Kamusal Alanda Siyaset

-
Aa
+
a
a
a

Temsili demokrasinin tıkandığı bir dönemde, halkın siyasetin seyircisi olmak yerine siyasetin öznesi olduğu,kendisiyle ilgili karararları aldığı,kendi gereksinmelerini kendisinin saptadığı  bir demokrasi modeli Türkiye’deki değişimin habercisi olabilir. Bu amaçla, insanları bireyden  aktif yurttaşa dönüştüren yeni bir yurttaşlık bilincine gereksinme var.

Kaynak: T24 (30 Temmuz 2017)

Sn. Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü önemli bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Yürüyüşle ilgili olarak Sn. Cumhurbaşkanı  “sokakta aranan adaletin adı vandallıktır” dedi. Arkasından da bir tehdit savurdu:  “Kendisi sokağa çıkamaz hale gelir” (11 Temmuz). Sn Başbakan  “sokakta adalet aranmaz. Çözüm aranacaksa bunun yeri meclistir” dedi. (15 Haziran). (Sn Başbakan siyasetin mekanı olarak meclisi gösterdikten sonra iç tüzük değişikliğiyle muhalefetin sesinin kısılmak  istenmesindeki paradoksa  değinmeden geçemeyeceğim).AKP genel başkan yardımcısı ve  sözcüsü Mahir Ünal değişik tarihlerde yaptığı beyanlarda  “Sn. Kılıçdaroğlu isyanı teşvik etmektedir.”   “CHP  sokak hareketi başlatmaya çalışıyor” dedikten sonra siyasal literatüre geçecek bir faşizm tanımı yaptı : “sokağı adres gösteriyorsanız bunun adı faşizmdir” dedi.

Bütün bu beyanlar siyasetin tanımına ilişkin belirli bir zihniyeti yansıtıyor. Bu konuyu açıklığa kavuşturmadan Türkiye’de siyaset yapmak ya da bir demokrasi tartışması için ortak bir zemin bulmak olanaksız.

Eski Yunan’da siyaset Halk  Meclisi’nde  gerçekleşirdi. Halk Meclisi  halkın tartişmaları yürüttüğü ve karar aldığı yerdi. Ancak bunun yanında bir tamamlayıcı mekan daha vardı : Agora yani pazar yeri. Burada da sorunlar tartışılır, çözümler planlanırdı. Başka bir deyişle, doğruda demokrasinin geçerli olduğu eski Yunan’da bile siyaset meclisle sınırlı değildi.

Yukarıdaki beyanlardan da anlaşılacağı gibi, AKP’ye göre siyaset devlet içinde yürütülen ve gücü elde etme yarışıyla sınırlı bir etkinliktir. Bu Weber’ci bir siyaset anlayışıdır. Max Weber’e göre,meşru güç kullanma tekeli devlete aittir. Devlete egemen olan güç kullanma, şiddete başvurma tekeline de sahip olur. Başkalarını kendi iradesi doğrultusunda davranmaya zorlayabilir. Siyaseti böyle devletle,meclisle sınırlı görmek kolaylıkla otoriterliğe, totaliterliğe yol açabilir.

Günümüz demokrasilerindeki siyaset anlayışı ise, Arendt ve Habermas’ın kamusal alan kavramlarına dayanır. Arendt siyaseti iktidar ilişkileriyle tanımlamaz. Ona göre, siyaset  insan olmakla sahip olduğumuz yüksek değerlerin gerçekleştirilmesi için bir araçtır. Siyasetin amacı bireylerin özgür olmalarını sağlamaktır. Bunun gerçekleşeceği mekan kamusal alandır. Kamusal alan başkalarıyla paylaşılan ve çoğulculuğa dayanan bir dünyadır. Birey olarak farklılıklarımız ancak paylaşılan bir dünyada ortaya çıkar ve başkalarınca fark edilir. Siyaset, birbirinden farklı insanların kamusal alanda farklılıklarıyla birlikte ve eşit olarak var olmaları, birbirlerini ikna etmeye çalışarak ortak yaşamlarını ilgilendiren konularda ortak bir görüş ve bir ortak eylem iradesi oluşturmalarıdır. Kamusal alan şiddetten arınmış, sorunların ikna yoluyla çözümlendiği bir siyaset alanıdır. Kamusal alanda yapılan  siyaset otoriter,totaliter yönetimlere karşı en büyük tehdittir. O nedenle totaliter yönetimler, gerekirse şiddet yoluyla, kamusal alanlarda insanların bir araya gelmelerini önleyerek, insanları yalnızlaştırarak,tek tipleştirerek,birey olmaktan çıkararak bir yandan bağımsız düşünme ve ortak eylemde bulunma kapasitelerini ellerinden almaya çalışırlar.

Demokratik toplumlarda kamusal alan tek değildir. Demokratik bir toplum birçok kamusal alandan oluşur. Böylelikle, merkezi olmayan bir yapı ortaya çıkar. Siyasetin merkezsizleşmesi, siyaset yapılan mekanların genişlemesi ve daha siyasallaşmış bir toplumun ortaya çıkması sonucunu doğurur.

Sn Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü ve yürüyüşün geniş halk kitlelerince deseteklenmesi, Türkiye’de siyasetin salt iktidar ilişkileriyle sınırlı olmaktan çıkarak kamusal alana taşınmasının kapısını açtı. Şimdi bu kapıdan geçerek yeni ,çağdaş bir siyaset anlayışını uygulamaya koymak gerekir.

AKP’nin, iktidarı “elde etmeye”, bir kere elde ettikten sonra da hiçbir denetim olmadan  herşeyi yapabileceğini sanan bir siyaset anlayışı var. Elindeki devlet gücünü, kendi dünya görüşüne göre tek tip bir toplum yaratmak için kullanıyor. Bu amaca ulaşmak için, kendi dünya görüşüne itirazı olan toplumun yarısını bastırmak zorunda. OHAL ve anayasa değişikliği ile başkana verilen yetkiler  toplumun yarısının sesini kısmanın alt yapısını oluşturuyor. Bunu uygulayacak araçlar ise, iktidar denetimindeki yargı ile polis.

İktidarın bir hayal dünyası var. Tüketim malları, AVM’ler, köprüler,yollar,su altı geçitleri, çarpıtılmış,kristalize edilmiş bir Osmanlı geçmişi, içine kapalı ve dış dünyayı düşman gibi gören,yedi düvele  kılıç sallayan hamasi bir milliyetçilik, ve bol dinsel referans. Yandaş medya aracılığı ile  gerçeklerden uzak bu AKP dünyası topluma pompalanıyor ve din aracılığıyla toplumun onayı elde edilmek isteniyor.

 AKP’nin bu otoriter-totaliter siyasetine ancak kamusal alanda oluşturulacak tam tersi bir demokratik bir siyasetle karşı çıkılabilir.Böyle bir siyaset,şiddeti reddeden,barışçı, kucaklayıcı, demokrasiye ve demokrasiyle birlikte insanı insan yapan değerlere dayanan bir siyaset olmalı. Kamusal alanın öznesi sivil toplum. O nedenle kamusal alanlarda yürütülecek bir demokrasi mücadelesinde, sivil toplum örgütleriyle demokrasiden yana olan siyasal partilerin eşit bir biçimde, birbirlerine eklemlenerek yatay ve temsile dayanmayan ağlar kurmalarına gereksinim var.

Şunu bilmek gerekir ki, her örgüt kendi mücadelesini verirse,mücadeleler parçalanırsa, yerleşik otoriter- totaliter düzene karşı koymak olanaksızlaşır. Önemli olan hedefi bozmadan mücadeleyi yürüten gruplar ve partiler arasında bağlantı kurmak, ortak bir amaç çevresinde birleşmek ve yeni bir güç merkezi oluşturmak. Bu amacı elde etmek için ideolojilerimizi,ön yargılarımızı bir yana bırakabilmeliyiz.

 Böyle bir yapı çoğulcu, bürokratik örgütlenmelere yol açmayan, açıklık, dayanışma,özgür tartışmaya dayanan, insanlara dokunan,güven veren, gerçeğin egemen olduğu  kamusal alanlardan oluşmalı.

Bu kamusal alanlar sadece yeni bir siyaset anlayışına değil aynı zamanda  yeni bir demokrasi anlayışına da yol açmalı. Türkiye’de çoğulcu ve katılımcı bir demokrasinin yeşerdiği alanlar olmalı. AKP’nin dinsel referanslı otoriter-totaliter toplum modeline karşı,topluma başka bir demokratik seçenek sunabilmeli.

Temsili demokrasinin tıkandığı bir dönemde, halkın siyasetin seyircisi olmak yerine siyasetin öznesi olduğu,kendisiyle ilgili karararları aldığı,kendi gereksinmelerini kendisinin saptadığı  bir demokrasi modeli Türkiye’deki değişimin habercisi olabilir. Bu amaçla, insanları bireyden  aktif yurttaşa dönüştüren yeni bir yurttaşlık bilincine gereksinme var.

İçine düştüğümüz kan,nefret,şiddet dolu kuyudan ancak böyle çıkabiliriz.