Macbeth’e Gülmek: Şatonun Altında

Kulis Sesleri
-
Aa
+
a
a
a

William Shakespeare’in yazdığı Macbeth oyunundan uyarlanan “Şatonun Altında”yı Gürol Dinçol yönetmiş, Pınar Akkuzu ve Gülden Arsal oynamışlar. Oyun Fiziksel Tiyatro Araştırmaları tarafından sahneleniyor. Ekiple Kulis Sesleri programı için “Şatonun Altında” ve tiyatro üzerine konuştuk.

Kulis Sesleri: 20 Haziran 2017
 

Kulis Sesleri: 20 Haziran 2017

podcast servisi: iTunes / RSS

“Ben bütün meslektaşlarıma çağrı yapıyorum: Biz seyirciyi unuttuk. Lütfen bir kez daha silkinip toparlanıp bu işi seyirci için yaptığımızı anımsayalım. Ama bundan popüler tiyatro sonucu çıkmasın. Seyirci odaklı değil, seyirci ile birlikte tiyatro yapmaktan bahsediyorum.”

- Bize Şatonun Altında’yı anlatır mısınız? Hikâye nedir? Karakterler kimdir?

Gülden Arsal: Şatonun Altında’da biz Pınar’la birlikte iki çamaşırcı kadın olarak Macbeth’in şatosunun altında Macbeth hikâyesi anlatıyoruz. Benim ismim May, onunki Poe. Uzun yıllardır şatonun altında yaşıyorlar ve Macbeth’e bir de yerin altından bakalım diyerek hikâyeyi anlatıyorlar.

- Bu bildiğimiz Shakespeare Macbeth’inin farklı bir uyarlaması oluyor, öyle değil mi?

Güray Dinçol: Evet, çıkış noktası Shakespeare’in Macbeth’i ama oyun metnine baktığımızda yarı yarıya Macbeth, yarı yarıya oyuncuların doğaçlamaları ve sonrasında bizim eklediğimiz parçalarla birlikte bir denge var. Aslında Macbeth’in olay akışını takip ediyoruz ama Macbeth’i izlemiyoruz. İki çamaşırcı kadının Macbeth’e ve Macbeth’den öncesine ve sonrasına dair daha kâhin bir yerden, daha tanrısal bir noktadan baktıkları her şeyi alaya aldıkları bir anlatım biçimi tercih ettik.


- Macbeth Shakespeare’in en önemli tagedyalarından biri. Bir trajediden komedi çıkarttınız. Bunu neden tercih ettiniz, nasıl ortaya çıktı?

Pınar Akkuzu:  Aslında şöyle bir şey oldu, biz Gülden’le birlikte yönetmenimizin aynı zamanda eğitmenlik yaptığı Fiziksel Tiyatro ve Komedi Okulu’nda sınıf arkadaşıydık. Bu okul, Lecoq denilen bir metot oyunculuğu üzerine dayalı bir okul.


- Lecoq nasıl bir metot?

Güray Dinçol: Yöntem aslında Fransız pedagog Jacques Lecoq’un isminden geliyor. Hareket temelli bir oyunculuk sistemi diyebiliriz. Jacques Lecoq uzun yıllar boyunca öğrencileri ve kendi araştırma gruplarıyla, dünyada yaptığı çeşitli gezilerle bir eğitim biçimi tasarlıyor. Bu eğitim biçiminde de aslında tiyatronun özüne bir yolculuk yapıyor. Oynama haline, commedia dell'arte’ye, maskelere, harekete, dansa hatta spora. Dolayısıyla bunlardan esinlenen ve bugünün tiyatrosunun biraz unutmaya başladığı ve köreldiği bir alanda uzmanlaşıyor, beden üzerine çalışıyor. Biz de okulda bunun eğitimini veriyoruz. Sadece oyunculuk eğitimi değil. Aslında bir metin, sahne oyunu oluşturma ve kurma üstüne çalışıyoruz. O yüzden proje tamamen Pınar ve Gülden’in okuldan da aldığı ilhamla uyarlamaları ve fikri diyebiliriz.   

Pınar Akkuzu: Aynen öyle. Az önce de dediğim gibi okulda zaten sınıf arkadaşı idik. Bir takım farklı stiller içerisinde bizim sevdiğimiz aslında groteks stilleri de kapsayan bufon bazlı diyeyim, stili sevdiğimize karar verdik. Çok teknik şeyler söylüyor gibiyim ama tamamen okuldaki stilleri konuşuyorum. Ayrıca gerçekten de bir şeyler yapma arzusu her zaman vardı. Okulda sürekli eğitmenler tarafından bir kışkırtılma durumumuz vardı. Sahne üzerinde, sahne tasarımı, yazım vs. Bunun üzerinden evirile evirile Macbeth çıktı. Macbeth’i konuşmaya başladık. Seçtiğimiz stil zaten gerçekten iki çamaşırcı kadına uyacak stillerdi. Onun üzerine de şato ve ardından Macbeth geldi.

Güray Dinçol: Aslında sorduğunuz sorunun şöyle bir cevabı da var. Komedi ve trajedi ilişkisini 90 derecelik bir açıyla tanımlıyorduk biz. Trajedi daha dikey, daha kaderin yazgısında kaybolmuş, trajik hatalarını yapan bireylerken, komedi de daha yatay bir alan, düşmenin, sınırsızlığın, komedinin özgürleştiği bir alan ve aslında her 90 derecede olduğu gibi harika bir kesişim noktası var. Dolayısıyla tragedyayı biraz ittiğimizde komedya, komedyayı biraz ittiğimizde tragedya çıkışıyor karşımıza. Zaten commedia dell'arte de bunu yapıyor. Dolayısıyla zaten bütün büyük trajediler aslında çok komik hatalardan ortaya çıkıyor, Macbeth de bir komedi silsilesidir. Bir erkeklik, bir savaş, bir iktidar ve hırs komedyasıdır. Buna genelde ciddiyetle bakıldığı için bizim yorumumuz seyirci tarafından kucaklandı ve ilgiyle karşılandı ama aslında bu her tragedyanın barındırdığı bir potansiyel. Biz sadece okulda çalıştığımız metinlerden ilham aldık. Özellikle Pınar ve Gülden o noktayı daha hassas daha ince görüp bu oyunu sahneye koymaya karar verdiler.


“Teknik seyirciyle buluşmayınca hiçbir işe yaramıyor.”


- Oyun farklı teknikleri barındırıyor. Groteks dediniz, fiziksel oyun anlatıcılığı, clown, bufon, bunlar nedir?

Güray Dinçol: Bunlar maskelenmiş oyunculuk teknikleri. Sahne üzerinde izlediğiniz her şey bir tür maske. Clown, modern soytarı ya da modern palyaço diyebiliriz. Groteks, abartılmış gerçekliğin ortaya konduğu bir oyun biçimi, bufon da her şeyi alaya alan, her şeyin içini boşaltan, nerdeyse minör tanrılar dediğimiz bir bakış açısıyla bakan ve oyuncuyu sınırsız, çok özgür biçimde doğaçlamaya, yaratıma iten bir oyunculuk stili. Ama bunlar tabii ki teknik. Teknik seyirciyle buluşmayınca hiçbir işe yaramıyor. Onlar bizim kendi iç meselemiz, eğitim metodumuz. Ama bu oyunun belki bizim için de hoş, denemeye değer yanı o teknikleri oyunla buluşturacak bir fikir olmasıydı. Macbeth artı çamaşırcı kadınlar. Dolayısıyla bütün bunlar o kadar harika eşleşti ki, biz harika eşleştiğini düşündük ve çok keyifle çalıştık, seyirciden bunun karşılığını da aldık. Dolayısıyla seyirci hiç bu teknik meseleleri görmeden sahnede oyun hazzı ile oynayan iki tane sahne yaratığı görüyor. Bizim için de bu yeterli aslında, teknik mesele bizde kalsın, seyirci oyundan keyif alsın. Oyunun onu sürüklediği yere gitsin. Ama tabii ki oyunun “başarılı olmasının” belki de nedeni altının belli bir pedagoji ile belli bir alt yapı ile dolu olması. Yani seyirci bu altyapı ile ilgilenmiyor ama sahnede gördüğü şeyin tutarlılığının farkında. Dolayısıyla en büyük avantajımız ne yaptığımızı bilerek, adım adım ve uzun süre çalışıp, hiç acele etmeden oyunu çıkartmak oldu. Sağ olsun seyirci de bizim yanımızda durdu, bizi yalnız bırakmadı.

- Shakespeare’in Macbeth’i bir yandan çok eski bir hikâye, bir yandan da günümüze değen çok fazla yanı var. Eril yanı, iktidar ilişkileri vs. açısından güncelliğini de koruyan bir hikâye olduğunu söyleyebiliriz sanırım?

Gülden Arsal: Evet, seyirci de bunu gördüğü için de şaşırıyor belki. Çünkü Macbeth hikâyesi yüzlerce kez oynanmış evrensel bir metin. Ve bugün de bize birçok şey söylüyor. Ve günümüzdeki erkeklik, iktidar sarhoşluklarına dair bir sözü var. Biz bunun iki kadın tarafından söyleniyor olmasını da güçlü bulduk ve buradan yürümek istedik. Bunun bugünkü seyirci için de ilgi çekici olduğunu düşünüyorum.


- Oynarken iki çamaşırcı kadın hem çok eğleniyor, hem seyirciyi de çok eğlendiriyor. Bu oyunu daha da sürükleyen bir sonuç ortaya çıkarıyor.

Pınar Akkuzu: Büyük ihtimalle şöyle bir şey, gerçekten oyunun çok büyük kısmı doğaçlamalarla çıktı. Bu doğaçlamalarda aslında biz belki de binlerce oyun bulduk kendi aramızda. Yani bunların yazım ve inşası kısmında yönetmenimizin bir takım budamaları, kesmeleri ya da bir takım tercihleri ile birlikte bizim yaptığımız şey tamamlanmaya başladı. O yüzden büyük ihtimalle o kadar birlikte, o kadar doğaçlayarak ve o kadar çok zaman harcayarak geçirdik ki geri dönüp baktığımda şöyle hissediyorum; biz sahnede çok eğlenmişiz. Bu artık son inşa aşamasında kendini belli etmeye başladı. Bu yüzden de çok şanslıyız. Sahnede çok eğlenen ve oynamak isteyen bir çiftiz.

Gülden Arsal: Sadece birbirimizle değil seyirciyle de. Seyirciye açık bir üslubumuz var. Seyirci odaklı değil, seyirci ile birlikte tiyatro yapmak.

Güray Dinçol: Aslında Türkiyeli tiyatro izleyicisi pasif kalmayı çok seven bir seyirci değil. Bizim aslında seyirlik geleneğimiz de bu. Yani baktığımızda hep oralara referans yapıyoruz; Anadolu coğrafyasında oluşan köy seyirlik oyunlarına, geleneksel tiyatro biçimlerine. Aslında hep bu biçimler, bu biçimlerin benzerleri, ataları, kimi zaman daha ilkel ama hep bir şekilde bu açık biçim formlar Türkiye tiyatrosunda var olmuş. Ama uzun süredir de aşırı psikolojik sorunları, kendi küçük meselelerini konu eden, içine kapanmış bir tiyatro cemaati var diye düşünüyorum. Bu biraz da zamanın ruhu nedeniyle sanırım. O kapanıklıktan sonra bu açıklık sanırım seyirciye iyi geliyor. O yüzden ben bütün meslektaşlarıma o çağrıyı yapıyorum: Biz seyirciyi unuttuk. Lütfen bir kez daha silkinip toparlanıp bu işi seyirci için yaptığımızı anımsayalım. Ama bundan popüler tiyatro sonucu çıkmasın. Seyirci odaklı değil, seyirci ile birlikte tiyatro yapmaktan bahsediyorum. Dolayısıyla bizim seyircimiz o açık biçimi çok kolay kucakladı. Demin Pınar’ın da dediği gibi altında aslında samimiyet ya da gerçekçilik demiyorum, hakikat diyorum, çok hakiki bir ilişki var. İki kadın oyuncunun birbiriyle kurduğu çok hakiki bir bağ var. Oyunun da kendi gerçekliğine, kendi hakikatine çok sadık bir anlatım dili var. Dolayısıyla o hakikat sanırım seyirciye de geçiyor. Sahne üzerinde gördüğü şey ne kadar tuhaf olursa olsun yine de o hakikat seyirciyi kucaklıyor diye düşünüyoruz.


- Sade ama çok etkileyici bir dekor var. Makyaj da çok etkileyici. Ne kadar sürede hazırlanıyorsunuz?

Gülden Arsal - Pınar Akkuzu: Makyaj 1 saat, sahneyi hazırlamak da yine 1 saat.


- Dekor fikri nereden çıktı? Neredeyse sadece bez ve kırmızı renk kullanımı var.

Gülden Arsal: Çamaşırcı kadın deyince aklımıza çarşaf, leğen gibi fikirler geldi. Onların üzerinden plastik araştırmaları yaptığımızda üç aşağı beş yukarı bu çerçevede ilerledik.

Güray Dinçol: Aslında şu da var. Çamaşırcı kadın Macbeth iktidarını ve ondan önceki ve sonraki bütün iktidarların kirli çamaşırlarını temizliyorlar. Temizledikçe bir yandan öyle çirkin hale gelmişler. Öyle bir dramaturjik noktası var. Dolayısıyla sahnede gördüğümüz çarşaflar aslında bütün o iktidarın izlerinin, kirinin, pasının, kanının, şiddetinin izlerini taşıyor ve onlar için artık sadece oyun aracına dönmüş vaziyette. Sadece çamaşırhane, sadece bez parçasının ötesinde oyundaki bütün karakterler, bütün anlamlar onlardan ürüyor. Aslında çok düşünmeyiz ama en çok ilişkiye geçtiğimiz nesneler bizi anlatır. Dolayısıyla o çarşaflar o yastık kılıfları bütün o arkasındaki şiddeti, kanı savaşları erkek, ata erk sistemi, bütün o şiddeti barındırıyor ve onlarla oynamak bizim iki karakterimiz için çok eğlenceli. Dolayısıyla o plastik kendini çağırdı. Bir de tabii biz özel tiyatro sayılabiliriz ve ödenekli değiliz. Mekânımız yok. Taşınabilme meselesini çok önemsedik. Hem taşınabilir hem de estetik bir plastik nasıl oluru araştırdık. Ortaya bu tercih çıktı. İyi ki de bunu yapmışsız. İki bavulla her yere gidebiliyoruz, çok rahatız. Bir yandan da oyun yapısını destekleyen ve yine az önce de dediğim gibi kendi içinde tutarlı tercihler olduğu için. Dolayısıyla tiyatro çok şatafatlı dekorla, prodüksiyonla, elbette olsa onlarla oynamak çok iyi olur, biz de severiz ama mesele kendi içinde tutarlı dili ve altı dolu bir anlatım biçimini bulması.

Pınar Akkuzu: Elbette bunların yanı sıra beden odaklı çalışmak ilk isteğimizdi. Ve öyle olunca da fazladan herhangi bir şeye gerek kalmadı.


“Ortalama artık azalmaya başladı, ya çok heyecan verici işler ya da gerçekten bize acı veren işler izliyoruz.”



- Türkiye’de tiyatroyu dünya ile karşılaştırdığımızda, kendi iç dinamikleri ile değerlendirdiğimizde nasıl görüyorsunuz? Az önce dediğiniz ödeneksiz tiyatro durumu var. Ayrıca Türkiye tiyatrosu özellikle son 10 yılda devlet tiyatrolarından özel-alternatif tiyatrolara kayıyor. Seyirci profili de değişiyor. Bunları nasıl görüyorsun?

Güray Dinçol: Aslında bence çok parlak değil. Bir dönem parlaktı, 5-6 sene önce bu alternatif mekânların oluşturduğu zamanlar. Şu an o alternatif tiyatro dili de kendi kendinin düşmanı oldu. Yani yarattığı seyirciyi uzaklaştırmaya başladı. Çünkü mekânları yaşatabilmek ya da tiyatroları ayakta tutabilmek için çok fazla, çok kısa sürede çok fazla iş çıkarmak gerekti. Bunun yanı sıra olgunlaşmamış yazarların ya da yönetmenlerin ya da oyuncuların sahneye bir anda çıkma arzusu belirdi. Ülkenin ekonomisinde özel tiyatro ücreti olan 30-40 lira hiçte az bir ücret değil. 3 kişi geldiğinde yedin içtin, yol derken 200 lirasını alıyorsun. Bizde böyle bir ekonomi ve endüstri oluşmuş olmadığı için de açıkçası yapılan işlerdeki özensizlikle de bu anlamda seyirciyi biraz küstürdüğümüzü düşünüyorum. İşleri ben kendimce ikiye ayırıyorum. Ya çok vasat ya da çok heyecan verici işler var. Ortalama artık azalmaya başladı, ya çok heyecan verici işler ya da gerçekten bize acı veren işler izliyoruz. O konuda elbette ki herkesin verdiği emek yadsınamaz ama bu işler sadece emekle ya da harcadığınız zamanla yürümüyor. Ciddi bir birikim, çalışma süreci istiyor. En çok bunu kaybediyoruz ve ıskalıyoruz diye düşünüyorum. Ama şu da var, ne zaman dünya böyle buhranlardan geçse bugün Türkiye’nin olduğu gibi, bu geçiş dönemlerinde daha bedene dayalı, harekete dayalı, denemeye dayalı işler ortaya çıkıyor. Bir yandan da bu açıdan heyecan verici bir kanal var. Demin karanlık tarafından baktım. Bir de aydınlık tarafından bakayım. Mesela yurtdışındaki okullarda okuyup, Türkiye’ye bu birikimi getiren eğitmenler, genç sanatçılar, koreograflar, çağdaş dansla tiyatronun sirk sanatlarının kesişmeye başladığı, daha avangart, daha deneysel ama seyirciyle buluşabilen işler de üremeye başladı. Bu yönüyle de heyecan verici. Ama tam yolunu bulmuş değil. Bence hala Türkiye tiyatrosu kendini aramaya devam edecek. Son olarak bu oyunda mesela heyecanla şunu fark ettik, devlet tiyatroları ve şehir tiyatrolarından bir sürü ustamız ve büyüğümüzle buluşma fırsatımız oldu. Oyunumuzu izlemeye geldiler. Ve onlardan hep duyduğumuz şey, bize hep o heyecanı hatırlattınız, ne kadar güzeldi o heyecanınız, yaptığınız iş. Bir yandan kendi adıma o tarafı, ödenekli tiyatroları ne kadar uzun süredir yok saydığımı, unuttuğumu far kettim. Orada aslında bir sürü iyi iş yapmaya hazır, bir sürü yetenekli, aktör, oyuncu, yazar var. Ama sanırım bu Türkiye’deki hantal sistem hepimizi ezdiği gibi o abilerimizi ablalarımızı da eziyor. Bir yandan orayı da küçümsemeden ama orayı da eleştirebilen, alternatif tiyatroları da çok büyütmeden ama hakkını veren bir eleştirel dil yakalamalıyız. En temel problemimiz bu eleştirel bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Birbirimizi eleştiremiyoruz. O sağlıksız bir ortama yol açıyor.


- Program yayınlandığında sezon bitmiş olacak. Gelecek sezon da oynayacak mısınız? Başka proje var mı?

Pınar Akkuzu: Evet gelecek sezon devam ediyoruz. Yeni projeler de var. Kaşındığımız bir takım şeyler var. Masa başı çalışması var, ufak ufak. Ama her zaman için şunu diyebiliriz, acele etmek istemiyoruz. Yani keyfini çıkara çıkara, araştıra araştıra, okuyarak, düşünerek, tartışarak bir şeyler gelişsin istiyoruz. O yüzden zamanı hakkında da bir fikrimiz yok.


Güray Dinçol: Oyun kendini belli ettiğinde zaten ortaya çıkıyor. Bu oyun da öyle oldu. Mesela bir sürü başarısı oldu oyunun, seyirciyle buluştu doğru ama biz hiç bu saiklerle yola çıkmadık. Kendiliğinden geldi. Ne mutlu bize. Umarım ikinci proje de böyle su gibi kendi yatağını bulur. Bulamazsa da bizim adımız üzerimizde, araştırma grubuyuz. Araştırmaya, denemeye, kendi istediğimizi yapmaya devam edeceğiz, burası bizim özgürleşme alanımız. Başka başka kurumlarda yıllarca tiyatro yaptık. Ben hala profesyonel tiyatro yapıyorum. Burada ise nasıl istiyorsak öyle. Bunun sonucunda seyirciyle de buluşabildiğimizi görünce, bunun kendi içimize dönmüş kibirli hal değil, dışa dönük bir hal olduğunu fark ettikten sonra, bunun da cesaretiyle aynı biçimde çalışmaya devam edeceğiz.


Direklerarası Tiyatro Ödülleri 2017 "Yenilikçi Tiyatro" ve "Vasıf Öngören Ödülü"

Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri 2017 "Anadolu Efes Özel Ödülü"

Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) Ödülleri 2017 "Jüri Özel Ödülü"

Üstün Akmen Tiyatro Ödülleri 2017 "Seçici Kurul Özel Ödülü"

Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri 2017 "Jüri Özel Ödülü"