Tarih bizi nasıl anacak

Makale - Yorum - Analiz
-
Aa
+
a
a
a

Biri elini cebimize attığında, cüzdanı çektiğini biliyor ama bileğinden yakalamaya korkuyorsak bildiğimiz tüm değerleri sorgulama vaktidir.

Ayşen Şahin Aksakal'ın Evrensel'deki yazısı...

Amerikan tarihinde bir ilk yaşandı geçtiğimiz sene. Kongre'ye, tarihinde ilk kez, 30 yaşının altında bir kadın üstelik Latin ve sosyalist bir kadın seçildi.

Hâlâ okul kredisini ödüyordu, ilk maaşı yatmadan Washington'a taşınamayacak kadar işçi çocuğuydu. Saray basını, kıyafetleriyle dalga geçtiğinde bile dimdik durup yanıt verebiliyordu. Yüzünde Latin sıcaklığında bir gülümseme, gözlerinden ateşler çıkarak bir kongre üyesi, İsrail'in Filistin'den çekilmesi gerektiğini dile getirebiliyordu.

Temsilciler Meclisi'ne seçildikten sonra sadece 2 dakika süren efsane bir konuşma yaptı:

“Adalet kitaplarda okuduğumuz bir kavram değildir.

Adalet içtiğimiz suyla ilgilidir. Adalet soluduğumuz havayla ilgilidir. Adalet oy kullanmanın ne kadar kolay olduğuyla ilgilidir.

Adalet kadınların ne kadar maaş aldığıyla ilgilidir. Adalet bizim çocuk sahibi olduktan sonra çocuklarımızla ne kadar vakit geçirebildiğimizle ilgilidir.

Adalet nezaketin sessiz olmakla aynı anlama gelmediğinden emin olmaktır.

Aslında çoğu kez yapabileceğiniz en doğru şey masayı sarsmaktır, itirazdır. Geçen yıl gücümüzü seçimlere taşıdık bu seneyse siyasete taşıyoruz.

Çünkü Temsilciler Meclisi'ni geri aldık ve bu sadece ilk adım.

Bu yıl organize olacağız. Bu yıl oy verme hakkı için mücadele edeceğiz.

Bu yıl mücadele edeceğiz çünkü 2020 için hedeflerimiz var. 2018'de Temsilciler Meclisi'ni aldık. 2020'de Beyaz Saray ve Senato'yu da alacağız.

Yapacağımız şey bu çünkü herkesi kucaklayan ve bir kişiyi bile geride bırakmayan bir Amerika için mücadele etmeliyiz.

Bu yıl tarihe geçmiş olsa da şu anda pek çok kadın kongre üyesinin burada seyirci konumunda bırakıldığını biliyorum. Belediye Meclislerinde çok daha fazla kadın var, işçi olmaktan çıkıp iş kuracakların sayısı çok fazla. Bundan çok daha fazlası var, burada olanlar arasında gelecekte bir başkan da çıkacak, biliyorum. Unutmayalım ki mücadele geride kimseyi bırakmamaktır. O yüzden siyah kadınların, trans kadınların, göçmen kadınların karşılaştığı sorunları insanlar konuşmak istemediğinde onlara sormalıyız: Bu seni neden bu kadar rahatsız etti? Çünkü fakirlikten bahsetmenin tam vaktidir. Flint'i konuşmanın tam vaktidir, Baltimore ve Bronx hakkında, orman yangınları ve Porto Riko hakkında konuşmanın tam vaktidir. Çünkü bunlar sadece kimlikle ilgili meseleler değil, bunlar adaletle ilgilidir. Çünkü bunlar dünyaya nasıl bir Amerika sunacağımızla ilgilidir.”

Buraya tam metni koydum çünkü bir kader anındayız. Alexandria Ocasio Cortez'in o sözleri bizi de anlatıyor.

Adalet kitaplarda okuduğumuz bir kavram değildir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri artık sadece bir başkanlık seçimi değil, adaletle ilgilidir.

Yasaları bükülmüş, hukuk kılıfa uydurulmuş, baskı artırılmış, seçmen manipüle edilmiş olabilir. Tamamını ortaya çıkarmak artık sadece aday ya da partisinin sorumluluğu değil, aklı ve vicdanı hür herkesin derdidir. Vereceğimiz mücadele demokrasiyle, yaşam alanlarımızı korumakla, oy hakkımızın peşine düşmekle, sistemle, liyakatle, adaletin yeniden tahsisiyle direkt ilintilidir.

Toplum vicdanı seri şekilde kanatılırsa, bir süre sonra zalimlik de kanıksanır. Acı eşiği yükselir. Şaşırma duygusunu kaybederiz, inanamıyorum lafı manasını yitirir. İdarede mantık devreden çıkmışsa günlük hayat da şirazeden çıkar.

Biri elini cebimize attığında, cüzdanı çektiğini biliyor ama bileğinden yakalamaya korkuyorsak bildiğimiz tüm değerleri sorgulama vaktidir.

Faşizm önce susmayı dayatır sonra söyleme mecburiyeti gelir. Buradaki, iktidarın dikte ettirdiği cümleleri kamuoyu önünde haykırmak zorunluluğudur. Yoksa bedeli misliyle ödetilir. Bu sebepledir, bir ana akım gazetesinde bir zamanlar çok sevdiğiniz oyuncu, müzisyen, sinemacı, yazar beklenmedik cümleler sarf ederken karşınıza çıkar. Bu kimi zaman satılmışlıktır, parasız kalma korkusu. Kimi zaman da çaresizliktir önüne konulan dosyalar sonrası.

Toplumda bir intiba yaratılır, herkes aynı gemiye binmiş gidiyorken geminin rotasından rahatsız olanlara bir filika bile düşmeyecektir, okyanusun azgın dalgalarında bir başına kalmak korkusu sarar insanı. Onurlular bedel göze alır, korkaklar teslim olur.

Bu sebeple Çağlayan adliyesinde bedeli göze alan onurlu akademisyenlerin, gazetecilerin ve avukatların görece kalabalık geçmektedir duruşmaları. Tepkiler birleşince bir sal olur, el olur, güç olur.

İzanın yekten yıkıldığı günlerden geçtik. Kabul edilemezler kabul, gerçek olamazlar gerçek oldu. Her zamanki gibi ol deyince olur diye düşündüler.

Ama Cortez kadar iddialı çıktı İmamoğlu kameralar karşısına.

Bu seçim iki söylem vardı, biri hedef gösteren diğeri gelin canlar bir olalım diyen. Bozmadı söylemini. Yuhalamak yok dedi. Çünkü oğlu öldürülen bir ana miting meydanlarında yuhalatıldığından beri kırmızı çizgidir yuh.

Gülün bunlara dedi, gülün. Çünkü gülünecek derecededir öne sürdükleri tezleri.

Ceketi, kravatı çıkardı, kolları sıvadı; her şey yeniden başlıyor, biraz terleyeceğiz demekti.

Kızmadan ve kırmadan dedi, ikna edeceğiz bunlara oy veren seçmeni. Hakkımızdır, yedirmeyeceğiz.

Ve bu coğrafyada, sosyalistinden muhafazakarına bir karşılığı olan cümle ile bitirdi: Kendimi ve mücadelemi size emanet ediyorum. Sizi seviyorum, sizi seviyorum, sizi seviyorum.

Seçim iptalindeki mantıksızlığın, demokrasinin işlediği bir toplumda karşılığı boykottur aslında. Halkın iradesi gasbedilmişse, onlarca itiraz sonucu yine de seçimin galibi her seferinde aynı çıkmışsa, bir zarftan çıkan tek bir pusulaya itiraz ediliyor ve aynı itiraz başka hiçbir belediyede kabul görmüyorsa artık bu seçimin hükmü olmaz.

Ancak 47 günlük bir sürede bir boykotu örgütlemek hali hazırdaki oy farkını artırmak ve seçim güvenliğine çalışmaktan matematiksel olarak daha zor.

Bu ülkenin boykot refleksi, dinamiği, tecrübesi de yok. 

Halkın kenetlendiği fikir neyse, onun etrafında birleşmek daha faydalı. Burada taşıyıcı güç İmamoğlu'nun anlık bildirimlerle, bir gün bile öfkeli, gergin olmayan dille, kutuplaştırmadan gösterdiği seçim stratejisi sayesinde onun şahsında oluştu.

YSK iptali açıkladığı gün “Artık rantı, korkuyu, iş kaybetme kaygısını sıfatlarınızın, titrlerinizin ardına saklayarak sessiz kalmayın, o eşiği geçtik” anlamında bir çağrı yaptı.

Çağrıya ses veren sanatçıların kimisi zaten hep onurluydu. İş kaybetme uğruna ses çıkarmış, ekranlarda simaları azalmış ama sevenleri çoktu. Bir kısmının fikrini tahmin ediyorduk ama derin bir sessizlikteydiler. Bir kısmı ise hepimizi şaşırttı, biz onları saray resepsiyonunda sanıyorduk.

Bunca yılın algı operasyonuna bir tokat aşk etti bu #HerŞeyÇokGüzelOlacak çıkışı. 

Toplum mantıksızlığı, vicdansızlığı, aleni yalanları kanıksamıştı ama ayıbı yüzüne vurulunca tepki vermeyecek kadar korkmamış, çürümemişti demek.

Ya da belki korku duvarını aşacak kadar yüklenmişlerdi onurumuza ve aklımıza.

Pek çok belediyenin “23 Haziran'da tatile gelmeyin, oyunuzu kullanın” anlamında esprili mesajları düştü sosyal medyaya. İstanbul Gönüllüleri on binlerce başvuru almaya başladı, diğer seçim güvenliği oluşumları da.

Geçen seçimde oy vermeyi anlamsız bulanlar bile şimdi görev alabilmek için sırada.

Tarih bizi elbette yazacak. Şili'de Pinochet dönemini bitiren NO kampanyası gibi belki “Her Şey Çok Güzel Olacak”ın da bir gün filmi yapılacak. 

Ama tarihin bizi “Boykota girmek yerine bu hukuksuzluğu kabul edip seçime girerek meşrulaştırmak”la yargılamaması için çalışmalıyız, gerçekten aktif çalışmalı.

Bundan seneler sonra bilmiyorum İmamoğlu söylemlerinin bugünkü kadar arkasında olabilecek miyim?

Süreç bizi nereye götürecek, kim hangi pozisyonu tutacak tahmin etmek zor.

Ama bugünler için gönlüm çok rahat şunu diyebileceğim:

Bu bir demokrasi mücadelesi, faşizme karşı direnişti. Umut vaat ediyordu, kitleseldi. Korku duvarını aşmıştık. Üzerimize sinmiş yalanlardan silkiniyorduk.

Ve her şey bir yana, kendini bize emanet etmişti, sizi seviyorum demişti. Ben emanete hıyanet etmedim. Sevildiğimize inanmak istiyor, her şey çok güzel olsun diliyorduk.

Önümüzdeki 42 gün sonunda dilerim bir şey güzel olur, her şeyin güzel olacağına delalet.

Bu sadece bir yerel seçim tekrarı değil, tüm kaybedilmiş haklarımız nezdinde bir arada bir duruş, bir karşı çıkış. Üstelik hâlâ demokratik yollar kapsamında.

Tarih dilerim hepimizi “bir anda yan yana durmayı başaran, yıllardır süregelen baskıya bir yerel seçim nezdinde bayrak açıp dönüşümü başlatan, güler yüzlü, çalışkan çocuklar” olarak yazar.

Adalet, verdiğimiz oyun yerini bulmasıyla ilgilidir, adalet ödediğimiz su faturasındaki satırlar, kesilen elektriğimizle ilgilidir. Adalet vergilerimizin nerede olduğunu görebilmekle, adalet komşumuza korkmadan selam verebilmekle, dinlediğimiz müzikle siyasi görüşümüzün anlaşılmasından korkmamakla, adalet sokaklarda kadın çocuk özgürce yürüyebilmekle, adalet evimizin başımıza yıkılmamasıyla, kentsel dönüşümün rantsız olmasıyla, birileri dünyanın öbür ucunun meyvelerini yerken birilerinin soğan alamamasıyla ilgilidir. Adalet can güvenliğimizle, adalet özgürlüğümüzle, adalet konuşma ve susma hakkımızla ilgilidir.

Adaletin varaklı bir saraya ihtiyacı yoktur, duruşma salonları adaletin kendi sarayıdır.

23 Haziran adaletle ilgilidir.

Aslında çoğu kez yapabileceğiniz en doğru şey masayı sarsmaktır, itirazdır. Geçen sefer gücümüzü seçimlere taşıdık bu seneyse siyasete taşıyoruz.

Çünkü ilk turda belediyeyi aldık, tekrar daha güçlü alacağız ve bu sadece ilk adım.

Bu yıl organize olacağız. Bu yıl oy verme hakkı için mücadele edeceğiz.

Bu yıl mücadele edeceğiz çünkü gelecek için hedeflerimiz var. 

Yapacağımız şey bu çünkü herkesi kucaklayan ve bir kişiyi bile geride bırakmayan bir Türkiye için mücadele etmeliyiz.

Milyonlarca oyla o sandıkları sarsacağız.

Çalışkan pazarlar, hadi bir komşuya inip sakin sakin anlatalım derdimizi, kızmadan, gerilmeden.

Çünkü bizim zaferimiz tehditkar değil, zor ama güzel olacak.

Hep birlikte haykırıyoruz: hak-hukuk-adalet!