie ve Zooey okuması Mayıs ayı içinde son buldu. Böyle okumalar konusunda hunhar yeni planlarımız var elbette, ama sürpriz olsun, başka bir bültende açıklarız, diye düşündük.

 

***

 

Radyoyu temsilen katıldığımız konferans, ders, panel, oturum vb. etkinlikleri açısından da Mayıs hayli verimli bir ay oldu: Sırayla, Sabancı Üniversitesi'nde bir ders ("yeşil" ekonomi), Marmara Üniversitesi Göztepe yerleşkesinde bir panel (uluslararası ilişkiler); Marmara Üniversitesi Haydarpaşa yerleşkesinde bir konferans (iklim değişikliği ve sağlık); Bilgi Üniversitesi'nde bir panel (ekonomi ve iklim krizleri ve çözüm önerileri); Istanbul Centre in Brussels'da bir oturum ("1968, and how we remained cool during the Cold War."), katıldığımız kültürel ve akademik aktivitelerdi.

 

 Mayıs Ayı Konu ve Konuklarımızdan Bazıları:

 

·         Açık Gazete'de: Nijerya'da korsanların bir süreliğine rehine aldığı 2. çarkçı Atilla Şengül ile korsanlık, uluslararası hukuk, cengeldeki korsan kamplarında hayat, Avrupa kupası maçları seyretmek, yoksulluk, küreselleşme ve şiddet üzerine; LGBTT avukatı Fethi Konuş ile gittikçe sayıları artan transsekksüel cinayetleri, cinsel ayrımcılık zihniyeti ve yükselen şiddet üzerine; editör Mustafa Bayka ile bir süre önce Türkiye'de yayımlanmasına başlanan Jean-Jacques Rousseau'nun "bütün yapıtları", radikal bir düşünür olarak J.-J. Rousseau, ve başta doğa olmak üzere, düşünürün günümüzde büsbütün geçerlik ve önem kazanmış fikirleri üzerine konuştuk.

 

 

·         Açık Dergi'de: Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon-Sinema bölümü son sınıf öğrencilerinin 'Sözlü Tarih' filmleri üzerine, öğretim görevlisi Mehmet Yayınoğlu ve öğrencileri Fatih Başa, Seyhan Şaşko, Özge Gürsoy ile; İnternet üzerinden Ermenice yayın yapan Nor Radyo'yu Sayat Tekir ile, Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü (BÜMK) yapımı olan SHOWBAND'in, yeni gösterisi "No Way Out" üzerine yönetmen yardımcısı Zeynep Nil Suner ile; Uluslararası İşçi Filmleri Festivali kapsamında gösterilen "Silikozis" belgeselini, yönetmenlerinden Selçuk Erzurumlu ile; iDANS Uluslararası Çağdaş Dans ve Performans Festivali'nin ikincisini Gurur Ertem'le; bu yıl 25.si düzenlenen Genç Günler'i proje sahipleriyle  Mem û Zin'in yönetmeni ve koreografı Arda Alpkıray'la, Öfke oyunun dramaturgu Gökhan Aktemur ve oyuncusu Işıl Karaalp Tangör'le, Vasıf Öngören'i Anma etkinliğinin yönetmeni Aslı Öngören ile birlikte olduk. KargART'ta açılan "Müstehcen" adlı sergiyi, koordinatörü Rafet Arslan'la konuştuk. Sabancı Üniversitesi Müzik Kulübü Müzikus öğrencilerinin, Deva-saz adlı bir projeyle verdiği konseri, ekibin çalıştırıcısı Kemal Arslan konser öncesi canlı yayında konuğumuz oldu. Sabancı Üniversitesi, Uluslararası Hrant Dink vakfı ve Anadolu Kültür'ün birlikte gerçekleştirdiği, Hrant Dink anısına atölye çalışmalarını Ayşe Gül Altınay'la konuştuk. Müzeler haftasında, İstanbul Modern Sanatlar Müzesi Şef Küratörü Levent Çalıkoğlu ile müzeciliği konuştuk. Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü'nde gerçekleştirilen Marksizm 2009 konferansını KEG'den Şenol Karakaş'la konuştuk. Cannes Film Festivali'nde en çok tartışılan film Lars Von Trier'in Antichrist (Deccal)' i baş rolündeki Charlotte Gainsbourg'a, En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getirdi. Deneyimli programcı Cansu Akbel Açık Radyo için Gainsbourg'la bir söyleşi gerçekleştirdi. Ödül töreninin ardından bu söyleşiyi yayınladık. Cannes Film Festivali'ni eski Açık Radyo programcılarından Sevin Okyay değerlendirdi; Berlin'de yaşayan besteci ve piyanist Tayfun ile "El - 33 Müzikal Tablo" adlı son projesini konuştuk. Genç Günler etkinliğinin ardından Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya Şehir Tiyatrosu'nda kurulacak "Dans Birimi"ni ve yeniden hayata geçirilecek "Tiyatro Araştırma Laboratuvarı"nı anlattı. Devlet Tiyatroları (DT) ile Avrupa Tiyatro Birliği tarafından organize edilen Tiyatro Orient (Şark) Ekspresi'nin "Ex-press" adlı gösterisi dünya turnesinin öncesinde Ankara, Haydarpaşa ve Sirkeci garlarında sahnelendi. Projeyi yönetmenlerinden Övül Avkıran'la Kapıkule sınır kapısından konuştuk.

 

 

·         Eğitim Güncesi'nde: Eğitim Bilimci Ferit Toprak'ın konuk olarak katıldığı programda sivil toplum örgütü kavramının ne olduğu tartışıldı, Türkiye'de sivil toplum örgütlerinin gelişimi incelendi ve en nihayetinde bu grupların neden Eğitim alanında faaliyet gösterdikleri anlaşılmaya çalışıldı.

 

 

·         Sosyal Hareketler Gündemi'nde: Sosyal Demokrasi Vakfı Onursal Başkanı Ercan Karakaş ile günümüz sosyal hareketleri ve 1 Mayıs değerlendirmesi yapıldı; Greenpeace Akdeniz Direktörü Uygar Özesmi ile Greenpeace Kampanyaları ve Türkiye'nin çevre sorunlarını; Çocuklar İçin Adalet Koalisyonundan Mehmet Atak ile Terörle Mücadele Kanunu mağduru çocuklar ve onlar için yapabileceklerimizi konuştuk.

 

 

·         Evrenin Suyuna Giden Tasarım'da: Aşçı ve sağlıklı hayat danışmanı İdil Sanal ile yeme içmede sorumlu satın alma ve tasarruflu tüketim üzerinde durduk. Uykuluk ve işkembenin alışık olmadığımız hallerine de değindik...

 

 

·         Hayal Tacirleri'nde: Melih Özsöz'le birlikte Avrupa Birliği'nin Sosyal Politikası'nı inceledik; Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi ve Türk Korkusu kitabının yazarı Özlem Kumrular ile birlikte, Türkiye - AB ilişkilerinde önyargıların rolünü inceledik

 

 

·         Koku'da: Hunca Kozmetik İş Geliştirme Müdürü Niso Kalaonra konuğumuz oldu.

 

***