Andican'da Öldürülen İnsanlık

-
Aa
+
a
a
a

Müslümanlara Karşı Ayrımcılıkla Nasıl Mücadele Etmeli?

 

"Hitler iktidara geldi. Önce Yahudileri götürdüler. Ben sustum. Karşı çıkmadım, çünkü bir Yahudi değildim. Sonra gelip sendikacıları götürdüler. Yine sustum, hayatımda hiç sendikalı olmadım. Sonra gelip komünistleri götürdüler. Ben yine sustum karşı çıkmadım, çünkü bir komünist de değildim. Hıristiyan demokratları götürdüler. Yine sustum. Ben bir din adamıydım, politikayla ilgilenmiyordum. Karşı çıkmadım. Ve en sonunda bir gün beni götürmek için geldiler. Kimse ses çıkarmadı benim için. Çünkü karşı çıkacak kimse kalmamıştı."

Martin Niedermeyer (Hitler soykırımından kurtulan bir Alman rahip)

 

Dünya Özbekistan'da Andican Katliamı ile şok olmuş görünüyor. Haber ajansları Andican'da "özgürlük" ve "adalet" sloganları ile gösteri yapan sivillerin üzerine hiç uyarı yapmadan, ayrım yapılmaksızın ağır makineli silahlarla ve tanklarla ateş açıldığını ifade ediyor. Göstericilerin liderleri dışında tümünün silahsız olmasına rağmen kaçarken keskin nişancılar tarafından hedef alındıkları ifade ediliyor. Ajanslar, sınırdan güvenli yer bulabilme umuduyla komşu Kırgızistan'a  kaçmaya çalışan yüzlerce kişinin "tavşanlar gibi avlandığını" da ekliyorlar. Tablodan ortaya çıkan net gerçek o ki, Andican'da amaçlanan muhalefeti tümüyle yok etmek ve bir daha belini doğrultamayacak ölçüde kırmak, yani yargısız infazlarla temizlemek. Yaşanılan tam bir devlet terörü.

 

Uluslararası hukuk çerçevesinde bir "katliam" statüsünde olan, sivillerin ayrımsız ve toplu cezalandırılması ile karşı karşıyayız. Öldürülenlerin çoğu silahsız sivil, içlerinde çocuklar ve kadınlar var.

 

Bu tablo karşısında dünya kamuoyu sessiz. BBC dışında hiçbir batılı haber kaynağı, olayın olduğu gün katliamı manşetine almadı. Dehşetengiz bilançonun ortaya çıkmasından sonra, ABD ve AB'nin açıklamaları "teessüf ederiz"in ötesine geçmedi. Oysa ortada ciddi bir insan hakları ihlali, bir toplu cezalandırma, bir cinayet; yani İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası hukuka yerleşen tüm insani hukuki kazanımların ayaklar altına alınması var. Uluslararası haber muhabirlerinin çıkartıldığı ve içerisinde ordu birlikleri tarafından katliam yapılan bir şehir var orada.

 

Öldürülen yüzlerce kişi ABD veya birinci dünya ülkelerinin vatandaşı olsa idi neler olabileceğini bir düşünün? İçlerinde çocuklarında bulunduğu yüzlerce silahsız sivil Paris'te ya da New York'ta öldürülmüş olsa dünyada neler olabileceğini düşünebiliyor musunuz?

 

Peki böylesi cinayetler Irak'ta, Andican'da olunca nasıl bu kadar tepkisiz kalınabiliyor? Nasıl oluyor da yüzlerce, binlerce insanın öldürülmesi satır aralarında, üçüncü sayfalarda geliştirilebiliyor?

 

Bu sorunun cevabını deşmeliyiz. Bu sorunun cevabı 21. yüzyılın çağdaş ırkçılığının temellerini ortaya koyuyor.

 

Benzer bir katliamı geçtiğimiz yıl sonunda Tayland'da yaşadık. Yüzlerce sivil muhalif Müslüman gösterici devlet güçleri tarafından, balık istifi, kamyonlara doldurularak boğuldular. Oysa hiçbirinin elinde bir silah yoktu. Katledilen yüzlerce kişi toprağa gömüldü, ama kimse katliamı kınamadı, ne uluslararası kurumlar, ne dünya medyası ne de ulus devletler.

 

Daha önce Felluce'de gördük aynı şeyi. Felluce'de yaralı insanların üzerine, kameraların gözü önünde kurşun sıkarak "onları temizleyen" ABD'li askerler için "nefsi müdafaa yaptılar" denildi, mahkemede "aklandılar". Vietnam Savaşı'ndan bu yana yasaklı silahlar denendi Felluce'de, hiç de bir BM soruşturma açılmadı bu konuda.

 

Daha önce Refah'ta gördük bunu. Refah Mülteci Kampı'nı işgal eden İsrail, binlerce kişiyi tutukladı, yüzü aşkın insanı keskin nişancı mermileri ile öldürdü. Dosya kapandı gitti, ne bir İsrail askeri yargılandı, ne de bir "ihmal" görüldü.

 

Daha önce bunun Afganistan'da gördük. İcyad Kalesi'nde gözaltında bulunan ve hepsi savaş esiri statüsünde olan, onlarca ülkeden "İslamcı savaşçılar" uçak bombardımanı ile paramparça edildiler. Oysa tümü gözaltında idi ve kaçmaları imkânsızdı. Yine dünyanın kılı bile kıpırdamadı. Olay kapandı gitti.

 

Ya da bugün ajanslardan yayılan şu habere bir bakalım: "Çeçenistan'da altı sivili kasten ve bilerek öldüren bir grup Rus askeri cinayetlerini itiraf etmelerine rağmen Rus mahkemesinde suçsuz bulundular." Askerler, üç yıl önce Çeçenistan'da bir kontrol noktasında görev yapıyorlardı. 'Dur' uyarısına uymayan bir minibüse ateş açmışlar, bir kişiyi öldürmüşlerdi. Yaralılara tıbbi yardımda bulunan ve yaptıkları hatayı karargâhlarına bildirdiklerini söyleyen askerler, karargâhtan kendilerine olayın örtbas edilmesi için yaralı kurtulanların hepsini vurmaları için emir verildiğini ifade etmişlerdi. Askerler de bunun üzerine tüm yaralıları öldürmüş, cesetlerini tekrar minibüse yerleştirmiş ve minibüsü de ateşe vermişlerdi.

Son bir yıldır bunca katliam ve soykırım tarzı olayla karşılaşmış olmamız ne hazin değil mi?! Andican'da, Tayland'da, Refah'ta, Felluce'de böylesi hukuk dışı uygulamalara tâbi tutulan insanların ortak yönü nedir? Biraz düşününce bulmak hiç de zor değil.

 

Boston'da ve Londra'da insanlar sırf kimlik hanelerinde Ortadoğulu yada Müslüman yazdığı için gece yarısı arabalarından indirilerek aranıyorlar, sabaha karşı evleri basılıyor, gözaltına alınıyorlar, günlerce avukatları ile görüştürülmeden kaçırılıyorlar. Geçtiğimiz aylarda BBC'de işlenen bir rapor, Müslüman kökenli İngiliz vatandaşlarının gözaltına alınma, trafikte alıkonulma gibi suçlarına diğer vatandaşlara oranla yüzlerce kat daha sık maruz kaldıklarını ortaya koyuyor.

 

Uluslararası seyahat ve yaşam haklarının, giyim kuşam özgürlüğünün çiğnenmesini anmıyorum bile. Yusuf İslam'ın sırf kıyafetinden ötürü uçağının ABD'ye sokulmadığını ansak mı ya da mültecilerin işkence görecekleri bilinerek Ortadoğu ülkelerine gönderilmelerini? Ya da milyonlarca kadının Tunus'ta, Fransa'da, Türkiye'de sırf başörtülü olduklarından ötürü tüm sosyal haklarından mahrum edilmesine ne demeli? Ya da Türkiye'de en az iki yüz bin öğrencinin okullarından atılmasına ne demeli. Bu yasak haklı çünkü o kadınlar "Siyasal İslamcı" yahut giydikleri giysi "Siyasal İslami bir sembol".

 

Sihirli bir sözcük buldu yeni sağcılar, Neo-conlar, neo-Naziler, sağcı politikacılar, Hıristiyan ahlakçılar, kültürel Avrupacılar: Siyasal İslamcı ise akan sular duruyor! Eğer biri Ortadoğulu ise onun terörist olmasını sağlayan bir gene sahip olduğunu düşünmemek için hiçbir nedenimiz yoktur. Dahası "siyasal İslamcı" ise, İslam temelli bir siyasal projeye aidiyet duyuyor ise tahammül edilemez, yok edilmesi gereklidir.

 

Adını açık açık koymalıyız: Yaşadığımız olgu, "Müslümanlara karşı ayrımcılık"tır ve 2. Dünya Savaşı öncesi Yahudilere karşı yapılan ırkçılığın hortlamış halidir. Batı'da sık olarak "İslamofobi / İslam Korkusu" olarak adlandırılan şeyin gerçek tanımı, Müslüman kimlikli kişilere karşı negatif ayrımcılık ve ikinci sınıf insan muamelesidir. Boston'dan Bombay'a, Grozni'den Gazze'ye, Çin'den Varşova'nın varoşlarına kadar dünya "günah keçisini" bulmuş görünüyor. Birileri, üstelik sayıları milyarlara varan birileri, sırf dini inançlarından ötürü terörize ediliyor, aşağılanıyor, yaşam tarzları hakarete uğruyor, onur kırıcı muamelelere maruz kalıyor.

 

Dünyanın"Ladinleştirilme"si ile karşı karşıyayız. Bir çoğu anti-emperyalist olsalar da, Ladin çizgisine karşı olan milyarlarca insan "Ladin'leştiriliyor", terörize ediliyor, hakarete uğruyor, toplumdan dışlanıyor. Avrupa'da ya da sadece Hollanda'da son birkaç yılda yakılan cami ve Müslüman okul sayısına dair istatistiklere baktınız mı hiç? Durum korkunç.

 

Unutmayalım, İkinci Dünya Savaşı'nda Yahudilerin toplu halde katledilmelerine giden süreç de böyle başlamıştı. Aynen bugün Hollandalı yada Avusturyalı sağ siyasetçilerin Avrupa'daki Müslüman azınlıklar için dediği gibi, o gün de Naziler, Yahudilerin "Avrupa'yı zehirlediğinden, toplumsal ve kültürel dokuyu bozduğundan, ekonomik yapıya zarar verdiğinden ve en önemlisi Avrupa kültürüne ait olmadıklarından ve Avrupa kültürüne uyum sağlamayı / entegrasyonu da başaramayacaklarından" bahsediyorlardı. Ardından Yahudilere yönelik saldırılar ve terörize etme operasyonları başladı.

 

Dikkat edin, bu ifadeler ne kadar tanıdık gelecek size; eğer bugün yayın yapan sıradan bir Avrupa gazetesini takip ediyorsanız bile. Sadece "Yahudiler"in isminin yerine başkalarını koyuyoruz bugün.

 

II Dünya Savaşı'ndan beri ilk kez dünyada hukuk dışı toplama ve konsantrasyon kampları bulunuyor. Afganistan'da, Irak'ta, Filistin'de ve Guantanamo'da rehin tutulan yüz binlerce kişi hiçbir insani hakka sahip olmadan, hiçbir mahkemeye çıkarılmadan, hiçbir şekilde geleceğe dair umutları olmadan tutuklu bulunuyorlar. Guantanamo'da yüzü aşkın mahkum intihara teşebbüs etti, otuzu aşkını da başardı bunu. İsrail gibi, tutukluları sözde yargılayan ülkelerde bile, aylarca gözaltında tutmak, defalarca gözaltı süresinin uzatılması, mahkeme edilmeden yıllarca alıkoymak, ortadan kaybetmek uygulamaları sıradan vakalar.

 

Dünyada Varşova gettosundan beri ilk kez milyonlarca insan ayrım duvarları içerisine hapsediliyor, ulaşım ve yaşam hakları duvarlar içerisine tıkılıyor. Dünyada Alman Nazi ordusunun Polonya'yı işgal operasyonuna başlamasından beri ilk kez bu kadar geniş çaplı bir ülkenin işgali operasyonları düzenleniyor.

 

İnsanlar işkence görecekleri biline biline Mısır, Özbekistan, Çin, Pakistan gibi diktatörlüklere teslim ediliyorlar. Niye? Çünkü onlar "İslamcı"! Ve çünkü onlar "terörist"! A öyle ise tamam, öyle ise hiçbir insani hakları yok, hiçbir sığınma ve korunma hakları yok! Onların kitleler halinde öldürülmeleri hiç de öyle önemsenecek, manşetleri işgal edecek bir haber değil! Bu tam bir cadı avına dönüşüyor günden güne.

 

ABD'nin küresel imparatorluğunu düşüşten kurtarmak için giriştiği 'son nefes' savaşında hiçbir hukuk ve kural tanımamasına alıştık. Neredeyse hukuksuzluk normal bir şey gibi geliyor artık. Bush doktrini tarafından 2. Dünya Savaşı'nın acılarının dünyamıza kazandırdığı BM, yardım ajansları ve güvenlik kurumları tek tek yıpratılıyor ve işlevsizleştiriliyor. Ama hâlâ kanıksayamadığımız bir şey var; muhalif örgütlenmelerin, bireylerin, kurumların dahi neredeyse Müslümanlara karşı ayrımcılığı kanıksamaları hatta mazur görmeleri. Siyasal bir rakibin yıpratılmasından haz duyduğunu söyleyenlere bile rastlamak bile normal.

 

Şöyle bir mantık yürütmesi almış başını gidiyor: "Bu Müslüman azınlıklar zaten Avrupa'ya entegre olamıyorlar, Avrupa'da güçlenseler Avrupa'da kargaşa çıkartırlar! Öyle ise Avrupa'dan, kültürel, siyasal bir dışlanmaya tabi tutulmaları normaldir." Gelecekte güçlenmeleri halinde onların da ayni zulümleri ve hukuksuzlukları yapacakları 'ihtimali' dolayısıyla "öldürülmeleri ve tüm insani haklarının gasp edilmesi"nin meşru olduğu savunuluyor neredeyse. En hafif tabirle görmezden geliniyor.

 

Eğer Londra'da oturuyorsanız ve Ortadoğu kökenli komşunuza düşmansanız ondan kurtulmanın basit bir yolu var. İslamcı olduğunu söyleyin, defterini dürsünler! Bilinçaltımız kapitalist enformasyon aygıtı tarafından iğdiş edilmiş bulunuyor. Radikal İki'de Ayşe Düzkan, Irak'ın işgalinin ilk günlerinde, New York'ta sıradan insanların konuşmalarına şahit olduğunu yazmıştı; İnsanlar kendi aralarında üzerlerine bomba yağdırılan Bağdatlılar hakkında konuşuyorlardı, konuşanlar sıradan Amerikalılardı, biri "Bunlar zaten kültürden ne anlar; kendi müzelerini yağmalayan bir halk ne kadar medeni olabilir ki?" diyordu. Öteki ise "bunların genlerinde teröre yatkınlık olmalı" diyordu.

 

Oysa tarihteki ilk kanunlar, kültürden anlamayan bu topraklarda yazılmıştı. Konuşanlar bunları bilmese de. Bu küçük anlatı bile bilinç altlarımızdaki tahribatı ve ırkçılaştırma operasyonunu açık açık göstermiyor mu? Adeta "Ortadoğulu ve Müslüman" insanların ölmeye daha teşne oldukları, geri ve düşük kültürlerinden dolayı ölmelerinin bir New Yorker'ın ölmesi ile ayni şey olmadığı peşin bir kabul. Üstelik bu artık sıradan insanların da kabul ettikleri bir şey. Buna bir de biz Türklerin Araplara karşı bakış açısını ekleyin. "Terörist Araplar ile biz nasıl bir tutulabiliriz" diye feryat eden "Avrupalı" bir yakınınız olmuştur mutlaka.

 

Gündelik hayattan bilinçaltımıza yerleştirilen gizli ırkçılığa bir örnek daha: Andican olaylarının ilk gününde BBC World Service haberlere okurların yorum yapmalarına imkân tanıyor. Bazı Özbek okuyucular ülkelerinin yolsuzluk, baskı ve işkence çukurunda olduğunu ve isyanın bu düzene karşı olduğunu yazmışlardı. Geriye kalan yorumların tümü ise Batılı ülkelerinin vatandaşlardandı. Çoğu "evet olanlar üzücü ancak.." diye başlıyorlardı yoruma: "... ancak bölgede İslamcı bir yönetimdense, bir diktatörün bulunması daha iyidir. Batılı ülkeler diktatör de olsa Kerimov'u desteklemelidirler." İşte bu kadar basit! Jack Straw ya da oy veren kişi sıradan bir kişi hiç fark etmiyor, Ortadoğu halklarının makus talihinin nedenlerini işaret etmiyor mu bu sözler? Onlar diktatörlüğe daha yatkın insanlar zaten, çünkü onlar Asyalı. Üstelik İslamcı bazı talepleri de var! Öyle ise onları kontrol altında tutacak, arada sırada katliam yapsa da, bir diktatöre ihtiyaçları var.

 

Zaten Araplar da genetik olarak diktatörlüğe eğilimli olmalılar. Arap ve Doğu halkları koyunlar gibi yönetilmeyi ve karizmatik liderleri seven bir gene sahipler sanırım. Hem kültür de görmemişler, ne anlarlar ki medeniyetten? Üstelik pisler de, her an Amsterdam'ı kirletebilirler.

 

Wallerstein "boynumuza asılı albatros" diyordu ırkçılık için. "Naziler, sadece bir günah keçisi arayan, bilinçaltımızı kuşatan küstahlığımızın ve kibrimizin dizginlenememesiydi" diyordu. 2. Dünya Savaşı'nda cini şişeden çıkartmıştık, çünkü bunun gereğine inanmıştık; tek yapmamız gereken bir günah keçisi bulmak oldu. Haber bültenlerinden akıp giden ölüm haberlerine bir de bu gözle bakmalıyız.

 

Geçtiğimiz aylar Müttefik Kuvvetler'in Auschwitz'e girişinin 60. yıldönümüydü. Auschwitz'de öldürülenlerin Yahudilerin, Çingenelerin, sosyalistlerin anısına saygı duruşunda bulunuldu dünyanın dört bir yanında. Peki dürüst olalım. Felluce katliamını tanımadan 2. Dünya Savaşı'nın acılarını anladığımızı söyleyebilir miyiz? Auschwitz'i anmak, sadece bir anıta üç karanfil bırakmak mıdır?

 

Ne olmalı bu sürece dur dememiz için? Sıranın bize gelmesinin mi beklemeliyiz? Dünyanın yeni bir kaotik hukuksuzluk çağına girdiğini teşhis etmek bu kadar zor mu? Kapitalizmin kendi krizi ile başa çıkabilmek için ürettiği cini yine şişeden çıkartmaya çalıştığını görmek bu kadar zor mu?

 

Zamanı geriye döndüremeyiz, Varşova getto duvarları çoktan yerle bir oldu, Auschwitz artık sadece bir müze, ama yeni "ayrım duvarları" var artık, yüzlerce kilometre uzunlukta yeni konsantrasyon kampları hüküm sürüyor başka yerlerde.

 

Andican'da kurşuna dizilen insanlıktır! Auschwitz artık tarihte kaldı, tarihi geri çeviremeyiz ama yeni Auschwitz'leri engellemek bizlerin ellerinde.

 

 

Avrupa'da Müslümanlara Karşı Negatif  Ayrımclık Hakkında Ayrıntılı insan hakları raporları ile ilgili olarak:

 

Helsinki Uluslar arası İnsan Hakları İzleme Grubu Raporu- 7 Mart 2005:

 

http://news.bbc.co.uk/2/hi/europe/4325225.stm

 

Joseph Rowntree Vakfı İngiltere'de Müslümanlara Karşı Ayrımcılık Raporu: http://news.bbc.co.uk/1/hi/uk/4102389.stm

 

İngiltere Liberal Demokrat Parti Çalışma Grubu Raporu:

http://www.brentlibdems.org.uk/news/149.html

 

Human Rights Watch 11 Eylül Sonrası- 2002 Raporu:

http://www.hrw.org/wr2k2/racism.html