Barışı Ararken

-
Aa
+
a
a
a

Bigpicture TV'nin izniyle yayınlanmaktadır.

Öncellikle sorunları saptamalı, ulus ve devletler düzeyinde çözümler üretmeliyiz. 

Federal devlet fikri fena değil aslında. Ama bazı ulusların her zaman için daha fazla özerklik talebi olacaktır. İspanya'nın kuzeyinde Bask bölgesinde yaşayan halkın Galisyalılardan daha talepkâr olması gibi, ki bu "asimetrik" diye tanımlayabileceğimiz bir federalizm türüne tekabül ediyor.

 

İşte böyle bir sistem içerisinde, örneğin Baskların başka ülkelerde büyükelçilik değil belki ama konsolosluk açma şansı olur. Madrid'de bu fikri duyanlar herhalde şaşkınlıktan bayılır. Ama bu düşünceye alışmak taş çatlasa bir iki yıl sürer. Baskların birkaç ülkede elçilik açması dünyanın başımıza yıkılacağı anlamına gelmiyor. Unutmamak lazım ki, Şili nüfusunun %14 Bask kökenli ve bu insanlar Papa'dan daha Katolikler. Öyle ki Vatikan'dan kendilerine özel bir temsilcilik talep etmeliler. Neden Fransa sınırının diğer tarafında yaşayan Baskların, Biarritz ya da Fransız Basklarının başkenti olan Vitoria-Gasteiz'de elçilikleri olmasın.

 

Çok uluslu devletlerin çoğunda benzer sorunlar gözlemlenmektedir ki bu dünya üzerindeki 200 ülkenin 180'ine tekabül ediyor. Bu gibi ülkelerde insanlar iç içe yaşıyorlar yani İsveç'te olduğu gibi her şey kusursuz bir şekilde düzenli değil. İnsanlar iç içe bir yaşam sürüyor örneğin, bir tarafta Almanlar var, diğer tarafta Fransızlar, güneyde İtalyanlar. Avrupa'nın en doğusunda Romanya'da da insanlar içi içe yaşıyor.   

   

Bence böyle bir tablo için en uygun çözüm, Sri Lanka örneği için geliştirilen iki meclisli çözümdür. Bu, ülkenin kara sınırlarının korunduğu fakat kendi içerisinde eyaletlere ayrıldığı bir model. 

 

Ama sakın bunu Birleşik Krallık'ta uygulanan Westminster sistemi yahut en çok oyu alan adayın seçimi kazandığı çoğulcu sistem ile karıştırmayın. Alman seçim sistemi daha benzer bir örnek mesela. 

 

Yanı sıra halk işler yolunda gitmediğinde veto hakkını kullanabileceği ikinci bir halk meclisine sahip olmalı. 

 

ABD, Japonya ve Nato, Doğu Çin, Hindistan ve Rusya'ya karşı ittifak içerisinde.    

Bu saçmalığa bir son vermeliyiz ve makul olup Japonya, Çin ve Kore'yi biraraya getirecek Doğu Asya Topluluğunun kurulması için çaba sarf etmeliyiz.  

 

Bence Hindistan böyle bir oluşumun parçası olmayı reddedecektir ama yine de Hindistan ve Rusya ile ilişkilerin iyi tutulması lazım. Malum Hindistan Budist olması itibariyle farklılık yaratabilir.   

 

1.5 milyar nüfusa sahip inanılmaz güçlü ve dinamik bir topluluk. Kanaatimce, böyle bir topluluğun yapması gereken ABD ile iyi ilişkiler kurma çabasından vazgeçip, ABD'ye şunu söylemeli "Üzgünüz ama haritaya bakınca görüyoruz ki siz bir doğu Asya ülkesi değilsiniz! Rica ediyoruz, lütfen topraklarımızdan çekilin ki sizin ile muhtemel en iyi ilişkileri kurabilelim".  

 

 

Aslında ben kelimenin tam anlamıyla küreselleşme karşıtı değilim. Ben küreselleşmenin bugünkü formuna karşıyım. Eğer Birleşmiş Milletler tüm ulusları, ülkeleri ve halkları insanlık onuru adına çalışsınlar diye seferber ediyorsa sorun yok. Ama asıl gerçekleşen bir genelleme durumu.

 

 

Saldırgan tavrın yok olmasını sağlamak aslında çok kolay. Bunun en güzel örneği olarak, Afrika Birliği'ni gösterebiliriz. Güvenlik Konseyi'ne, Barış ve Güvenlik Konseyi diyorlar. Bence bu harika! Onların da İnsan Hakları Mahkemesi var, buna Halk ve İnsan Hakları Mahkemesi diyorlar. Harika değil mi? Ekonomik ve Sosyal İşler Konseyi'ne ise Ekonomik, Sosyal ve Kültürel İşler Konseyi diyorlar. Kabul etmeliyiz ki, bizden bir adım öndeler. Bence BM'nin Afrika'dan öğrenmesi gereken çok şey var.

 

Karayipler'i de kapsayan Latin Amerika Birleşik Devletleri'nin kurulmasını olası kılacak süreç yavaş da olsa işliyor. Sorunlu bir bölge, 4 dil konuşuluyor: İspanyolca, Portekizce, Fransızca ve İngilizce. Ama bence inanılmaz güzel bir mozaik olur. Şu an Meksika'da yapılan başkanlık seçimlerinde aday ve kazanma şansı hayli yüksek olan Lopez Obrador bu fikre tam destek veriyor. Lula de Silva yönetimindeki Brezilya da desteğini esirgemiyor. Bu konuyla yakından ilgileniyorum ve naçizane önerim ABD ile ilişkileri düzenleyecek özel bir komisyonun kurulması yönünde olur.

 

Unutmadan, bir de 1.3 milyon nüfuslu Müslüman dünyası var. Diğer tarafta doğu Asya halkları, Avrupa'da bürokrasinin kapana sıkıştırdığı ve anayasa tasarısı yüzünden zor günler geçiren Avrupa Birliği var. Neyse sizi neden anayasanın kabul görmediği gibi konularla sıkmak istemiyorum. Ama demokrasinin işe yaradığını gördüğüm zaman inanılmaz mutlu oldum. Halk anayasayı reddetti. Şimdi halkın fikrini alarak yeni öneriler sunmaları gerekiyor. Eğer demokratik toplumlarda bazen de olsa "hayır" kelimesinin kullanıldığını duyunca şaşırıyorsanız, bence demokrasi hakkındaki fikirlerinizi gözden geçirmelisiniz. Ana hatlarıyla durum bu, fakat AB'nin genişleme süreci kesinlikle devam edecek.

 

Bütün bunların yanı sıra, Ortadoğu'da bir birleşik devletin kurulması gerektiğini düşünüyorum. Bir başka deyişle, İsrail ve Filistin arasında süregelen çatışmalarda arpa boyu yol kat edilmedi. Bilakis, bölgedeki gerginlik daha geniş bir alana sıçradı. Belki böyle bir devlet umut ışığı olabilir.

 

İşte böyle bir dünya yeni nesilleri bekliyor. Bizler, özellikle Anglo-Amerikanlar bu dünyanın tepesindeyiz. Elimizi toprağa koymalı ya da parmağımızı ıslatıp, havaya kaldırmalı ve rüzgârın ne yönden estiğini öğrenmeliyiz. Sakın bunu engellemeye çalışmayın. Eğer böyle bir şey yaparsanız, bir fırtınanın kopmasına sebep olabilirsiniz. 

 

 

Toplamda 60 ülke arasındaki çatışmalar süresince arabuluculuk yaptım. Bunlara İsrail, Filistin, Sri Lanka, Çin-Tibet arasındaki gerginlikler de dahil. Şimdilerde ise Burma'daki gelişmeleri yakından takip ediyorum.    

 

Hepsi üst düzey arabuluculuktu. İki önemli deneyim edinme şansım oldu. Elbette benim de başarı hikâyelerim var. Zaten Transcendental Form (Transandantal Form) ve 7 dile çevrilen Searching for Peace (Barışı Araraken) isimli kitaplarımda bunlardan bahsediyorum.

 

Kısacası, bu iki deneyimin benim için önemi büyük. Birinci husus şu: eğer iki ülke arasındaki çatışma yıllar öncesine dayanıyorsa, çözüm mutlaka yeni bir şey üretmekten geçer.  

 

Bir başka değişle, eğer İsrail ve Filistin arasında yıllardır süren gerginlikten bahsediyorsak tek yahut iki uluslu devlet kurma önerileri çözüm getirmez. 1964'ten beri süregelen müzakerelere bir son vermek için benim önerim altı-uluslu bir devlet kurulması. Bu 6-uluslu devlet, bir Ortadoğu devleti olacak, İsrail ve 5 komşusunu, Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün ve Mısır'ı kapsayacak. Bu biraz Avrupa Topluluğu'na benziyor böylelikle ülkeler diyalogu sağlıklı bir şekilde devam ettirebilecek. 

 

İkinci nokta şu; benzer örnekler ile mukayese etmeliyiz. Örneğin Almanya 5 komşusu ile birlikte bunu başarmıştı. Bu örnek üzerinden stratejilerimizi geliştirebiliriz. Zira şimdilerde bu konu hakkında yazıp çiziyorum. Bu şunun gibi bir şey kabuğunuzdan sıyrılıyorsunuz ve görüyorsunuz ki çok daha geniş bir coğrafya artık emrinize amade. 

 

İkinci büyük deneyimim ise çok olumlu diye tabir edebileceğim bir şeydi; gördüm ki eğer etkin çözümler üretebiliyorsanız, kötü olan her şey, halkların nefreti, bu nefretin şiddet olarak dışa vurumu, bıçaklama, silahla vurma ya da taş atma, hatta kelime bazında bir saldırı, bütün bunlar neredeyse bir gün içerisinde yok oluyor. Önemli olan doğru çözümü üretmek.

 

Aslında insanlar nefret ve benzeri kötü hisleri biriktirme ve bir gün gerçekleşmesi olası olan nihai şiddet anı için hazırlıklı olma eğilimi gösterir. 

 

Bu yağmurlu havanın gelmesi gibi bir şey, böyle günlerde daha uygun kıyafetler giyersiniz. Kaçınılmaz olana böyle hazırlanırsınız. Deprem olursa hemen evden kaçıp, açık bir alana çıkarsınız. Her şey bittikten sonra ise bütün yaptıklarınız saçma gözükür. Var olan tüm mekanizma bir nevi yok olur.

 

Bunun en iyi örneğine Ekvador ve Peru arasında şahit oldum.  Çok uzun süredir bu süreç ile ilgileniyordum, iki ülke 3 savaş geçirmiş, ben arabuluculuğa başladığımda en az 54 yıldır savaşıyorlardı.

 

Ülke sınırlarının kesin hatlarla çizilmesi gerektiği söyleniyordu. Benim önerim ise, hiç sınır olmaması, bu bölgenin iki ülkenin de ortak egemenliği altında olması yönünde oldu. 

Üç yıl içerisinde tüm sorunlar çözüldü ve bütün nefret yok oldu.

 

Birkaç sene sonra Ekvadorlu bir generalin yazdığı bir gazete makalesini okudum.

General iki ülke arasındaki barıştan yakınıyordu. Doğrusu ilk okuduğumda çok şaşırdım.

 

Ama anlatmak istediği şuydu; İki ulusun egemenliği üzerine kurulan barış öncesinde Ekvadorlular kimden nefret etmeleri gerektiğini biliyordu. General "Şimdi barış sağlandı ve artık Perululardan nefret etmiyoruz. Ee peki şimdi ne yapacağız?" diye soruyor ve ekliyordu:  "Ülke içerisinde birçok farklı grup artık birbiri ile çatışıyor." İyi ki generalin halkımız tekrar birlik olsun diye Peru ile savaşalım gibi bir önerisi yoktu.

 

Çünkü mekanizma derken bunu kastediyorum. Eski bir deyiş vardır, "kendi ülkende barış istiyorsan başka ülkelerle savaş" diye. Hoş ordu bu sözü pek sevmiyor ama bence doğruluk payı yüksek.

 

Dünya çapındaki çatışmaların sona ermesini önemseyen bir duyarlılık tüm insanlara aşılanabilir. İnsanlara yaratıcı olmayı öğretebiliriz. Bu benim en büyük projem. Şöyle yaptıklarıma dönüp bir bakıyorum da "Vay be Johan sen bir şeylere öncülük ettin" diyorum.  

 

Şu ana kadar çalışmalarımızın meyvesini aldık. Elbette bütün bunları tek başıma yapmadım. Sadece diğerlerinden daha ön plandaydım galiba. Yazılı medya olsun, görsel ve yerel medyada olsun sıkça yer aldım. 

 

Bir şey gözümden kaçmadı mesela 10-15 yıl öncesine kadar savaş çıktıktan sonra gazeteciler bana fikrimi sormak için gelirdi. Jeopolitik bilgimi sorgularcasına tavırlar yok artık.

 

Basın savaşlar çıkmadan çok önce sorunları tartışmaya başlıyor, olası çözüm önerilerini dikkate alıyor. Medya artık bu çatışmalarla ilgileniyor ve çözümlere yer veriyor.

 

West Deutsche Rundfung, İsviçre Radyosu, İtalya Radyosu, Fransız Radyosu yahut kısa dalga yayın yapan radyolar ile röportajlar yapıyorum. Doğru insanlar vahşet hikâyeleri duymaya daha meraklı. Yine de, geleceğe umutla bakmalarını sağlayacak hikâyeler de istiyorlar.

 

Öyle hikâyeler ki, bu hikâyelerde dünyanın gidişatını değiştiren kararları liderler ya da dışişleri bakanları değil de sıradan insanlar veriyor.

 

Çeviren: Özge Artunç

 

Bigpicture TV'nin izniyle 29 Aralık 2005'te Açık Radyo'da Büyük Resim programında yayınlanmıştır.