Kulis Sesleri: Berlin Zamanı

Kulis Sesleri
-
Aa
+
a
a
a
Kulis Sesleri: 16 Ekim 2018
 

Kulis Sesleri: 16 Ekim 2018

podcast servisi: iTunes / RSS

Kulis Sesleri bu programında Platform Tiyatro tarafından sahnelenen “Berlin Zamanı’nın kulisindeydi. Bircan Yorulmaz oyunun yazarı Ceren Ercan ile oyuncuları Ezgi Çelik, Tuğçe Altuğ ve Kutay Kunt ile konuştu.

 

“Temelde bu üçlemede aradığım şey biz bugüne kadar bir şey biriktirdik; kendi aile alışkanlıklarımız, kendi kültürel kodlarımızla, kendi tercih ettiklerimizle, peki bu toplumsal yapı bizi bu kadar reddettiğinde, var olmanın yolunu nasıl bulacağız.  Aslında üçlemenin temel derdi, bizim bu var oluşu nasıl gerçekleştirmeye devam edeceğimiz.”


Yeni sezonun ilk Kulis Sesleri’ndeyiz. İlk sorumuz bu kez farklı olsun. Takip edebildiniz mi geçen sezon oyunları? Sezonu nasıl buldunuz, yeni sezondan neler bekliyorsunuz?

Ceren Ercan
Çok fazla üretimin olduğu bir sezondu. Önceki sezon da öyleydi. Birkaç sezondur bu böyle ilerliyor. Çok oyun var, çok fazla genç ekip var. Aslında yavaş yavaş Türkiye tiyatrosu kendi hikâyelerini anlatmaya başlıyor. Yerli metinlerin yoğun olduğu bir dönemdeyiz. Ancak bence daha fazla bugünün Türkiye’sini anlatan hikâyeye ihtiyacımız var. Sahnede günümüz ve kendi hikâyelerimizle daha fazla karşılaşma ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Ayrıca çok daha fazla sahneye ihtiyacımız var. Bir taraftan da seyirci var ki bu kadar oyun var diye düşünüyorum. Ama en temel problemimiz sahne problemi. Daha fazla kendi politikası olan, kendi içinde kendine özgü politikası olan sahnelerin olduğu bir tiyatro yapısına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Ama bir yandan da üretimin çok fazla olduğu, bu fazlalığın bir şekilde kendi hikâyelerini anlatmaya evirilecek bir tiyatroya dönüşeceğimizi düşünüyorum.

Tuğçe Altuğ
Ben bu sene daha fazla oyun izlemeyi düşünüyorum. Benim dönem dönem değişiyor. Bazen çok sıkı takip edebiliyorum, bazen olamıyor. Hem maalesef hem de iyi ki önce arkadaşlarımızın oyunlarını izleyebiliyorum. Onlar da çok güzel işler yapıyorlar.  Geçen sezon Ezgi’nin kendi yazdığı ve oynadığı “Hoşdeng”i izleyebildim, çok beğendim. Takip etmeye çalışıyorum. Ceren’e katılıyorum, üretkenliğin çok olduğu oyun sayısı ile karşı karşıyayız.

Ezgi Çelik
Son iki senedir geçmiş senelere göre daha az oyun izledim. Bu aslında ne kadar çok oynarsanız o kadar az izleyebiliyorsunuz, ancak denk gelebiliyor durumu. Bence aşırı bir tiyatroya yoğunlaşma ve ilgi var. Benim şahsi fikrim bunun çok güzel olduğu, tiyatro ile bu kadar ilgilenilmesi, öne çıkarılması. Ancak kafam çok karışık benim; hem çok seviniyorum bu kadar oyun olmasına, bu kadar ilgi olmasına ama asla sebebini anlamıyorum. Deli bir ekonomik kriz var, ciddi bir sahne sıkıntısı var, şartlar felaketken bu kadar olması çok enteresan. Bir süre öncesine kadar ‘üretim yok, sanatta üretim sıkıntısı var’ı konuşurken bu kadar çok oyun ve ilgili olmasına çok sevinip, hiç anlayamamak gibi bir yerdeyim. O yüzden kafam karışık.

Berlin Zamanı’na dönelim, hikâye nedir, karakterler?

Ezgi Çelik
Ben Özge’yi oynuyorum. Türkiye’de ve İstanbul’da yaşıyor ama İstanbul’u terk etmeye karar vermiş. 1 hafta sonra Berlin’e taşınıyor. Oyun boyunca da zaman atlamalarıyla-öncesi ve sonrası zaman akışlarıyla Özge’den bunun sebeplerini dinliyoruz, izliyoruz. Gitmeye karar veren, gitmek istene birçok insandan biri Özge.

Tuğçe Altuğ
Benim karakterim de Deniz. Çok aşina olduğumuz yönleri olan bir karakter. Oyuncu, İstanbul’da konservatuardan mezun oluyor, işler çok umduğu gibi gitmediği zaman acaba Berlin’e gidip orada mı şansımı denesem deyip oraya gidiyor. Ama oraya gidince aslında o bütün özendiği, Avrupalı olmaya çalışma duygusu ile öyle yaşamaya çalışsa da işlerin öyle olmadığını, o arada kalma duygusu ile orada kendine tam olarak yer bulamadığını fark ediyor. Bir kaybolmuşluk yaşıyor; ne orada, ne burada. Gitmek de çözüm değil, oraya gidince bir şeye dönüşüp, dönüşmemek meselesi de var. Oyun bunu sorguluyor. Benim karakterim de üç karakterden tam olarak oraya gitmiş olan. Karakterin Berlin’deki sürecini izliyoruz.

Kutay Kunt
Ben de Eren’i oynuyorum. Onun diğer karakterlerden durumu biraz daha farklı. Onun hâlihazırda Almanya ile bir bağı var. Vakti zamanında Türkiye’den oraya gerçekleşen ilk göçte dedesi oraya gitmiş, orda yaşamış. Ve bir parça buraya mı ait, yoksa oraya mı diye düşünmeyen biri. Bir parça dünya vatandaşı. Nereye ait olduğu ile ilgili de birazcık sıkıntıları, arayışı var. Dedesinin izlerini takip ediyor.

Ceren Ercan
Aslında bir taraftan birbirinden ayrı üç profil var. Ama bir şekilde hepsinin temel meselesi aslında dünya vatandaşı olmak ya da Türkiye’nin bir parçası olmak arasında, kökleriyle kurdukları ilişki. Bir dönem Türkiye için Avrupa ve Avrupa Birliği çok görünür bir vizyondu. Ama son yıllarda çok kaybettiğimiz bir şey bu. Hepimiz için orada yaşamak bir olasılıkken, şu anda bu olasılık hepimiz için bir tartışmaya dönmüş vaziyette. Bir taraftan da kimlik olarak biz Avrupa’nın şu an da ne kadar parçasıyız, bunu da sorguladığımız bir süreçteyiz. Bu üç profil içinde temelde Türkiye’de bir Avrupalı kimliği inşa etmek, bir dünya vatandaşı olmak ve bunu Avrupa’da gerçekleştirmek mümkün mü arasında sıkıştıkları ve ortaklaştıkları bir nokta var aslında. O da bugün Türkiye’nin kafasını biraz daha doğuya dönmüş olmasıyla ilgili bir şey.

“Gidenler, Kalanlar, Saklanan” üçlemesinin ikincisi bu hikâye. “Seni Seviyorum Türkiye” ilki idi. Peki bu üçlemenin ortak derdi nedir?

Ceren Ercan
Üçlemenin derdi “Bugün burada var olmak mümkün mü” sorusu aslında. Bugün burada var olmak mümkün değilse biz kendimize başka nasıl yollar arayacağız? Ben daha önceleri daha çoğulcu şeylerle uğraşıyordum. Toplumsal olarak ayrışan katmanları yan yana getiriyordum, getirmeye çalışıyordum. Ama öyle bir döneme denk geldik ki bir taraftan da, açık konuşmak gerekirse o kutuplaşmanın içinde o kutuplaşmanın diğer taraflarına bakmak yerine, kendi içinde bulunduğumuz duruma bakmamız gerektiğini düşündüğümüz bir noktaya geldim. Orada da ‘biz bu kadar dışlandığımız bir yerde kimlik olarak ve birey olarak nasıl var olacağız’ı tartışmaya başladım. Bu kadar yok sayıldığımız, bu kadar istenmediğimiz bir yerde biz kendi kimliğimizi ve kendi yaşam alışkanlıklarımızı, kendi var olma biçimlerimizi nasıl var edeceğiz. Burada kalsak nasıl var edeceğiz, gitsek nasıl var edeceğiz. Önümüzdeki günlerde burada koşullar bizi yaşamsal alışkanlıklarımızı saklamamızı gerektirdiğinde nasıl var edeceğiz. Temelde bu üçlemede aradığım şey biz bugüne kadar bir şey biriktirdik; kendi aile alışkanlıklarımız, kendi kültürel kodlarımızla, kendi tercih ettiklerimizle, peki bu toplumsal yapı bizi bu kadar reddettiğinde, var olmanın yolunu nasıl bulacağız.  Aslında üçlemenin temel derdi, bizim bu var oluşu nasıl gerçekleştirmeye devam edeceğimiz.

Karakterlerde kendinizi ne kadar buldunuz? Özellikle Türkiye’de 2-3 gençten biri gitmeyi en azından düşünüyor, kimisi istiyorken.

Ezgi Çelik
Bana çok trajikomik geliyor. Mesela ben de düşününce “a evet ben de aynı Özge gibi düşünüyorum, gitmek istiyorum” diyorum, sonra oyun bitiyor, ben eve gidiyorum. İkisini; gitmek ve kalmak fikrini aynı zihinde taşımak anormal bir şey. Başka bir ülkede olsak bunun tedavisini olurduk. Hem gitmek isteyip, hem orada her şeyinle var olmaya çalışmak, üretmek, çabalamak normal değil. Başkası ile konuştuğumda; ben gitme konusunu kapadım, çevremde sevdiklerim olmadan ne yapacağım, diyorum ama oyunu düşününce de bana çok uyduğunu düşünüyorum.  En azından benim açımdan trajikomik bir durum var.

Tuğçe Altuğ
Oldukça güncel bir durum. Benim de yakın çevremde çok fazla Türkiye dışına gitmeyi, çalışmayı düşünen, oradaki koşulları kovalayan arkadaşım var. Sadece benim çevremde o kadar çok böyle kişi var ki, bir kısmı da zaten gitti. Bana herkes düşünüyor gibi geliyor. Son bir iki yıldır o kadar çok konuşulur oldu ki bu çeşitli sorgulamalara gidiyorsun. Kimisi diyor ki ben istemiyorum, Ezgi’nin de dediği gibi gerçekten köklerimin olduğu, bağlarımın olduğu bir yerde ancak uzun vadede yaşayabilirim. Kimisi bir süreliğine mi gitsem diyor. Kimlik ya da varoluş biçimi olarak, sırf burada kendini hiçbir şekilde kendine yer bulamadığı için de gidenler var. Oynadığımız karakterler de bunların bir temsili gibi. Şu anki gençliğin genel bir profilini gösteriyor.

Kutay Kunt
Açıkçası Eren benden çok daha cesur. Benim köklerim daha derinlerde sanırım. Ben böyle bacağımı çıkartıp da yolculuğa başlayabilirim gibi gelmiyor. Eren öyle değil, Eren kafasını toparlarsa dünyanın her yerinde yapabilirmiş gibi geliyor. Benim de çevremde gidenler var, gitmek isteyip gidenler de var.

Süren ya da yeni projelerinizden bahseder misiniz?

Ezgi Çelik
Benim “Hoşdeng” adında bir oyunum var. Geçen sezon prömiyer yaptı ama aslında bu sezon oyunu. “Berlin Zamanı” devam edecek.

Kutay Kunt
“Gloria” var. “ Berlin Zamanı” devam ediyor. Ayrıca Frank’la yeni bir oyuna başlayacağız, Aralık gibi sanırım sahnede olabilecek.

Üçlemenin sonuncusu “Tahran Rüyası” ne zaman sahnede olacak?

Ceren Ercan
“Tahran Rüyası” gelecek sezon olacak. “Seni Seviyorum Türkiye” devam ediyor.  Ayrıca yeni bir oyun yazıyorum. Ocak’ta sahnede olacak.


 

Künye
Yazan: Ceren Ercan
Yöneten: Frank Heuel
Yönetmen Yardımcısı: Nazlı Bulum
Dekor Tasarım: Annika Ley
Kostüm Tasarım: Mehtap Yılmaz
Ses ve Müzik Tasarım: Ömer Sarıgedik
Işık Tasarım: Cem Yılmazer
Oynayanlar: Ezgi Çelik, Tuğçe Altuğ, Kutay Kunt