Dünya Sosyal Forumu 2005'ten Notlar

-
Aa
+
a
a
a

Zeynep Toufe Znet29 Ocak 2005

[Zeynep Toufe Under the Same Sun adlı internet güncesinin yöneticisi ve 2005 Dünya Sosyal  Forumu'na katılmak için Porto Alegre'ye gitt'. Bu yazı kendi sayfasından alınmıştır.]

Tam da, "bu kalabalık toplantılara gelmek için o kadar jet yakıtına değer mi?" diye düşünürken, sadece birebir yaşanabilecek o etkinliklerden birinin ortasına düştüm, kelimelere dökülemeyecek kadar etkileyiciydi ama yine de anlatmayı deneyeceğim.

Hindistan'ın, dokunulmazlar olarak tanınan Dalit topluluğunun düzenlediği bir panele katıldım. Burası çok sıcak ve susuzluk çekiyor insan. Bunu göz ardı edemiyorsun, çünkü fiziksel bir ihtiyaç. Benzer biçimde, zengin ülkelerde yaşayan birçoğumuzun, ruhumuzu susuz bırakan bir hayat sürdürdüğünü düşünüyorum – ama fiziksel susuzluğun aksine, biri size bir başka kuyudan çıkarılmış soğuk, duru  bir bardak su verinceye kadar göz ardı edebileceğiniz bir susuzluk bu. O zaman susuzluğunuzu hatırlıyorsunuz.

Bir önceki yazımda kısaca belirttiğim gibi, böyle büyük toplantılar çıfıt çarşısı gibidir. Büyük panellerde gerçek bir etkileşim yaşayamazsınız. Bu tür toplantılar çok önemlidir; özellikle de birçok küresel hareketin, en azından bu etkinliklere gelenlerinin, neler düşündüğüyle ilgili bir fikir edinmek için önemlidir. Şimdi, ileride yapılacak etkinlik ve kampanyalarla ilgili birçok önemli bilgiyle ilgili önemli bilgiye sahibim. Önümüzdeki yıl içinde anlamlı bir şekilde kullanacağım, birçok faydalı irtibatım var. Yine de, tüm isimler, iletişim bilgileri ve konuşmalar metne dökülüp internette yayınlansaydı, bir şeyleri kaçırmış olacak mıydık diye düşünmeden edemiyorum.

Dün öğleden sonra, yorgun, terlemiş ve son derece uykusuz bir halde "Toprak Hakları" başlıklı bir panele uğradım; alt başlıkta Hindistan'ın "dokunulması yasak kastları" olarak bilinen "Dalitler"den söz ediyordu. Normalde her oturum periyodunda birçok paneli dolaşırım: Biraz dinlerim, dağıtılan materyali toplarım ve bir sonrakine geçerim, çünkü aynı anda çok sayıda etkinlik yapılıyor ve ben de buradaki zamanımı en iyi şekilde geçirmek istiyorum. Dalit'lerin durumuyla ilgili yüzeysel bir bilgim var ve birçok Güney Asyalı tanıyorum –elbette çoğu eğitimli nüfustan-. Ayrıca, bir büyük kente giden herkes gibi, Güney Asyalı birçok taksi şoförü, büfe çalışanı, nalbur tezgâhtarları, vs. ile sohbet ediyorum. Yani, bir fikrim var.

Çadıra girdiğimde ilk dikkatimi çeken şey insanlar oldu. Oturdum ve, "vay be bu insanların hiçbiriyle daha önce karşılaşmamıştım" diye düşündüm. Hiç yüz yüze gelmemiştim. Ne taksi şoförü olarak, ne de üniversite profesörü olarak. 6-7 tanesi etrafta dolanıyordu ve hepsi siyahtı. Gerçek siyah. Genellikle Güney Asyalılarda gördüğüm kahverenginin farklı tonlarında değil, abanoz kadar siyahtılar. Bu çok çarpıcıydı.

Dalit İnsan Hakları için Ulusal Kampanya'dan (National Campaign on Dalit Human Rights) Paul Divakar panelin moderatörüydü ve ilk konuşmayı o yaptı. Bir şeyi kuramsal olarak "bilmek"le, orada oturup bir insana bakarak, bunun dünyanın çirkin gerçeği olduğunu yüreğinde hissetmek arasındaki fark bu. Elbette Dalitlere ayrımcılık yapıldığını biliyordum. Yine de, Divakar'ın Dalitler için anlattıklarının altında ezildim. İnsanların onları nasıl "kirlenmiş insanlar" olarak gördüğünü, toprak edinmelerine izin verilmeyerek nasıl toprak ağaları ve egemen kastların yarı köleleri olmaya zorlandıklarını, nasıl diğerlerinin pis işler olarak gördüğü ölüleri toplamak, insan pisliği temizlemek, ineklerin derilerini yüzmek ve genel olarak çöpçülük işlerini yapmak zorunda bırakıldıklarını, kâğıt üstünde kendilerine tanınan hakların bir parçasını bile talep etme cüreti gösterdiklerinde, bugüne kadar nasıl dövüldüklerini, öldürüldüklerini, işkence ve tecavüze uğradıklarını ve bu durumun sonsuza kadar sürmesi için her şeyin nasıl ayarlandığını anlattı. Bunları dinlemek bile çok zordu; bu insanlar bunları yaşıyordu. Ve doğru olduğunu biliyordunuz. Bazen hissedersiniz ya; karşınızdaki kişi doğru söylüyordur.

Ve bu panelle uzmanların, sivil toplum örgütlerinin ve hatta daha zengin ülkelerden gelmiş olan aktivistlerin düzenlediği paneller arasındaki fark hemen belirginleşti. Konuşmasının arasında Paul slogan atıyordu ve kalabalık içindeki Dalitler coşkuyla katılıyordu. İnsanların slogan attıkları etkinlikler içinde tanık olduğum en samimi, en gerçek anlardan biriydi. ABD'de katıldığım bütün o büyük gösterilerden biraz yorulmuştum sanırım. Bazılarında sürekli sıkılıyorum. Yani demek istediğim şu: bir şeyler bağırıp çağırıyoruz ama aslında gerçekten hissetmiyoruz. Bush yönetiminin savaşmasını gerçekten durdurmaya çalışmayacağız. Gerçek anlamda yani. Yürüyüşü tamamlayıp evimize döneceğiz. Ve yürüyüşe katılanların hepsi bunu biliyor. Yönetim de biliyor. "Petrol için Kana Hayır!" veya "Savaşa Hayır" diye bağırırken kendimi üçkâğıtçı gibi hissediyorum. Petrol için kan olacak, savaş olacak çünkü buna biz izin vereceğiz. Bizim tek yapacağımız şey ise bağırmak ve evimize dönerek, bunun dışında çok az şey yapmak olacak.

Bu yüzden Dalitlerin slogan atmaları beni gerçekten sarstı; konserve içinde süper marketlerden aldığımız bir sürü sahte, çeşitli işlemlerden geçmiş çorbayı yedikten sonra, gerçek ev yapımı bir kâse çorba sunulmuş gibiydi. Birdenbire "tamam işte, işin aslı bu" diye düşünüyorsunuz. Slogan bu demek. Böyle olması gerekiyor. Böyle bağırılır. Böyle katılırsın. Diğeri işlenmiş peynirdir.

Paul'dan sonra, Nari Gunjan'dan Sudha Varghese adlı bir Dalit kadın konuştu. Paul onu, "boyuna aldanmayın, sıkı bir kavga veriyor- hem fiziksel olarak da" diye tanıttı. Bize, sıçan yakalayıp yiyenler anlamına gelen Musahar topluluğunun mücadelesini anlattı. (Chiapas köylerinde karşılaştığım bir şeydi bu: bazı etnik Maya grupları, Tojolobal adlı bir diğer etnik Maya grubunu, sıçan yediklerine inandıkları için aşağılıyordu.) Tojolobalların yaptığı gibi sıçan yediklerini hararetle reddetmek yerine, Sudha topluluğun adının anlamını açıkladı ve "evet, bu lezzetli yemeği topluluğumla birlikte ben de yedim" dedi ve konuşmasına devam etti. Yıllarca süren mücadeleden sonra nasıl ufak bir parça tarım toprağı edinebildiklerini, yakındaki toprak ağalarını nasıl kızdırdıklarını ve ağaların nasıl Dalitleri bu topraklardan çıkarttığını anlattı. Yanıt olarak, buldozerler geldiğinde topluluğun kadınları buldozerlerle kulübeler arasında durmuş ve çekilmeyi reddetmişler. Bugüne kadar büyük bir birlik duygusu ve bol kavga sayesinde son iki yıldır yerlerinde kalmayı başarmışlar. Başka olaylar da anlattı. Ücretlerine ufak bir zam yapılmasını isteyen bir kadın feci dayak yemiş. Kadın, yüksek kasta mensup olan ve kendini döven kişiye karşı suç duyurusunda bulunma cesareti göstermiş ama ne yazık ki bütün ailesi tehdit edildiği için şikâyetini geri almak zorunda kalmış, ama işe yaramamış. Aile canını kurtarmak için apar topar kaçmış. Sudha bize bu tür zulümlerin ne kadar olağan olduğunu, koca hukuk kitaplarında yazanların asla uygulanmadığını ve hayatta kalmalarının tek yolunun birbirlerine kenetlenmek olduğunu anlattı.

Sudha'nın konuşmasından sonra dinleyiciler şok olmuştu. Her kelimenin doğru olduğuna yürekten inanıyorsun ve ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilmiyorsun. Ağlamak? Özür dilemek? Kaçmak? Konuşmasından sonra, çeviri sisteminin ayarlanması gerektiği için ara verildiği anda, seyircilerin arasından üç davulcuyla bir şarkıcı ortaya çıktı, mikrofonu alarak şarkı söylemeye başladı! Bildik, klasik Hint filmleri gibiydi! Tüm Dalitler şarkıya katıldı ve birden kendimizi minik bir festivalin ortasında bulduk. Çok uzun zamandır ilk kez bu kadar samimi bir ortamda bulunduğumu düşündüm. Ve bu duyguyu yaratanlar da, yaşadıkları korkunç adaletsizliğin karşısında tüm umutlarını yitirip kendilerine bu kadar kötü davranan dünyadan nefret etseler asla suçlayamayacağınız insanlardı. Sık sık kayıtsızlık ve şüpheciliğin başarısızlıktan kaynaklandığı söylenir. Dağları yerinden oynatmak zorunda olan ve binlerce yıldır yıldırıcı bir baskı altında yaşayan bu insanlar ufacık bir kayıtsızlık kırıntısı göstermezken, bu nasıl doğru olabilir? Orada oturup dinlerken bunları hissediyorsunuz. Zorlu bir mücadele veriyorlar, benliklerinin her zerresiyle karşı duruyorlar. Yılmıyorlar. Kaçıp iltica etmiyorlar.

Birçok konuşmacı "küreselleşmenin" her şeyi nasıl kötüleştirdiğini anlattı. Bununla ilgili bir ara daha fazla bir şeyler yazmak istiyorum çünkü verdikleri rakamlar çok çarpıcıydı.  Neo-liberal sistemin, zaten zorla hayatta kalabilen bu gibi toplulukların büyük bölümünü yok ettiği aşikâr. Bazı konuşmacılar bu neo-liberal "ileri kapitalizmin" kast sistemi gibi feodal yapıları nasıl güçlendirdiğinden söz etti. Sri Lanka plantasyon işçileri ve Brezilya'daki Quilombola halkı (kaçak köle topluluklarının büyük torunları) gibi dayanışmak için gelen konuşmacılar da vardı. Japonya'da benzer bir ayrımcılığa maruz kalan Buraki topluluğundan söz ettiler.

Konuşmacılar birbiri ardına söz alırken, konuşmak için bekleyenler arasında şık giyimli, temiz traşlı bir beyaz erkek dikkatimi çekti. Üstünde "Büyük sivil toplum örgütümün ödediği pahalı bir otelde kalıyorum" ifadesi vardı. Tanıtılırken Cenevre Birleşmiş Milletler'de Lutheryan Dünya Federasyonu için çalıştığı söylendi. Son birkaç gündür fazlasıyla dinlediğim yarı-sıkıcı bir STK konuşması için kendimi hazırladım. Hah işte! Ayağa kalktı, mikrofonu eline aldı ve "Jai Bhim!" diye bağırdı. Dalitler büyük bir şevkle ona katıldı. O görünümde birinin yapacağı en son şeydi bu. "Vay..", diye düşündüm, "o da yerlileşmiş." Onu suçlayamam. Bu bana Kurtlarla Dans'taki bir sahneyi hatırlattı. "Yüzbaşı John Dunbar" uzun süre Siu'larla yaşadıktan sonra ordu tarafından yakalanır ve askerler onu döverken birden İngilizce konuşmayı reddederek, sürekli  "Benim adım Kurtlarla Dans Eden Adam; ben bir Siu'yum" der. (Daha sonra "Jai Bhim"'in "Yaşasın Bhim" demek olduğunu öğrendim. Bhim Rao Ambedkar, bağımsızlık döneminde, Hindistan anayasasına Dalitlerle ilgili olumlu bir eylem programının konulmasını sağlayan siyasi bir lider.) Kendisi ya da Dalitlerin başlattığı bir sürü sloganla kesilen kısa bir konuşma yaptıktan sonra yerine oturdu.

Paul Divakar paneli kapatırken, Brezilya'da dikkatini çeken şeylerden söz etti. Bunlardan biri otobanda giderken ne kadar çok arazinin etrafında çit olduğunun farkına varmasıdı – bunun anlamı insanların bu toprakların sahibi olduğuydu. Kendi halkının da bunun özlemi içinde olduğunu dile getirdi. Onurlarını kazanmalarını sağlayacak olan o bir parça toprak, Dalitlerin kaderini egemen kastların merhametine kalmaktan kurtaracak. Çitlere özlemle bakılabilecek olması hiç aklıma gelmemişti. Normalde çitler benim için olumsuz bir anlam taşır. Ama ne dediğini anlamıştım. Hayatlarını yarı köle gibi yaşamalarına neden olan şey mülksüzlüktü. Aslında Dalit konuşmacılardan çoğu bu noktayı dile getirmişti: toprak olmaksızın insan muamelesi göremeyeceğiz. Brezilya'daki topraksız köylülerle konuştuğunda onlarla hislerin ne kadar ortak olduğunu görmüş. Paul'un söylediği ikinci şey ise, çöp arabalarının motorlu olmadığı dıkkatini çekmiş. Bir çöpçünün dev gibi bir el arabasını çektiğini görmüş. Arabaları, kamyonları  olan ve böylesi bir makineleşmeye sahip olan bir toplumun, neden bir adamın çöpü çeke çeke götürmesine izin verdiğini sordu., Hepimiz aynı şeyi görüyor olmamıza rağmen, çöp toplamaya zorlanan bir halktan gelen birinin kalbinde hissettiği ağırlığı bizim hissetmememiz çok normal. Paul bir de Dünya Sosyal Forumu sırasında Porto Allegre'nin merkezindeki sekiz katlı bir binanın, iktidardaki hükümeti protesto etmek için evsizler tarafından işgal edildiğinden söz etti. Paul'un grubu oraya giderek üçüncü kata bir Dalit bayrağı asmış. "İşte Dalit budur" dedi: topraksız, evsiz, mülksüz.

Sonlara doğru Paul, DSF'nun dağıttığı öneri formlarından söz etti. Formlara baktığımda gözlerim yuvalarından uğradı. DSF ilk bakışta açık bir ortak alan, ama aynı zamanda kararlar ve bildiriler çıkarabilecek nitelikte bir organa dönüşmesi yolundaki çağrılara karşı çıkan birkaç güçlü grubun sıkı kontrolünde bulunan bir kurum. Geliyoruz, konuşuyoruz ve gidiyoruz. "Irak'ta savaşa karşıyız" diyen bir bildirimiz bile yok. İşlerin böyle yürümesinden birçok kişi hoşnutsuz. Bu yüzden, bu tek sayfalık "öneriler", çeşitli çadırlardaki "öneri panolarına" konacak ve doldurulacak on binlerce kağıdın akıbetinin ne olacağı belli değil. Bu bana, eleştirenleri susturmak amacıyla yapılan işlevsiz bir girişim gibi geliyor. Paul artık Dalitlerle ilgili konulardan konuşmuyor ve insanları bu formları doldurmaya teşvik ediyordu. Temel olarak, "Katılmazsak çıkardığımız sesi duyurma şansımız hiç olmaz" diyordu.

Bir kez daha o samimiyeti hissettim ve ne düşüneceğimi bilemedim. Elbette ilk önce ve en önemlisi, doğru söylüyordu. Oturup bir iki öneri yazmalıydım. Belki okunmayacaklardı bile. Belki ortak bildiriler yayınlamak istiyoruz diyen yüz binlerce kâğıt parçası gelecekti. Kim bilir? Ama yapılması gereken şey, yapı ne olursa olsun tam ve güçlü bir biçimde katılmaktı.

Ardından panelin soru ve yorumlar bölümüne geçildi. Söz alarak teşekkür ettim ve onlara tüm paneller, uzun konuşmalar ve toplantılardan ne denli bezme –ve neredeyse sıkılmanın— eşiğinde olduğumu söyledim. Onların bulaşıcı kararlılıklarına maruz kaldığım için müteşekkir olduğumu ifade ettim. Bu tür toplantılara kişisel olarak katılmaya devam etmeleri için teşvik ettim. Onlarla birlikte olmanın nasıl bir ayrıcalık duygusu yarattığını anlatmaya çalıştım. Daha sonra birkaçı beni bir kenara çekip bu konuyla ilgili düşüncelerimi teybe kaydetti. Sanıyorum geri döndüklerinde, tüm bu seyahatin zaten az olan kaynaklarının kullanılmasına değdiğini anlatmak için bunu yaptılar. Elbette masraf etmenin onlar için ciddi bir mesele olduğunu, ama bugüne kadar buna değdiğini ve ellerinden geldiği kadar çok kişiyi getirmeye çalıştıklarını anlattılar. Bunları yazarken "Yoksulluğa Karşı Küresel Eylem Çağrısı"nın beyaz bandıyla birlikte kolumda takılı olan "Dalit Hakları" siyah bandımı aldım, elektronik posta adreslerimizi birbirimize verdik, el sıkıştık, sarıldık.

Ve sonra, tabii ki, bizi bir şarkıyla uğurladılar.

 Çeviren: Özlem Dalkıran

* Bir Dalit ailesi su ihtiyacını karşılamak için her gün büyük bir çaba harcamak zorunda kalıyor. Hindistan'da üst kastlara dahil pek çok kişi su kaynaklarını, eğer dokunurlarsa kirleneceğine inandıkları için, Dalitlerle paylaşmayı reddediyor. Yerel yönetimler, Dalitler için ayrı kuyu ve çeşmeler açıyor. (Fotoğraf: William Albert Allard, National Geographic)

http://www.dalits.org/

http://www.ambedkar.org/

www.untouchables.org/ home.php