Akciğer'in Sorusu: Dünyaya Bir Kişi Daha Getirmeli mi?

-
Aa
+
a
a
a

Kulis Sesleri’nde bu ay Duncan Macmillan’ın yazdığı Tiyaro İn tarafından sahnelenen Akciğer oyunundaydık.  Oyunu Mehmet Birkiye'nin yönettiği Akciğer Moda Sahnesi'nde sahneleniyor. Bircan Yorulmaz, Kulis Sesleri için oyuncular Nergis Öztürk ve Engin Hepileri ile konuştu.

 

Kulis Sesleri: 17 Ekim 2017
 

Kulis Sesleri: 17 Ekim 2017

podcast servisi: iTunes / RSS

“Seyirciye biz esasen tamamen  farklı bir şey söylemek istiyoruz. Tiyatro gördüğümüzün ya da hayal ettiğimizin çok daha ötesinde bir şey olabilir. Söyleyecek iyi bir sözünüz varsa ve bunu doğru bir duygu ile oluşturabiliyorsanız bunu üçüncü kişiye yani seyirciye ulaştırabilirsiniz.”

 

Merhaba, ilk sorumuz hep aynıdır. Bize Akciğer’i anlatır mısınız? Hikâye nedir? Sizler oyunda kimsiniz?

Engin Hepileri:

Merhaba, hoş geldiniz. “Akciğer” aslında hayatlarını kurmak üzere olan genç bir çiftin yaşam mücadelesi diyebiliriz. Geleceğe dair hayalleri olan, bir erkek bir müzisyenle akademisyen bir kadının başlayan ilişkilerinin ilerlemesi ve daha sonrasında yavaş yavaş bu ilişkinin geleceğe dönük kaygılarla, yaşam kaygılarıyla hayatın içerisindeki hallerini anlatıyoruz. Genel çerçevemize dünyaya bir çocuk getirmek meselesi üzerinden başlıyoruz. Hatta çocukla başlıyor. Bir çocuk yapalım mı yapmayalım mı sorusu ile başlıyor. İki eğitimli insanın hayata bakışı; bu dünyanın içerisinde, bugün yaşadığımız karbon salınımı, çevre problemleri, savaşlar ve daha pek çok problem içerisinde bir bireyi dünyaya getirelim, var edelim mi, yoksa hayır bunu yapmayalım, çocuğa da haksızlık etmeyelim mi, derdi üzerinden başlayıp karşılıklı tartışırlarken buluyoruz. Tabii ki kadınla erkek arasındaki farkı fazlasıyla görüyoruz. Kadının hormonları, erkeğin bu hormonları anlayamayışı üzerinden bizi de güldüren komik taraflarını irdeliyoruz bol bol. Fakat bir süre sonra işin gerçek tarafları da ortaya çıkmaya başlıyor. Bir çocuk yapmaya karar veriliyor. Fakat bu karar verildikten sonra onun da tabii yepyeni serüveni başlıyor. O serüven içinde, hayatın getirdikleri ile oyun içerisinde sürpriz diyebileceğimiz bazı zorluklarla karşılaşıyorlar. Aslında bizim en sevdiğimiz kısmı, Duncan Macmillan bu oyunu dekorsuz, kostümsüz ışık değişimsiz, zamansız ve de mekânsız yazmış. Biz de aynı şekilde Moda Sahnesi’nde Meydan Sahne’de sahneliyoruz. En etkilendiğimiz tarafı da bu. Dolayısıyla zaman geçişleri de hiçbir şekilde efektle ya da herhangi bir dış etkenle verilmeden, doğrudan oyuncunun üzerinden seyirciye aktarılıyor.

Nergis Öztürk:

Uzun bir zaman diliminde oynuyoruz. Yani oyunun başlangıcından bitimine kadar, finalde aslında baya yaşlanmış oluyorlar. Bir ömür gözümüzün önünde bir film şeridi gibi geçiyor. Bir cümlede de zaman değişiyor, bir sayfada da zaman, mekân değişiyor. Temposu hiç düşmeyen zaman atlamaları oluyor. İlk metni okuduğumuzda bunun ne kadar zor olduğunu düşünmüştük. Engin’in bulduğu bir metin bu, hem çok cezbedici, bir o kadar da korkutucu. Prömiyer gününe kadar çok büyük telaşlarımız ve endişelerimiz vardı. Çünkü çok zor, yani tutunabileceğimiz hiçbir şey yok. Görseller ve dekor bize hizmet etmiyor. Oyunculuğumuza destek veren bir dekor değil. Bu sebepten dolayı epey zorlandık ama bunu ilk seyirciyle buluştuğumuz an aştık ve aslında o zaman başladı bizim için. Hala da çok keyifli oynuyoruz.


Ben de onu soracaktım, hikâyede sizi çeken neydi diye, mekânsızlık ve zamansızlık vardı?


Nergiz Öztürk:

Evet, bir oyuncu için çok cezbedici bir şey bu her şeyin sizin elinizde olması. Hem zor ama bir o kadar da cezbedici yanları var.

Engin Hepileri:

Bildiğimiz oyunlarda ne olur? Işık yanar, müzik yavaş yavaş yok olur. Oyuncu repliğe girer ve o sahne oynanır. O sahne 5 sayfada,15 sayfada sürebilir. Bazı oyunlarda tamamı tek sahnede geçer belli bir zamanın içerisinde, belli dekorun, belli koşulların içerisinde, belli bir ışığın içerisinde oynarsınız. Dolayısıyla tüm bu yan etkenler seyirciye inandırıcılık bakımında oyuncuya destek olan faktörlerdir. Fakat bu oyunda o yok. Bu oyunda sadece seyirci ve oyuncu var. Seyirciye biz esasen tamamen farklı bir şey söylemek istiyoruz. Tiyatro gördüğümüzün ya da hayal ettiğimizin çok daha ötesinde bir şey olabilir. Söyleyecek iyi bir sözünüz varsa ve bunu doğru bir duygu ile oluşturabiliyorsanız bunu üçüncü kişiye yani seyirciye ulaştırabilirsiniz. Bu bizim için çok heyecan verici bir çalışma oldu. Öncelikle provalarda Mehmet Hoca ile çalışırken. Yaklaşık 2,5 ay kadar fiili olarak çalıştık. Öncesinde metin çalışmasını kendimiz de yaptık. Nergis’in de söylediği gibi ilk oyun bizim için çok önemliydi, geçen sene yaklaşık 35-40’ın üzerinde oyun oynadık, her biri bambaşka bir lezzet verdi, özellikle seyircinin katılımıyla. Zaten Meydan Sahne’de ortada oynuyoruz. Seyirciler de birbirini görüyorlar.

Nergis Öztürk:

Ne yapsak görüyorlar, nereye dönsek oradalar.

Engin Hepileri:

Kendilerini de görüyorlar. Tam karşılarındaki seyircinin verdiği tepkileri de görüyorlar. Toplu katılıma çok uygun.

Çok fazla sorgulama içeren bir oyun diyebiliriz sanırım.  Önce çocuk yapmanın / yapmamanın gerekçeleri, çevre sorularından başlayarak, karbon ayak izlerini azaltmak için ağaç dikmemize doğru gidip, oradan “ortalama” bir anne baba olmamak için neler yapılması gerektiğine dek çok şey sorgulanıyor.  

Nergis Öztürk:

Kadın doktorasını yapan bir akademisyen, adam bir müzisyen. Zaten bu meseleleri dert edecek iki insan. Elbette ikisini ayrı ayrı kendilerine dair özellikleri de var. Fakat bu çocuk meselesini yani dünyaya bir kişi daha getirmeyi belki daha önce konuşmuşlar, belki hiç konuşmamışlar, belki sadece üzerinden geçmişler, zaten var olan bu kaygıları özellikle çevre ile ilgili, küresel ısınma ile ilgili kaygıları daha önce 10 düşünüyorsa bir anda 100’e vuruyor. Arkasından hepsi üst üste gelmeye başlıyor ve çok hızlı akıyor. Aslında sanki bir bilinç akışı gibi. O yüzden bu kadar hızlı değişimler, o kadar hızlı geçişler oluyor.  Çocuk meselesi önemli.

Engin Hepileri:

Bizler orta yaşlarına gelen insanlar olarak şunu biliyoruz; mesela ben şimdi 40 yaşındayım ve geçmiş 40 yılda çevre ile ilgili neler değişti biliyorum ve bunun sonuçlarını yaşadım ve bundan sonra ne kadar yaşayacaksam belli bir süre içinde neler olabileceğini tahmin edebiliyorum. Ama yeni bir birey getirmek hele ki kendi çocuğunuzu dünyaya getirmek dediğiniz zaman önümüzdeki yüzyıla bakmanız gerekir, sorumluluklarınız daha fazla. Hepimizin daha fazla. O anlamda bencil düşünüp bugün varım yarın yokum demektense, hayır 100 sene sonra dünyaya bakıp ne olacak, ülkenin, kıtanın dışında dünyaya ne olacak? Dünyada insanlara aslen benim çocuğum ya da onun çocukları, torunlarımıza ne bırakıyoruz sorusunun birebir sorgulaması var. Oyunda bu sorgulama iki kişi arasında bazen son derece karamsar bir yerlere ama bazen de bu karamsarlıktan kendini kurtarıp hala yapabileceğimiz bir şeyler var denilen yerlere giden sohbetlerle şenleniyor.

Oyunda çift sık sık “Biz iyi insanlarız” diyor.

Nergis Öztürk:

Değil miyiz? Biz iyi insanlarız bu bizim sorumluluğumuzda değil, diyemiyoruz tabii, hepimizin sorumluluğunda diyoruz.

Engin Hepileri:

Bazen kaçıyorlar, bazen üstlerine gidiyorlar. Çünkü biz iyi insanlarız, bizler iyi insanlarız sorusunu sormaya çalışıyorlar.

Daha genele bakarsak, Tiyatroyu Türkiye’de nasıl buluyorsunuz? Aynı zamansa sinema ve dizi oyuncularısınız, tüm sanat dallarına da bakarak...

Nergis Öztürk:

Çok aydınlık zamanlar yaşamıyoruz özellikle geçen sene. Ama ben çok umutsuz değilim. Çok fazla ekip var, yeni kurulan ekipler var. Üretilen çok fazla oyun var. Bir karamsarlığa doğru gidildikçe, sanırım tarihte de öyledir, kaos ortamlarından çıkmıştır bütün iyi sanat eserleri. Sanırım biz tam da bunu yaşıyoruz. Sadece tiyatro ile ilgi değil, çevrenize baktığınızda, bir sürü sanat galerisi açılıyor, evet kapatılamaya da çalışıyor ama hemen ardından yenileri açılıyor. Bir yılmama durumu var. Mekânlı tiyatro olmak çok zorken, hele ki bu koşullarda bir sürü mekân açılıyor. Hala filmler inatla çekilmeye devam ediyor, çok zor şartlarda ve destekleri alamamalarına karşın. Dünya tarihinde olduğu gibi bizde de tam olarak bu yüzyılın içinde, kaosun içine en güzel sanat eserleri çıkıyor sanıyorum. Bunu biz görmesek de bizden sonraki kuşak sanırım o tarih sayfalarında bizi okuyacaklar, öyle hissediyorum.

Engin Hepileri:

Ben sanatın her zaman var olacağına inanıyorum. Kendi sanatım üzerinden baktığımda, tiyatroda zaten herhangi bir binaya bile ihtiyaç duymadan, bir oyuncu ve bir seyircinin var olması yeterli, müzik de öyle bir şey. Keman çalan bir adam sokağın bir köşesinde sanatını icra ediyorsa, ben onun karşısına geçip yüreğimden bir şeyleri hissediyorsam, onunla bir duygu alışverişine gidiyorsam, işte sanat böyle bir şey. Nergis’in dediğine çok katılıyorum, evet şartlar zor. Ama şartlar zorlaştıkça sanat kendi gücünü daha fazla ortaya koyuyor. Kendi gücünü ortaya koydukça gençler daha fazla heyecanlanıyorlar, daha fazla heyecanlandıkça onlar da üretmek istiyorlar. Ürettikleri şeyle için alternatif mekânlar açıyorlar. Bu alternatif mekânlarda alternatif oyunlar yapıyorlar. Konserler düzenliyorlar, atölyeler yapıyorlar. Bu atölyelerde üretiyorlar. Ve bu hiç bitmeyecek. En güzel tarafı bu, bu bizim en güçlü olduğumuz tarafımız. Evet, bu ülkede sosyo-politik olarak her zaman çok zor günler geçirdik, tarihimize baktığımızda bu hep böyleydi. Ama önemli olan o karamsarlığa düşmeyip, oradan kendimizi çıkartıp ne üretebilirim, ne yapabilirim demek, kendimizi iyi hissetmek için, birileri için değil. Daha ilerisi için ne yapabilirimi düşünmek. O yüzden bu pozitif düşünce sanata her zaman bir katkı sağlayacaktır. Ben Türkiye’de bunun olduğunu görüyorum. Bu anlamda çok sevinçli ve mutluyum.

Beraber ya da ayrı başka projeleriniz de var mı? Yeni projeler de olacak mı?

Nergis Öztürk:

Benim eşim Cemal Toktaş’la beraber açtığımız bir mekânımız var; “Taşra Kabare”. Bu sene orada bir oyun yaptık Düşperest diye. Çok yeni, birkaç oyun sahneledik henüz. Ona devam ediyorum,

 

Engin Hepileri:

Ben de “39 Basamak”a devam ediyorum Zorlu PSM’de. Bizim de iki sene önce konservatuardan arkadaşlarla kurduğumuz bir toplulukla. O da bu sene 3. sezonuna giriyor, güzel de gidiyor. Seyircinin ilgisi de çok iyi. Burada olduğu gibi dolu salonlara oynuyoruz. Nergis’le bu 3. projemiz, yenileri de olacaktır.

Akciğer’in belirlenmiş oyun tarihlerini de söyleyerek bitirelim isterseniz

Engin Hepileri:

Program yayınladığı günlerde oyunlarımız var. Arkasından 6 ve 27 Kasım’da Moda Sahnesi’ndeyiz. Sezon boyunca da ayda iki pazartesi olmak üzere Moda Sahnesi’nde olacağız. www.modasahnesi.com adresinden de takip edilebilir.

Teşekkürler



Yazan: Duncan Macmillan

Çeviren: Barış Arman

Yöneten: Mehmet Birkiye

Işık ve Dekor tasarımı: Cem Yılmazer

Kostüm tasarımı: Şirin Dağtekin

Yapım Koordinatörü ve Yönetmen Yardımcısı: Zeynep Balkan

Yapım Sorumlusu, tanıtım ve sosyal medya: Beyza Şekerci

Oyun Fotoğrafları: Mehmet Çakıcı

Reji asistanları: Ömer Güneş, Doğa Halis

Sahne amiri: Musa Can Pekcan

Işık uygulama: Ataberk Öge

Oynayanlar: Nergis Öztürk, Engin Hepileri