6/7 Eylül 1955 Olayları

-
Aa
+
a
a
a

7 Eylül 2004Herkül Millas

Ulusal bellek ne demek? Zorbalıkların bir daha tekrarlanmaması için halkın anımsaması gerekenler değildir kuşkusuz. Çünkü ulusal bellek bu olsaydı 23 Eylül'ü de unutmamamız gerekirdi. Kolokotronis'in anılarına göre bu tarihten başlayarak 1821'de üç gün boyunca Trebliçe'de (Mora'da) ‘askerimiz kadın, çocuk, erkek demeden herkesi (yani Türkleri) kesip öldürüyordu'. Yazdıklarına göre atının ayakları yere basmıyormuş; çünkü cesetler otuz bini aşmıştı...

Yunanistan'da kimi çevreler her yıl 6/7 Eylül günlerinde, 1955 yılında İstanbul'da yaşanan üzücü ve çirkin olayları gündeme getirirler. Atina başpiskoposunun anlayışını paylaşanlar bu günlerde ‘tarihten' söz ederler, 'unutulmaması gerekenleri' tekrarlarlar. Ve Öteki taraf (yani Türkiye) bol bol eleştirilir.

Bu eleştirilerde ikiyüzlülük vardır. Çünkü amaç eksiklikleri eleştirmek değildir, ‘karşı tarafın' eksikliklerini fırsat bilip biz-ötekiler kavgasını sürdürmektir. Bu tür eleştirilerin mekanizması komik-trajiktir. ‘Bizim' tarafa eleştiri en aza indirilir, Öteki'ne yüklenilir. Öteki'nin temel ilkeler konusunda ‘tutarlı' ve saygılı olması istenir, sıra bizim sakatlıklarımıza gelince ‘anlayış' gösterilmesi istenir.

Çok genç yaşta eleştirilerin karşı tarafa değil, kendimize yöneltilmesinin gerektiğine inandım. Bir ülkede yazıp ‘karşı tarafa' yüklenmek hem çok çok kolay hem de dalkavukluk gibi geliyor bana. Bir yanda soydaşlarımızı pohpohlayıp alkış toplarken öte yanda karşı taraf bu eleştirilerinden hiç haberdar olmadığı için bize tepki de gelmiyor.

Eleştirilerimi okuyucuma yöneltmeyi dürüstlük ve sağlıklı bir seçim sayarım. Bugünkü yazım ‘öteki tarafta' kaleme alınmış böyle bir yazının örneği. 7 Eylül 1999 tarihinde Atina'da yayınlanan saygın To Vima gazetesinde çıkan ve Yunanlılara seslenen yazımdır. Yazılarımı yeterince ‘milli' bulmayan kimi Yunanlılar bu yazıdan da rahatsız oldu ve bir süre sonra bir davada (yani mahkemede) ‘ihanetimin' ve ‘Öteki' olduğumun kanıtı olarak sunuldu. Ben ise bu göreli yalnızlığımdan oldukça memnunum.

Bu eski ama hâlâ geçerli yazıyı Türkçeye eksiksiz çeviriyorum:

Hangi Eylül'ü anımsamalıyız?

Tam kırk dört yıl önce bugün, İstanbullu Rumlar 6/7 Eylül'ü yaşadı. Binlerce ev ve dükkan yağmalandı. O zaman çok gençtim ama hâlâ anımsıyorum: Kalabalıklar çekirgeler gibi gelip geçiyor arkalarında yıkıntı kalıyordu. Başka alanlarda gücünü kanıtlamış olan devlet ise tahrik edici bir biçimde yokluğunu hissettiriyordu. Dairemize girmediler; çünkü Türk kapıcımız - Münire'ydi adı- ‘bu apartmanda gavur yok' deyip kalabalığı caydırmıştı. Ama babamın dükkanı bütün olarak yok oldu. Bütün kumaşlar şeritler halinde kesilmişti. Olayları izleyen günlerde babam annemle beni yüreklendirmeye çalıştı ama yaşadığı şok çok büyüktü; bir hafta içinde saçları bembeyaz oldu. Bir deprem gibi birden ekonomik yıkım geldi ve ailenin içinde sıkıntı, stres ve acı, yıllar boyu yerleşti.

Türk-Yunan dostluğu insanları bunca duygulandırdığı bu sürede bu konulara neden değiniyorum? En başta ‘Grekilos'* ‘teslimiyetçi' ve buna benzer sıfatlarla bana yöneltilecek saldırıları peşin engellemek için. Demek istediğim, ben Türk-Yunan tarihini yalnız şoven tarih kitaplarından ve fanatik bir dededen ya da öğretmenden öğrenmedim; her iki yanda da bilfiil yaşadım. Ve ne çocukluk yıllarımı unutuyorum ne de artık hayatta olmayan anne ve babamın çektiklerine karşı duyarsızım. Yaşım ve vatanım nedeniyle, belleğim hem Varlık Vergisi'yle, yani 1942 yılındaki ırkçı vergiyle, hem 1964'lerdeki ihraçlarla yüklüdür. Bunlar anlatı değil yaşamımın bir bölümüdür. (Bunları kendimi acındırmak için değil, Yunanistan'da işgüzarın biri çıkıp ‘acısını bizzat tatmadığın olay konusunda tarafsız olmak kolaydır' demesin diye de yazdım.)

Ama aslında bu konuları başka bir şeyi vurgulamak için gündeme getiriyorum. Yıllardır milli konularda ‘duyarlı' olan bazı çevreler 6/7 Eylül gibi olayları insanların barbarlığını ya da şovenizmin ayıbını mahkum etmek için değil, ırkçı bir eğilimle başka halklara karşı kullandılar. Geçenlerde To Vima gazetesinde (26/8/1999) başka bir eylül gününün de, 14 Eylül'ün, Anadolu Rumlarının ‘soykırımının' anı günü olarak ilan edileceğini okudum.

Ama ulusal bellek ne demek? Zorbalıkların bir daha tekrarlanmaması için halkın anımsaması gerekenler değildir kuşkusuz. Çünkü ulusal bellek bu olsaydı 23 Eylül'ü de unutmamamız gerekirdi. Kolokotronis'in** anılarına göre bu tarihten başlayarak 1821'de üç gün boyunca Trebliçe'de (Mora'da) ‘askerimiz kadın, çocuk, erkek demeden herkesi (yani Türkleri) kesip öldürüyordu'. Yazdıklarına göre atının ayakları yere basmıyormuş; çünkü cesetler otuz bini aşmıştı. Hatta biri -bu gerçek bir vatanperverdi herhalde!- tek başına doksan kişi doğramıştı.

Bütün komşularımız bu tür kin günleri oluşturabilir. 9 Eylül 1922 de İzmir ve Türkiye açısından ulusal anlamı olan başka bir gündür. Katledilen Türkler ve ateşe verilen Türk kentleri için bir anma günü olabilir. Ama kendimizi aldatmayalım! Bu tür anma günleri haksızlığa uğramış yakınlarımızı anımsamak için masum fırsatlar değildir. Son on yılların ilgili metinlerini incelediğimizde 6/7 Eylül türü 'anma günlerinin' ne rol oynadıklarını kolaylıkla anlayabiliriz. Herhangi bir halkın ‘diyakronik'*** olarak (bu diyakronik anlayışı süper ulusçuları coşturur!) mahkum edilmesi ırkçı bir davranıştır; ve en kötüsü, kimileri ırkçılıklarından şüphelenmiyorlar bile...

Ne tür eylüller anımsayacağımız ve ulusal belleğimizin ne denli seçmeci olacağı sonunda bize bağlıdır.

* Grekilos terimi ilk kez ortaçağda Katolikler tarafından onlarla işbirliğine giren Grekler (Helenler) için kullanılmıştır; günümüzde ise müstehzi bir biçimde yabancılara secde edenler ve ulusallığı kuşkuyla karşılananlar için kullanılır.

** Kolokotronis 1821 Yunan İhtilali'nin önemli komutanlarındandı.

*** Diyakronik, zaman içinde değişmeyen, süreklilik sergileyen anlamında.

http://www.zaman.com.tr/?bl=yorumlar&hn=88878