Üzülemeyen, hiçbir acının yasını tutamayan ülke

Açık Gazete
-
Aa
+
a
a
a

Türkiye kalabalığının vasatı, Yeni Zelanda’daki katliama üzülemez. Üzüntü için, başkasının yası için elzem olan diğerkâmlık duygusundan yoksun. Yoksun olmayan bir azınlık var elbette ancak onlar da dağınık, ne yapacağını bilemez hâlde, efkârlı.

Fotoğraflar: Reuters

Murat Sevinç / (Diken - 18 Mart 2019)

Avustralya kökenli Brenton Tarrant adlı ırkçı faşist, Yeni Zelanda’nın bir şehrinde ibadet eden Müslümanları, yetişkin, çoluk çocuk, katletti. Yazdığı uzun mektup, gezip dolaştığı yerler, silahının üzerindeki semboller, katliamı canlı yayınlaması ve ne yazık ki o görüntülerin iştahla dolaşıma sokulması…

Dünya konuşur, tartışır bu katliamı, çokça yazılıp çizilir. Türkiye’de tartışma sözcüğünü hak eden bir tartışma yapılabilir mi? Yanıtını siz verin! Kişisel olarak, Ümit Kıvanç ve Aydın Selcen’in yazılarını okuyunca, katliama dair söyleyecek daha anlamlı bir sözümün olmadığını düşündüm. Yazıları size de tavsiye ederim.

Belki yalnızca şu kadarını dile getirmeyi deneyebilirim. Aylar önce, komşudaki depremde Kürtler öldüğü için ‘sevinen’ itler olduğunu okuduğumda yazdığım ‘sinirli’yazıdan bir iki satır:

“Irkçılık bir toplumun başına gelecek en feci şeydir. Soru sorulmasını engeller. Vereceği yanıt yoktur. Soru ile karşılaştığında becerebildiği; daha fazla kötülük, daha fazla alçaklık, daha fazla körlük, daha fazla küfür ve daha fazla şiddettir. Irkçılık zavallılıktır. Irkçılar dünyanın çevrelerinde döndüğünü zanneden zavallı cahillerdir. Korkaktırlar. Saldırganlıkları korkaklıktan, söyleyecek anlamlı tek bir sözcükleri olmamasındandır. Irkçılık suçtur. Üzeri örtülecek bir ideoloji değildir. Irkçılıkla mücadele edilmelidir. Zihinde, dilde, okulda, yolda, evde… Her yerde. Irkçılık alçaklıktır. Alçaklık gurur duyulacak bir vasıf değildir.”

Ne olduğunda üzülür insan?

Üzülmesine neden olan ‘olay,’ ‘söz,’ ‘davranış’ vs. her ne ise, onunla kurduğu bağ nedeniyle, o bağdan umduğu sonuç gerçekleşmediğinde, beklentisi karşılanmadığında. Herhalde bu yüzden, örneğin, sevdiklerimiz üzebilir bizi ancak. Sevmediğimizin yaptıklarına tepki duyarız, mücadele ederiz, karşı çıkarız ama pek üzülmeyiz. Üzüntü kalbin kırılmasıdır ve kalp, oraya kabul ettiğinizce kırabilir. Dert ettiğinizce. Umursadığınızca. Sevdiğinizce. Endişelendiğinizce. Özlediğinizce. Şu ya da bu şekilde ve ölçüde, insani bağ kurabildiğinizce.

Ülkesi için de bu yüzden üzülür insan. Toprak için. O toprağın bir yerlerinde biriktirdiği anıları olduğundan. Yoldaşı için üzülür. Özel yaşamında ya da politik mücadelede yanında durmayı tercih ettiği yoldaşı. Hiç tanımadıkları için üzülür bazen. Tanımasa da, aynı telden çaldığını bildiğinden. Tanımadığı da insan olduğundan. Eğer tanımadığı insan, alçaklıkla, adaletsizlikle karşı karşıya ise üzüntü duyar. Dünyanın bir ucunda ya da kapı komşusunda olan için. Üzülür, zira bir ilişki kurmuştur. İnsan, hiç tanışmadığıyla da kurabilir o muhabbeti.

Bazen de üzülmez, üzülemez insanlar, toplumlar, ülkeler. Hisleri körelir, acı duygusu işlevini yitirir. Endişe, korku, peşi sıra görmezden gelme ve kısa süre içinde ona eşlik edecek olan yadırgamama, her şeyi bekler/umar hâle gelme. Herhalde en fena aşama bu.

Üzülemeyen, acıların yasını tutmayan, tutmak isteyene engel olan bir ülkeye giden yolu kim, kimler döşedi? Tarihimizdeki irili ufaklı taşlar saymakla biter mi!

Bu kez bırakalım on yılları, yalnızca son birkaç yıla bakınca: Hrant Dink’in katledilmesi mi? Berkin Elvan’ın annesinin yuhalanması mı yoksa Gar’da bombayla parçalanan insanların cenazelerinin bir stadyumda ıslıklanması mı? Suruç’ta katledilen gencecik insanlara sosyal medyada sövülmesi mi? Güvenpark’ta paramparça edilen insanların henüz cenazeleri kaldırılmamışken, birilerinin diğerlerine “Senin örgütün yapmıştır” demesi mi? Yüzlerce madencinin can verdiği yerde, bir diğerine tekme atılması mı? Herifin birinin ‘vatan hainleri mezarlığı’ önermesi mi? Yoksa, Aysel Tuğluk’un güzel annesinin cenazesinin, faşist güruhun saldırganlığı sonucunda topraktan çıkarılması mı? Topraktan.

Gar’da, parçalanmış cenazeler ortadayken, yaralıların ve koşuşturan yakınlarının üzerine su ve gaz sıkıldı bu diyarda. O Gar’ın önündeki bir metreye sıkıştırılmış insan fotoğraflarına saldırdı birileri. Ve Türkiye ahalisi, şöyle bir göz ucuyla baktı yüzlerce, binlerce insanın acısına.

Şimdi; aman efendim o onu söylemiş, bu bunu söylemiş, ‘Hristiyan terörü’ demişler oysa diğerlerine ‘İslami terör’ dememişler, mitingde görüntü seyrettirmişler, bilmem kim şöyle bir twit atmış, yerel seçim propagandasına malzeme yapılmış, birileri Ayasofya’yı gündeme getirmiş ama Reis karşı çıkınca karaktersizlerin hepsi suspus olmuş, vesaire vesaire… Hiçbiri yadırgatıcı gelmiyor artık. Doğaldır. Yakışanı da budur. Geçelim…

Üzülemez artık yeni Türkiye. Kızıl Elma’yı düşünüyor, Turan ülküsünü düşünüyor, Cihat/Fetih düşünüyor ‘büyük beyinleri’ ve hık deyicileri.

Buna mukabil onlarla sınırlı değil dehşet verici ‘hissizlik.’ Ölü bedenleri telefonuna kaydediyor bir otel çalışanı, satıp para kazanmak için. Diğeri şöhret cenazesinde göz yaşı dökenle selfi çekmeye çabalıyor. Beriki, işsiz bırakılana ‘ağaç kemirsin’ deyiveriyor. Kırk yıllık arkadaşının telefonunu siliyor telefonundan, başı derde girmesin diye dindar olanı. Yan odasındakini ihbar ediyor memur. Hocasını ihbar ediyor öğrenci. Gazetecileri ihbar ediyor gazeteciler.

Türkiye kalabalığının vasatı, Yeni Zelanda’daki katliama üzülemez. Üzüntü için, başkasının yası için elzem olan diğerkâmlık duygusundan yoksun. Yoksun olmayan bir azınlık var elbette ancak onlar da dağınık, ne yapacağını bilemez hâlde, efkârlı.

İçten bir üzüntü, yas için zamanı, niyeti ve samimiyeti yok Türkiye’nin.

Ezcümle, Başbakan’ı türban takıp acılı aile fertlerini ziyaret ederek onlara sarılan Yeni Zelanda’nın ‘toprağı’ dile gelseydi eğer; binlerce kilometre uzaktaki Türkiye’ye şöyle bir bakar ve “Ne olur benimle ilgili herhangi bir yorum yapma, hiç gerek yok. İzin ver de, kucak açtığım Müslüman yurttaşımın yasımı tutayım,” derdi…

Yazı önerisi: Aynı ülkede yaşadığım için mutluluk duyduğum yazarlardan Hakan Aksay’ın, insanı hem perişan hem mutlu eden nefis satırlarını buraya bırakıyorum

Yazının Diken'de yayımlanan orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.