Açık Gazete'de Ali Bilge'yle söyleşi: Yerel yönetim düzenlemeleri

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle konumuz 'Yerel yönetim düzenlemeleri'.

Fotoğraf: Sabah
Ekonomi Politik: 11 Mart 2019
 

Ekonomi Politik: 11 Mart 2019

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali bey!

Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, günaydın Can, günaydın Selahattin! Tüm ekibe merhaba!

Can Tonbil: Günaydın Ali bey, merhaba! İyi haftalar!

AB: Malum yerel seçimlere yaklaşıyoruz, bugün üzerinde durmak istediğim hususlardan biri şu: Türkiye’de 2012 yılında yerel yönetim sistemine ilişkin önemli değişiklikler olmuştu. 2014 yılı yerel seçimlerine bu yasa değişikliğiyle girdik. Yasa ile mahalli idarelerde köklü değişiklikler yapılmıştı, 2014 yerel seçimlerinden sonra bu değişiklikler uygulamaya girdi. İşte bu değişiklikler uygulamaya geçildikten sonraki ilk yerel seçimler (Mart 2019), önümüzde yapılacak olan yerel seçimler. Bu değişiklilere bir bakalım, neydi bu değişiklikler? Aslında, Türkiye’de rejim değişikliğinin başlangıcının, 2012 yılında mahalli idarelerin, mülki idarelerin yapısına ve işleyişine ilişkin 6360 sayılı yasa ile getirilen değişiklikler olduğunu düşünüyorum. Bu değişikliklerden sonra yaşanan Gezi olayları akabinde gelen anti demokratik yasalarla  ve demokratik olmayan anayasanın kabulüyle Türkiye, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen kuvvetler birliği rejimine, tek adam rejimine geçti.

Geçen 5 yılda pek çok seçim oldu, referandum oldu, ancak otoriter rejime geçişin başlangıcını 2012 yılında yerel yönetimlere, mülki idare yapısına yönelik bu önemli değişikliklere getirmek pekala mümkün. Aslında, büyükşehir, bütün şehir isimleriyle anılan, yerel yönetim sistemini önemli değişikliklere uğratan uygulamanın sonuçlarını da ay sonunda yapılacak seçimlerde göreceğiz. 2012 yılında 6360 sayılı kanunla yapılan yerel yönetimlere ilişkin değişiklikler daha sonra yapılan anayasa içerisine nakşedildi. 2012 yılında çıkan ve 2014’le birlikte uygulamaya geçen kanun; büyükşehir modellemesini, Türkiye’de 80’li yıllarda başlayan büyükşehir alanını genişletti. Büyükşehir belediye alanı aslında mülki idare sınırlarıyla yani il sınırlarıyla tanımlanır oldu. Buna bütün şehir ismi de veriliyor, değişiklikle büyükşehir tanımı da, kapsamı da genişletildi, sayısı da artırıldı, 30 il büyükşehir oldu. Türkiye’de 81 il var, 30 il büyükşehir kapsamına alındı. Kapsama alınmasıyla birlikte, büyükşehri sınırları içinde, 30 ilde nüfusumuzun %85’i yaşamaya başladı.

Bir anda yasal düzenlemeyle kırsal nüfus, köy nüfusu azaldı Türkiye’de. Bunun getirdiği pek çok husus var, yani kağıt üzerinde şehirde ancak kırda yaşayan, köyde yaşayan nüfusumuz yüzde 10’a düştü, eskiden köy ve kır sayılan yelerde mahalleler oluşmaya başladı, bu kesimde kent nüfusunun içerisinde sayılmaya başladı. Mülki idare sistemi geçen 5 yılda yapılan değişikliklerle idare edildi. Nüfus dağılımı böyle, bir de yüzölçümüne bakalım. Türkiye’nin yüzölçümü, - bizim çocukluğumuzda dağları ölçmüyorlarmış o yüzden dağları ölçünce - 785.347 kilometre kare, 30 büyükşehir 380.300 kilometre karesine karşılık geliyor. Neredeyse yarı yarıya bir alan. Dünya ölçülerinde büyük kalan bir rakam, köy ve kent yüzölçümleri açısından.

ÖM: Dağları niye ölçmüyorlarmış?

CT: Ben de onu soracaktım; dağları adam yerine koymadıklarından mı acaba?

AB: İlkokulda ezberletmişlerdi, aklımda kalan yüz ölçümü daha az, daha sonra yani bu ölçme biçimleri değişmiş..

ÖM: Dağlar bizimdir!

AB: Evet o zaman belki dağlara düşmandı Türkiye, onun için hesaba katmıyordu! Yasa değişikliği sonucunda neler oldu? Kırsal nüfus kent nüfusu olarak kabul edildi, kırsal yerleşim birimlerine büyükşehir belediyeleri hizmet vermeye başladı. Küçük belediyeler kapandı, kalan  51 ilde durum sabitlendi, buralarda da nüfusu 2 binden az belde belediyeleri köye dönüştürüldü. Köy tanımı orada devam etti ama büyükşehir olan 30 ildeki köyler mahalleye dönüştü, çünkü yerel yönetim-belediye  ölçeği büyüdü. Tabii bunun mali ve bütçesel tarafları da var, büyükşehirlere daha çok pay ayrılır hale geldi. Bir taraftan merkezi yönetim, valilik – özel idareler tarafı da değişikliğe uğradı. 2 tane idare var biliyorsunuz; bir valilik bir de belediye başkanlığı. Mülki idarenin, yani merkezi yönetimin ağırlığının belli alanlarda azaldığına tanık olmakla birlikte, onların da telafi edildiğini görüyoruz, aslında bu düzenlemeler bir demokratikleşme hamlesi gibi gösterilmişti o dönemde, bölgeselleşme ve yerelleşme deniyordu. Tam tersi durumlarla karşı karşıya kaldık. Mesela kaldırılan özel idarelerin yerine yeni organlar getirildi. İllerde harcamaların büyük bir bölümünü büyükşehir belediyeleri tarafından yapılıyor ama yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıkları valilik bünyesinde oluşturuldu. Nüfusu 750 binden fazla iller, büyükşehir belediye kapsamına alındı bu düzenlemeyle. Hatta son yıllarda, kalan 51 ilin de bütün şehir-büyükşehir kapsamına alınması tasarıları hazırlandı ama bu otoriter ittifakın bir tarafı istemedi bunu. Hani bir ara bozuldu da MHP ile ilişkiler, MHP istemedi bu genişlemeyi..

2012’de yapılan yerel yönetim düzenlemeleri, o dönem geçerli olan 1982 Anayasası'na göre bu yapılan düzenlemeleri - ki Kemal Gözler de bunun üzerinde önemli ölçüde duran hukukçulardan biridir- anayasaya aykırı bulan pek çok hukukçu oldu. Çünkü köy, ilçe ve il özellikleri farklıdır, anayasa da yerelliğin özelliğine göre kurulmuş yönetim birimleriyle hizmetlerin karşılanması ve öngörülmesine karşın, yeni düzenlemenin bu hususu yerine getirmesinin zorluğuna dikkat çekildi. Bir il düşünün, 100 kilometre ötedeki ilçeye hizmet götürmek durumunda, oradaki köyler mahalleye dönüşüyor, bu hizmetin karşılanması açısından da belli problemleri içereceği, hatta bunun anayasaya aykırılığı da tartışıldı ama o anayasa bugün yok.

CT: Dinleyicilerimizden bazıları da dava açan belediyelerin belde olarak kaldığından bahsediyorlar, bunu hatırlatıyorlar.

AB: Mümkündür, yani bu konudaki daha sonraki hukuki gelişmeyi yeterince bilmiyorum ama düzenleme bu şekilde oldu. Biz bu düzenlemeyle 2014 seçimlerine girdik, uygulama da 2014’ten seçimlerinden sonra başladı. Zaten dağın başında falanca mahallesi diye tabelalar görüyoruz, aslında bir köy orası, tüzel kişiliği olmayan yerler oldu. Eskiden ihtiyar heyeti olan yerlerdi buralar, şimdi yok. Muhtarların ciddi  görev ve yetkileri vardı. Şimdi bu yapının yerini büyükşehir organları aldı. Muhtarların, ihtiyar heyetlerinin, belde belediyelerin gibi yerel organların inisiyatifi kalktı, karar veren merkez daha uzak bir  yere ve kuruma, yani büyükşehir belediyesine geçti..

Büyükşehir organları 100 kilometre ötedeki köye/mahalleye karar vermek zorunda, onları yönetmek durumunda. Aslında karar alma mekanizmaları açısından halkın katılımı azaltıldı. Yeni yapılanma bölgeselleşme, yerelleşme gibi aktarıldı ancak vatandaşın karar alma sürecindeki durumu zayıfladı.

Bu meselenin mali  tarafı da var.. Mesela vergi, resim ve harçlarla ilgili hususlar var. Büyükşehir sınırları genişleyince köylerde muaf olan pek çok husus kapsam dahiline girmeye başladı. Emlak vergisi, çevre vergisi gibi geçici hükümlerle önce bunlara muafiyet getirdiler. İlk iki yıl sonra, üç yıl daha uzatıldı bildiğim kadarıyla. Diğer bir husus da su meselesiydi, adamı sen kente katıyorsun mahalle diyorsun ama adam kırsal kesimde tarım yapıyor, ödediği su faturası şehre göre endekslendi, ama sonra azaltıldı. Ancak eskiye göre yükümlülüğü arttı - ki Türkiye’de sulama ve içme suyunun, toplam suyun yüzde 75’i tarımda kullanılır. Büyükşehire katılan nüfusun, vergi alanı genişlemiş oldu, aynı zamanda da su gibi, kanalizasyon gibi katılım paylarını ödemekle de yükümlülüğü oldu. Tarımsal üretimdeki yetersizliğin arkasında suyun bu kesimler için fiyatının artması var mı diye bakmakta fayda var. Bugün patates ithalatı gümrüğü sıfırlanmış. Ülkemiz patates ithal edecek.

CT: Evet, patatese gümrük vergisi yokmuş, gümrük vergisi patates olacakmış bundan sonra!

AB: Tarımdaki gerilemede bu idari yapılanmanın payı olduğunu düşünüyorum bir gazeteci olarak. Ölçmüş değilim, bir akademik çalışmaya dayanıyor değilim ama, akademinin yapması gereken bir çalışma bu; mahalli idare düzenlemelerinin, yeni yapılanmanın kır nüfusu üzerindeki sonuçlarına bakmak lazım. Sosyal sonuçları var, kültürel sonuçları var, ekonomik sonuçları var, bu konuda bir çalışmaya rastlamadım. Bir ölçme yapıldığı kanaatinde değilim. Çünkü akademisyenler dışarıdan parayla tez ve makale yaptırıyor, dünya üçüncüsüyüz. Eskiden Devlet Planlama Teşkilatımız (DPT) vardı, beğenmesek de iyi kötü bu tür çalışmaları yapan bir organizasyondu, bugün o da yok.

ÖM: Evet, sosyologlara da çok ihtiyaç var. Şimdi tamamen herhangi bir bilgiye dayanmadan ama T24’te yer alan bir haber üzerinden bir ufak ilavede bulunacağım. Karaman’da bir olay olmuş mesela, bunun sosyo ekonomik sonuçları da dediğinizle bağlantılı olabilir. Çiftçi Mikail Dural koyun otlatmak için kiraladığı arsanın sahibiyle av tüfeğiyle vurularak öldürülmüş tartışılınca. Olay 4 Mart Pazartesi günü olmuş.

CT: Karaman’ın koyunu!

ÖM: Evet aynen öyle, Karaman’da Çakırbağ köyü Esentepe mahallesinde çiftçi evinin karşısındaki araziyi koyun otlatmak için kiralayan Mikail Dural’a “Evimin karşısında koyun otlatmanı istemiyorum, buna izin vermeyeceğim” demiş iddiaya göre. Dural da araziyi kiraladığını söylemiş ve dehşet verici bir videosu da var. Bunun üzerine ikili arasında tartışma çıkıyor, kısa sürede büyüyor, kadınlar arasında da kavga oluyor. Sonra evinden aldığı av tüfeğiyle Mikail Dural’a üç el ateş ediyor ve öldürüyor. Trajediyi katlayan boyutu da şu, öldürüldüğü anı kendi cep telefonuna kaydetmiş kendisi “Sık ulan sık” diyor, ondan sonra da öbürü de sıkıyor, görüyoruz yani videoda sıktığını, sesini de duyuyoruz, sonra dağılıyor video. Böyle bir şey, yani katilini çekmiş. Ondan sonra da evin taşlanması filan gibi büyük bir toplumsal şiddete, yoğun bir çatışmaya yol açıyor. Jandarma evi yakmak için molotof kokteyli hazırlayan altı kişiyi gözaltına alıyor filan. Bu da tarımdaki ve kırsal alandaki çok ciddi bir anomik durumu da ortaya koymuyor mu acaba?

AB: Elbette, 2012 düzenlemeleri 2014’ten sonra hayata geçti, 2019’a kadar uygulamanın sonuçlarını merak ediyorum. Sadece gözlemlere dayalı, ekonomik aktivitenin bize sunduğu veriler çerçevesi içerisinde analiz yapma alanım var ama bunu her anlamda irdelenmesi gerekiyor. Bir; mülki idare düzenlemelerinin rejim değişikliğiyle eklemlenmesi, Türkiye’de otoriter bir rejime geçilmesi ve otoriter yerel yönetim anlayışının da bununla eklemlenmesi, buna bakmak lazım. İkincisi, bir anda kırsal nüfusunuzu bu şekilde azaltırsanız  pek çok sonucu karşınıza çıkacaktır. Ki bu düzenlemenin esas amacı neydi, onun da altını çizelim, şehirleri kaybetme korkusu, yerel yönetimleri büyükşehirlerde kaybetme korkusuydu. İktidar öncelikle kırsal kesimde kendisine bağlı oyları konsolide etmek için bu yasa çıkarıldı. Aynı AKP hatırladığım kadarıyla 2004 ya da 2006’da büyükşehir belediyesi olma düzenlemelerini zorlaştırıcı önlemler almıştı. 2009 yerel seçimlerinde önemli ölçüde bir oy kaybetmişti, 2014'de de kaybetmek istemedi. Adam Elmalı’nın köyünde oturuyor, Antalya büyükşehir belediye başkanını seçiyor, bu düzenlemenin amacı köylerde ve kırlardaki AKP’nin illüzyonundaki oyları zayıf olduğu merkezlerle  konsolide etmekti.

ÖM: Tabii demokrasinin en temel kurallarından biri sayılan adem-i merkeziyetçiliği, yerinden yönetimi de tamamen ortadan kaldıran ve dikine, yatay bir şey yerine dikey hiyerarşik bir yapı kuran da bir düzenleme aynı zamanda.

AB: Evet. Bakın burada köy muhtarlarının gücü azaldı, ihtiyar heyetleri yok. Muhtarlar saraya niye toplanıyor zannediyorsunuz? Bence bununla bir paralellik de var, hem zayıflamayı önlemeye dönük. Hem de hiyerarşiyi dikey şekilde vurgulamak için. 

Düzenlemeler sonucunda neler yaşanıyor? Bir kere vatandaşı kağıt üzerinde kentlileştiriyorsun, büyükşehire gelmeye de itiyorsun. Kırda yaşam bir anlamda zorlaşıyor, memurlaştırılan bir kırsal nüfus da var; ayda 400 lira sosyal yardım, yeşil kart, vs. adam tarla ekmekten de uzaklaşıyor. Ekmek, tarım zaten pahalı bir şey haline geliyor, su pahalanıyor, kent nüfusu gibi katılmak durumdasınız, kırsal üretici olmaktan, tarımdan ve topraktan kopmaya başlıyorsunuz. Sınırlar genişliyor büyükşehir olunca. Bunun sosyo ekonomik kültürel sonuçları muhakkak ki var, geçen bu beş yıl içerisinde etkileri tarımsal üretimde görülüyor, nitelik, sahiplik gibi hususlarda görüyoruz, oralarda daha çok kiralamalar usulüyle başka illilerden gelenler, şirketleşme, yabancı sermayeyi görüyoruz. Ormanlar güneyde niye yanıyor? Sera arazileri açılıyor oralarda ve arkasını kurcaladığınızda büyük tarım şirketleri, hatta yabancı şirketlerin oradaki üretimleri aldığına tanık oluyoruz. Bunun ciddi sonuçları var, diğer mesele da maden ruhsatlarıyla ilgili. Burada eskiden il özel idarelerinin yetkileri vardı, tüzel kişiliği kaldırıldığı için karar makamı da tek adamlığa dönüyor, maden sahası genişlemesiyle de mahalli idare yapılanması arasında bir ilişki olduğunu düşünmeden geçemiyorum. Siyasal sonuçlarını da bu seçimlerde göreceğiz özetle.

ÖM: Cumhurbaşkanı Erdoğan da İstanbul’a göçün üzerinde durulması gereken olumsuz yönleri de olabileceğini söyleyen bir konuşma yapmıştı.

AB: Ne denir buna, günaydın mı denir?

ÖM: Akşam yemeğinden sonra ‘Günaydın’ diyor Frenkler.

CT: Öyle mi?

AB: Öyle mi? Güzel.

ÖM: Goodmorningaftersupper.

AB: Son yemekte mi deniyor? Ayrıca geçen 5 yılda Suriye göçü de yedik, resmi rakamlara göre 4 milyona yakın, insanlar da buralara yerleştiler. Küba’da bile ben Suriyeliye rastladım.

CT: Kübalıların neyi eksik?

AB: Evet, Suriye’den hayatlar oraya kadar ulaşmış.

CT: Ne kadar trajik.

AB: Orman köylerinin durumu ayrı bir konu, adam dağın başında mahalle oluyor, dolayısıyla bu hizmet ilişkisi ayrı bir mesele. Bunların ölçülmesi, bakılması lazım ama muhalefette böyle bir şey görmüyoruz; yerel yönetimlere bu perspektiften bakmak lazım. Bu değişimin neler yarattığına bakmak lazım. Siyasal yönelim açısından hala o bölgelerin AKP illüzyonunda olduğunu görebiliyoruz, çünkü Türkiye’de geçen 17 yıl içerisinde bu kırsal nüfus memurlaştırıldı, iane tipi çeşitli katkılarla, fonlardan verilen minik maaşlarla, kömür yardımları vb. ile insanlar devlete bağımlı hale geldi, tarımdan da koptu. Hem bu idari yapılanma, hem ekonomik sorunlar, hem de sözde sosyal yardım paketleriyle, ianeyle uyuşturulan, maaşa tabi, hukuken kentli, tarımdan kopma sürecinde olan bir kırsal nüfus oluştu. Sözde yapılan bu yardımlar, sosyal hizmet, sosyal politika adı altında yapılsa bile bir ulufe dağıtımı gibi, iane gibi merkeze bağımlılık yaratan bir şekildedir. Köy eskiden yetiştirdiğini tüketirdi, insanlar marketlerden alışveriş eder hale dönüştü, köy nüfusu da kalmadı. Bugün köylere gittiğinizde insan görmek için bayağı dolaşmanız gerekiyor. Önümüzdeki seçimlerde siyasal sonuçları biraz  karşımıza çıkacak; sosyal, kültürel ve ekonomik sonuçlarını bir zahmet ölçmeye başlamamız gerekiyor.

ÖM: Şimdiden de çıkıyor yani öldürüldüğü anı cep telefonuna kaydeden bir insan herhalde dünya tarihinde çok sık rastlanan olaylardan biri değildir ‘kendi katilini kendin çek’. Ondan sonraki çatışmaların ortamı da feci, tam bir kırsal ortamda evlerin taşlanması ve yakılması teşebbüsleri filan. İki komşudan bahsediyoruz yani! Çok vahim bir durumdan da bahsediyoruz aynı zamanda.

AB: Türk tarımında köylüsü üzerine, kırsal nüfus üzerine neoliberal politikalarla birlikte bu değişimi ele almak ve bu kodları ortaya koymak, nelerin değiştiğini görmek gerekiyor, üretim biçimi insan ilişkilerini belirliyor; komşuluk ilişkilerini belirliyor, düşmanlıkları belirliyor.

ÖM: Sosyolojinin kurucusu Émile Durkheim’a geri dönüyoruz işte150 yıllık geri dönüş yaparak.

AB: Jean-Jacques Rousseau’ya da dönüyoruz değil mi?

ÖM: Evet.

AB: İçinde bulunduğumuz durum geri dönüşleri gerektiriyor. Bu yerel seçimlere gidiyoruz da nasıl bir model uygulanıyor memleketin idari yapısında, buna bakmayı ihmal etmemek lazım, ki memleketin ilk idari yapı düzenlemesi, ilk nizamname 1864 yılındadır. Ondan bu yana yapılan değişiklikler elbette oldu ama 2012 köklü bir düzenlemedir. Bir anda köy nüfusunuzun, kır nüfusunuzun neredeyse yüzde 15’ini kentlileştiriyorsunuz kağıt üzerinde. Yeni devlet- belediye-vatandaş ilişkileri başlıyor.

Diğer bir husus da bugün Türkiye ekonomisi için büyüme rakamı açıklanacak, resesyonun etkisini görmüş olacağız, durgunluğu bu son çeyrek dönem rakamları gösterecek. Bir taraftan da işsizlik rakamları açıklanıyor, analizler yapılıyor. Ben birkaç rakam vererek programı tamamlayayım. Hem dünyadan hem Türkiye’den. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün yaptığı çalışmaya göre, dünyada çalışan nüfusun içinde yer alan 3.3 milyar kişinin büyük bir kısmı sağlık, güvenlik ve eşitlik fırsatlarına sahip değilmiş. Kadınların yüzde 48’i, erkeklerin 75’i çalışma hayatında, iş gücüne katılmış durumda. 700 milyon kişi çok çok kötü şartlarda çalışıyor dünyamızda. Dünya nüfusu 7,7 galiba değil mi? Bu nüfusun 2 milyarı kayıt dışı çalışıyormuş.

ÖM: 2 milyarı?!

CT: Kayıt dışı?!

AB: Evet.

ÖM: Burada tabii çocukları, yaşlıları, hastaları dışarıda bırakırsak o zaman yarısı filan demek kayıt dışı.

AB: Evet. Bu da zaten istihdam piyasasının yüzde 61’ine denk düşüyor.

ÖM: İşte tahmin ediyorum ben de, az söylemişim, yüzde 61 evet.

AB: Toplam istihdam piyasasına katılım yaş aralığı normal şartlarda 15-64 yaş arasıdır bildiğim kadarıyla.

CT: Bu rakama büyük CEO’lar, büyük şirketlerin vergi vermemek için yaptıkları çeşitli manevralar yapan kişiler de dahil mi?

ÖM: Hayır o kayıt dışı başka kayıt dışı.

CT: Ama kayıt dışı sonuçta!

AB: Vergi kayıt dışı onlarda.

ÖM: Vergi kayıt dışı, o sayılmaz!

AB: Bu İLO’nun rakamı, bir de 172 milyon kişi de işsizmiş şu anda. Yani “Ben çalışmak istiyorum” diyen kişiler, ümidini kesenler var ayrıca biliyorsunuz.

ÖM: Evet onlar katılmıyor hesaba.

AB: Türkiye OECD ülkeleri içerisinde işgücüne katılım oranı kadınlarda en düşük ülke, kadınlar iş gücüne katılmıyorlar, yoklar. Bir ülkenin gelişmişliği ölçülürken kadının iş gücüne katılım oranı önemlidir. Yani kadınların katılmadığı, sayılmadığı da bir anlamda bu rakamın içinde gizlidir. Bu da Türkiye’nin  değişmeyen rakamlarından biridir, kadının istihdamda adı yoktur yani. Zaten toplam istihdamda da Türkiye OECD rakamlarına göre, sıralamasına göre -15-64 yaş grubu- yüzde 51,8 ile sıralamada sonuncu. Bizden sonra Yunanistan geliyor, İtalya geliyor. Zaten işsizlik rakamları da ortada, Türkiye’nin içinde bulunduğu resesyonist ortam işsizliği arttırdı, zaten sağımızda solumuzda bunu hemen görebiliyorsunuz. OECD Türkiye büyüme tahminini düşürdü , 2019’da tahminlerin de azalttı. Daralma, eksilere doğru hızla gidiyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu otoriter rejim, otoriter iktisadi önlemlerini dayatıyor. Otoriter rejimin nasıl müdahalelerde bulunduğunu geçen hafta anlatmıştık, “Konkordatoları kabul etmiyoruz” diyor, “Mahkemeler konkordato taleplerini kabul etmesin” diyor, konkordato sayısı düşüyor. Bankaların bilançolarına müdahale ediyor, “Kredi hacminizi yüzde 15 yükselteceksiniz!” diyor, adam “Yok para” diyor, “Faizleri düşür” diyor.  Türkiye ekonomisinde tanzim satışlarla ilgili düzenleme yapıyor. En son duyduğum, yerel seçimlerin hemen sonrasında perakende yasası çıkarılması planlanıyormuş. Bu perakende yasasına göre marketlerin hangi sokakta nerede açılacağına devlet karar verecekmiş.

ÖM: Serbest piyasa ekonomisi kalkıyor o zaman?

CT: Nasıl yani? Mesela ben market açmak istiyorum, nerede açacağıma devlet mi karar verecek?

AB: Açamazsın kardeşim!

CT: Niye?

AB: Buna devlet karar verecek. Sabah gazetesindeki habere bakın.

CT: Sadece bakkal için geçerli bu değil mi? Sebze, meyve, manav değil değil mi?

AB: Şu anda bakkal için, market diyor, marketle bakkal aynı değil mi?

CT: Komünizm mi geliyor?

AB: Vallahi buna faşizm de diyebilirsiniz hiç çekinmeden.

CT: Ondan sonra sosyalizm de bir şekilde

ÖM: Nasyonel sosyalizm.

AB: Anlattım mı bilmiyorum, Küba’da bir kadın diyordu ki “İneğim yaşlandı, bunu ne zaman keseceğime devlet karar veriyor, bu olmaz!”

CT: Gerçekmiş demek o!

AB: Devlet “Yumurtayı saat 4’te satmaya başlanacağını söylüyor, hava 5’e kadar çok sıcak, yumurta bozuluyor” diyor. Otoriter rejim böyle bir  şey. Vallahi ben Sabah gazetesinden Pınar Çelik’in yalancısıyım. Haber Sabah’ta.

ÖM: Ben o zaman kapatıyorum! Sübjektif samimiyete girer bunlar, ben yeni bir şey daha öneriyorum, bizim her zaman geçerli olan bir sloganımız var BBOA yani 'Bize bir şey olmaz Ali bey’ diye. O sondaki A bu sefer Ali bey olarak. Çok teşekkürler.

AB: Tamam o zaman, iyi haftalar, hoşça kalın.

CT: Görüşmek üzere.