Açık Gazete'de Ali Bilge ile 'Ekonomi Politik': Seçim ve demokrasi

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle konumuz seçim ve demokrasi.

Fotoğraf: Reuters
Ekonomi Politik: 6 Mayıs 2019
 

Ekonomi Politik: 6 Mayıs 2019

podcast servisi: iTunes / RSS

(6 Mayıs 2019 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydın Ali bey.

 

Ali Bilge: Günaydın.

 

Can Tonbil: Günaydın Ali bey.

 

AB: Bütün ekibe, herkese merhaba, Selahattin’e, Didem’e herkese merhaba.

 

ÖM: Merhabalar. Yeni dönemimiz de bugün başlıyor.

 

AB: Öyle mi?

 

ÖM: Evet, bugün yeni dönemdeyiz. Bu dönem kapandığında da tam 25 yaşını geride bırakmış olacağız Kasım’da.

 

AB: Hem Hıdrellez bugün, hem yeni dönem, hem de büyük bir acının anması var Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmelerinin de 47.yılı

 

ÖM: Biz de bir şey yapmaya çalıştık zaten, haber sıralaması bizim için tayin edici önemde ve yeni yayın dönemini mi ilk haber yapalım yoksa dünyada medeniyetin bütün canlıların aleminin sonu raporu yayınlanıyor bugün Birleşmiş Milletler ’in, yoksa demokrasi yol ayrımında seçimleri mi yapalım, yoksa şampiyonluk yarışında heyecanlı bekleyiş mi onu mu yapalım diye ve karar verdik diğerlerini size bırakıyoruz, yeni yayın dönemiyle şampiyonluk bizde!

 

AB: Bugün çok kritik bir gün. Türkiye’de siyasi hayatın ne kadar güvensiz olduğunun altını çizerek başlayalım. Birincisi, 40.gününe yaklaşmış bir yerel seçimin, dünyanın en büyük metropollerinden İstanbul’un seçim sonuçları hala kesinleşmedi, açıklanmadı. İkincisi, geçen süre içerisinde siyasi hayatın en önemli unsuru olan ana muhalefet partisinin lideri öldürülmeye kalkışıldı. Kemal Kılıçdaroğlu’nu o linç girişiminde kaybetmiş olabilirdik. Gözümüzün önünde cereyan etti bu olaylar. Traji komik başvurularla 40.güne kadar uzatılan il seçim kurulu tarafından ilan edilmiş ancak Yüksek Seçim Kurulu tarafından ilan edilmemiş İstanbul seçim sonuçları ile karşı karşıyayız, itirazlarla hep süre uzatıldı. Siyasi hayat her açıdan güvensiz, hem can güvenliği yok, hem de hukuk güvenliği yok . Evet Türkiye’de seçimler yapılıyor ama demokratik değil, güvenli bir ortam içerisinde yapamıyorsunuz seçimleri, iktidara çalışan bir yüksek yargı bulunuyor. Bir yüksek yargı organı olan YSK, iktidarın kuşatmasıyla karşı karşıya. Tarafsız ve bağımsız değil.

Biliyorsunuz 2018 seçim sonuçlarınada müdahale edilmişti, YSK’nın seçim kanununa aykırı olarak mühürsüz zarfların ve oy pusulalarının kabul etmesiyle seçim sonuçları değişti Türkiye’de. YSK’nin sicilini saymakla bitiremeyiz. 2018’de, aynı zamanda anayasanın amir bir hükmü vardı, o amir hükmü diyordu ki “Seçim kanunu seçimlere 1 yıl kala değiştirilirse o değişiklikler yapılacak ilk seçimlerde uygulanmaz”. YSK anayasaya aykırı olarak, yapılan değişiklikleri seçimlerde uyguladı. Seçim kanununda seçimlere 1 yıl kala bir değişiklik söz konusu olursa bu değişiklikler yapılacak seçimlerde uygulanmaz diyordu anayasa , böyle bir hükme rağmen AKP-MHP’nin çıkarttığı yasayı uyguladı. Kim uyguladı? Şu anki başkan ve hâkim üyeler, sonra ne oldu? Bu üyelerin biten görev süreleri bir ödül gibi uzatıldı, yani iktidardan gelen baskılar sonucunda istifa edip ayrılmadılar bu kişiler, ödüllendirildiler Aynı zamanda YSK başkanı yani yüksek hakim Güven, geçen sene -1 sene bile olmadı- “ben bir imam hatip ruhuyum, bu ruh zafer kazanmıştır!” diye kendi mezun olduğu okulda bir konuşma yaptı.

 

ÖM: Adı Sadi Güven’di değil mi?

 

AB: Evet. Aynı benzer imam hatipli ruhunu geçtiğimiz haftalarda seçim şokunu atlatmaya çalışan Erdoğan’da gördük “İmam hatip bir davadır” dedi. “İmam hatipli arkadaşlarım dava adamlarıdır!” dedi. "Bulundukları her yerde, çalıştıkları yerlerde, dava adamlıklarını sürdürmek durumundadırlar!” dedi. “İmam hatip ruhu her yerde geçerlidir, davadan ayrılanlar olabilir, bunlar dikkat etsinler!” dedi. “İmam Hatipli dava arkadaşlarımda bir sarsıntı görüyorum, bu sarsıntı olmasın!” dedi. İmam hatip ruhu ve imam hatiplinin dava adamlığı , Türkiye bürokrasisinde, yargısında, medyasında, siyasi hayatın her alanında karşı karşıya kaldığımız bir durum. Bu siyasi hayat kendisinden olmayanı düşman gören dışlayıcı bir durumda, yani en canlı örneğini linç girişimiyle karşı karşıya kalan ana muhalefet partisinin liderine karşı iktidar bloğunun yaklaşımında gördük; bir “Geçmiş olsun!” bile demediler. YSK’mızın sicili böyle. Seçimlere ilişkin Stalin’e atfedilen bir söz var, diyor ki “Oy veren değil sayan önemlidir”. YSK oy sayan bir kurumdur ..

Şimdi geçen 40 gün boyunca oyu sayan ve itirazları değerlendiren YSK performansına baktığımızda KHK meselesi karşımıza çıkıyor, başlı başına bir hukuk katlidir, ayıptır. KHK’dan kamu görevine son verilen kişilerin belediye başkanı adayı olmasına itiraz etmeyen YSK, belediye başkanı seçildikten sonra onların elinden başkanlığı aldı ve ikinci gelen partinin temsilcisine başkanlığı verdi. Bu insanların aday olmasına itiraz etmeyen YSK, ki o da afaki bir durum, çünkü KHK ile kamu görevinden alınıyor, bir yargılama yok, hırsızlık yaptıklarından değil, yayınladıkları bir bildiriden dolayı görevlerinden alınıyor, görevlerinden uzaklaştırılıyorlar. Bunları alt alta sıraladığımızda yani “Oyu veren değil sayan önemlidir” sözünü de göz önünde bulundurarak devam edelim; AKP ve Erdoğan’ın son yıllarda Türkiye’de seçim kanunlarına ilişkin, rejim değişikliğine ilişkin en büyük esin kaynağının, Rusya ve Azerbaycan olduğunu düşünüyorum. Rusya ve Azerbaycan seçimlerinde yaşananlar muazzam bir ilham kaynağı oluyor Erdoğan’a. ‘Dostum Putin ve kardeşim de İlham’ olunca, buradaki sistemleri biraz modifiye ediyorsunuz ve ülkenizde uyguluyorsunuz. Rusya ve Azerbaycan emsal değer oluyor Erdoağan’a . Otoriter rejimlerinin ve ona uygun siyasal parti yapılandırmalarının, ona uygun seçim katakullilerinin, itirazların, müesseselerin çok benzer olduğunu göreceksiniz. Yan yana 3 tane sütun açın, Rusya seçimleri, Azerbaycan seçimleri, Türkiye seçimleri diye, olan biteni yazın, son 15 yılı bir karşılaştırın. O kadar çok benzer, ortak şey göreceksiniz ki…

Türkiye’de yargı demokratik ve bağımsız bir yargı olmaktan çıkmışsa, yüksek yargının en önemli bileşenlerinden birisi olan YSK’nın seçime ilişkin performansı da buysa, YSK ‘nın iktidar organı isteği doğrultusunda aldığı kararların birkaçını sıralayabildik hepsini hatırlatmaya vaktimiz yok. İşte böyle bir ortamda siyasi hayatınız güvensizlik içerisindedir. İşte 40 gün seçim sonuçları ilan edilemiyor, ana muhalefet liderine bir linç girişimi var ve seçim sonuçlarına yönelik inanılmaz ve hukuk dışı itirazlar var, hukuk dışı alınan kararlar var. YSK bile, ‘İtirazlarınız hiç inandırıcı değil, inandırıcı bir itiraz getirin iptal edelim’ diyecek noktaya geldi.

Seçimlere bu kadar itiraz edilmesi neden? Belediye meclisinde çoğunluk AKP’li, 2012 yılında mahalli idareler kanununda yapılan düzenlemelerle bütün şehir düzenlemelerinin büyük projeleri için merkezi idareye gidiyorsunuz, içişlerine, şehirciliğe, hazine bakanlığına gidiyorsunuz pek çok hususta. İktidar bu kadar güçlü olmasına karşın neden bu ısrar? Yanıtı bir AKP’li genel başkan yardımcısı veriyor, ismini vermeden şunları söylüyor, diyor ki “Biz artık 2-3 milyonluk Yenikapı, Maltepe mitinglerini düzenleyemeyiz belediye başkanlıklarını kaybettikten sonra, çünkü o dev mitingleri belediyelerin olanaklarıyla gerçekleştiriyorduk” çok net bir açıklama. İstanbul Belediyesi inanılmaz bir çıkar ambarıdır, kısmi olarak bile ambarın kapısının kapanması, yarısının kapanması, birazının kapanması istenmemektedir. Mesele budur..

 

ÖM: Bir kere dünkü Cumhuriyet gazetesinde vardı, AKP’nin seçim iddialarının yani seçimin yenilenmesi konusunda yaptığı girişimlerin altındaki iddiaların “Ne dedilerse tek tek çöktü” diyor ve sıralamış “Geçersiz oylar ve bazı ilçeler tamamen sayıldı, sonuç aynı. İkincisi Büyükçekmece’de polis seçmen avına çıktı sonuç çıkmadı”. Evlere girdi biliyorsunuz. Üçüncüsü KHK’li olanlar oy kullanamaz diye YSK’ya gidildi, kurul reddetti sizin de söylediğiniz gibi. Dördüncüsü 46 bin kısıtlı seçmen oy kullandı diye bir iddia vardı ve Canan Kaftancıoğlu da açıkladı, 766 kişi çıkmış. Yani 1000 bile değil! 46 binden 766’ya inmiş. Beşincisi de sandık kurullarına itiraz edilirken son 13 seçimde kurulların aynı şekilde belirlendiği de unutulmuş. Yani hakikaten Kadıköy’de yurttaşlara seslenen Ekrem İmamoğlu da “Oylamada yolsuzluk var, şaibe var diyorlar, kargalar gülmüştür bence siz de gülün” diyor. Çünkü gayet net olarak görülüyor. İlçe seçimlerinde okey ama büyükşehir belediye başkanlığında hayır.

 

AB: 17 yıldır iktidardalar anayasa değişikliği yapan, kanun değiştiren iktidar “Yolsuzluk yapıldı, şaibelerle bu seçim yapıldı” diyorsa orada abukluk var demektir zaten.

 

ÖM: Bir de devamı da geldi bu son bugünün haberleri yani bize düşen, YSK’nın olağanüstü itirazı bugün görüşerek karara bağlaması beklenirken 200 bini aşkın sandık görevlisinden 43’ü hakkındaki iddiaya sarılmışlar. Yani bazı sandık görevlilerinin Fetöcü olduğu iddiası var şimdi de. Anadolu Ajansı ki artık itibarı inandırıcılığı son derece düşmüş vaziyette bütün Türkiye’de, kiminle konuşsanız böyle görülüyor çünkü 7 saat boyunca sonuç açıklamadı malum işte, anında sonuçları açıklayan ajans birden kesti, AA o zaman da bütün inandırıcılığını yitirdi deniyordu zaten, ben de aynı fikirdeyim zaten. O AA’dan bir haber “YSK’nın kararı öncesinde yine AA’dan servis yaparak manipülasyona soyundular, AA haberinde sandık kurulu üyelerinden 43’ünün Fetö ile yani Fethullah Gülen örgütüyle irtibatının tespit edildiği, şüphelilerden 2’sinin de Bylock kullandığı, 41’inin de Bank Asya’ya para yatırdığı” iddia edilmiş. Bu bu saatte oluyor.

 

AB: Buna gerçekten kargalar bile gülmez. Sonuçta YSK’nın önüne gelen itiraz başvurularını YSK çok değerli bulsaydı şu ana kadar karar verirdi ama üzerinde -haydi basit bir şekilde söyleyelim- üzerlerinde siyasal baskı var. Sadece siyasal baskı değil inanmışlık, bir dava arkadaşlığı da var.

Bugün YSK ‘nın İstanbul üzerine karar verme alternatifleri neler? Böyle bir matrix üzerinden bakalım. Bir; MHP ve AKP başvurusunu tümünü reddeder, İmamoğlu devam eder. İki kısmi iptal yapar, öyle bir şey ki kısmi iptalde, örneğin 4 ilçede iptal deyip onları yeniler ama bu sefer adaylar değişirse ne olur? Büyükşehir’i tümden iptal ederse, ki dananın kuyruğu orada kopar büyük bir olasılıkla. Bir diğer husus, seçimin yenilemesi ile tekrarı arasında farklar var, son günlerde bu meselelere bakmaya çalıştım, bu konuda bilgi alabileceğim kaynaklara sordum Diyelim ki yenileme kararı aldı, İstanbul’un tümünü mü yenileyeceksiniz. Çok karmaşık bir durum. Adamlar mazbatalarını almış, makama oturmuş, 39 ilçenin 25’inde AKP var, 1’inde MHP, 14’ünde CHP, komisyonlar kurulmuş encümen çalışmaya başlamış . Peki diyelim ki aday değişti, ne olacak ? Seçmen listeleri ne olacak? Bildiğim kadarıyla seçimin tekrar edilmesinde son seçimde kullanılan seçmen listeleri esas alınıyor, yenilenmesinde seçmen listeleri de yenileniyor. Ancak iddia ediliyor ki, 300-400 bin seçmen ki bunun büyük bir çoğunluğu AKP’li, İstanbul dışına çıkarak kendi mahallelerinde, köylerinde, kasabalarında, illerinde oy kullandılar. Bunlar gelirse işin şekli değişebilir.

 

CT: E geldikleri zaman ne olacak? 2 defa mı oy kullanmış olacaklar?

 

AB: Yok, seçim tümden yenilenirse seçmen listelerinin de yenilenmesi durumuyla karşı karşıya kalın kalınabilir. İşte o zaman 2 ayrı yerde kullanmış olacaklar, karışık durumlar vesselam..

 

CT: Evet. Böyle kaotik durumlar var yani.

 

ÖM: Peki olsun, sayım sonuna kadar çeşitli defalarda bu seçimleri tekrarlayarak aslında eğlenceli bir olimpik spor haline de dönüştürülebilir yani.

 

CT: Halk oyunları!

 

ÖM: Evet halk oyunları!

 

AB: Çeşitli parkurlar var, böyle bir olimpiyat düzenleyebiliriz, hatta isterseniz tümden seçimler iptal edilsin! Süresiz ..tatil ..

 

ÖM: Yok, sürekli seçimden yanayım ben!

 

AB: Sürekli seçim, kesintisiz seçim!

 

ÖM: Mütemadiyen seçim! Yani İBB başkan adayı Yıldırım da “Herkes YSK kararına rıza göstermeli, YSK kararını bekliyoruz” demiş birdenbire. Gazeteci Murat Yetkin kendi sitesinde yazmış ki “YSK tehdit altında ve riskler büyüyor". Cumhurbaşkanı dahil YSK’yı her uyaran ‘izimkinde tehdit yok’ diyor ama söylenenler acaba tehdit de olsa ne diyecekler diye düşündürtüyor. "Erdoğan siyasetteki yükselişine İBB başkanlığını kazanarak başlamıştı, muhtemelen İmamoğlu’nda bu potansiyeli görüyor ve şimdiden önünü kesmek istiyor” diye yazmış. Bu da Gazete Duvar’dan. İlginç olan şeyler de var, MÜSİAD’ın 25. olağan genel kurulunda toplantıda konuşan cumhurbaşkanı Erdoğan “YSK’ya çağrıda bulunup YSK başkanı CHP’nin kendilerine yaptığı tehdit karşısında bir yazılı açıklama yaparak ‘Siz nasıl olur da bizi tehdit edersiniz?’ demiyor ve vatandaşım bana ‘Bu seçim yenilenmeli’ diyor” diye biraz karışıklık var galiba, bu bir cumhurbaşkanının seçmenle muhatap olacağı bir durum değil. Yani yapılmış bir seçimin değerlendirilmesinden bahsediyoruz. Gökçer Tahincioğlu da T24’te 10 soruda AKP’nin İstanbul’u itirazlarını incelemiş ve hiçbir geçerliliği olmadığı da ortaya çıkıyor doğrusu. İlginç bir durum var.

 

AB: YSK’nın bugün veya yarın vereceği bu karar, Türkiye’nin bundan sonraki siyasi hayatına ilişkin bir nirengi noktası olacak ama YSK’nın sicili bozuk, bu sicile bakarak beklenti içinde olmak lazım. Türkiye’de son seçimler siyasal güç bölgelerinde bazı değişikliklere yol açtı, iktidar bloğu açısından aleyhlerine değişikliğin başladığının işaretini verdi. 30 büyükşehirdeki durum iktidar bloğunun artık lehine bir durum ifade etmiyor. Ayrıca içinde bulunduğumuz ekonomik bunalım en önemli hususlardan biri.. YSK’da çoğunluğu iktidar şekillendiriyor, yeni anayasanın iktidara verdiği güçle yargı üzerindeki ipoteğinin yansımasını YSK’da görüyoruz.

Diğer yandan memnuniyetsiz muhafazakarlar, memnuniyetsiz AKP’liler yeni bir açılım arifesinde. Geçmişle bağlantı kuracaksak 4’lu takrire benzer çıkışlar söz konusu, 4’lü olmasa da 1 takrir çıktı Davutoğlu’nun çıkışı oldu , bunlar hala parti içindeler.. 4’lü takrir nedir? CHP içerisinde 1945’li yılında demokrasiye geçiş için 4 vekilin Menderes, Koraltan, Bayar ve Köprülü’nün açıkladığı bir bildiridir, işte ondan sonra Türkiye’de yeni partilerin kurulması sürecine girilmiştir. Babacan, Gül ve ayrı bir şekilde Davutoğlu girişimini de AKP içerisinde bir takrir dönemi olarak, bir memnuniyetsizliğin çıkışı olarak pekala görmek mümkün. Çünkü ciddi bir siyasi sarsıntı, kırılma yaşıyor iktidar bloğu, partisi ve dolayısıyla ittifaklar manzumesinde değişikliklere gitmek zorunda kalıyor. Yeni dörtlükler yazılıyor.

Seçim sonuçlarının kesinleşmemesi kamuoyunu önemli ölçüde rahatsız ediyor. YSK’nın hukuken karar vermekle mükellef olmasının dışında çıktığını, bugüne kadar siyasi karar verdiğini göz önünde tutarsak, bozulmaya başlayan güçler dengesini de gözeteceğinin ama iktidar lehine gözeteceğinin gazeteci sezgisiyle altını çizmek isterim. Ayrıca Binali Yıldırım’ın durumu gerçekten içler acısı, yani diyelim ki seçimin yenilenmesine karar verildi, Binali bey “Ben aday olmayacağım” deme şansına ne kadar sahip? Eğer ‘aday olmayacağım’ derse yeni bir adayın konulması AKP ve bloğa ne kadar katkıda bulunur? Dolayısıyla olasılıklar üzerinden baktığımızda pek çok soru işareti karşımıza çıkıyor. İktidar bloğu hasar almış durumda, yeni arayışlara yönelmeler, Türkiye ittifakı önerisi, bu öneriye Bahçeli ‘nin şiddetle karşı çıkması.. Bahçeli ile devam etmek istemez görünseler de mecburlar, onunla devam etmek durumundalar. Cumhur dansında ki damlar birbirini reddedebilirler, gel gitler yaşanıyor ayrılık ve vuslat birlikte.. Aslında mesele geldi tıkandı Türkiye’nin rejimiyle ilgili hususlara dayandı, kuvvetler birliği esasına dayalı CHS denilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine dayandı, bu rejimin bir seçim bile yapmaktan ne kadar aciz olduğu ortada. Ana muhalefet liderini ortadan kaldırma projesi üretiyor bu rejim, koruyamıyor. Dolayısıyla mesele geliyor kuvvetler ayrılığına dayalı, parlamenter sisteme dayalı ülkenin önceki ayarlarına dönmesi meselesine..

YSK iktidar gözetiminde bugüne kadar çok ciddi yanlış kararlar verdi, Türkiye’nin dengesini, eksenini değiştirdi. Bugün eksen değişikliğine devam etme olasılığı çok yüksek yani bunu bütün geçersiz itirazlara rağmen verebilir mi? Verir, biraz önce söylediğim siyasi iklim artık AKP ve Erdoğan lehine değil. Erdoğan’ın beka sorunu var artık.. Ancak Erdoğan’ın beka sorunu YSK’nın da beka sorunudur.

Memnuniyetsiz muhafazakârlar, bu rejimi kuvvetler birliğini istemiyorlar. YSK hukuki değil ama siyasi analiz yaparken, bu hususu, iç ve dış dengeleri gözeteceğini, ekonomik bunalımı gözeteceğini, siyasi atmosferi düşünerek karar vereceğini düşünmek istiyor insan. Gerçekten son dakikaya kadar kararlarının nasıl olacağı konusunda çok emin olamıyoruz. Biliyorsunuz siyasi parti temsilcileri orada bulunuyor ama hâkimler karar veriyor, hâkimleri de bu iktidar atadı. Bugüne kadar iktidar lehine performans gösterdiler.

ÖM: Ondan sonra ne kadar konuşabilecek bir ortamda bulunacağız bilmiyorum. Cumhuriyet gazetesinin mesela hafta sonundan, geçen haftadan birkaç manşetini hemen tekrarlayayım. “Türkiye demokrasisi yol ayrımında” diye bir manşet atmıştı. Kılıçdaroğlu’nun tercih noktasına geldiğini de Türkiye’nin söyleyerek “Ondan sonra yüce divanlık olursunuz!” diye bir manşet attı. Bu hukuk cinayeti olduğunu söylüyorlar tabii. “Bunun adı kepazelik!” diye YSK kararına günler kala sandık görevlileri ifadeye çağrıldı deyince bunun adı kepazelik dendi ve şimdi de “Bu mızrak bu çuvala sığmıyor” demişler bu Fetö suçlaması bazı sandık görevlilerine deyince. Yani eski AKP İstanbul il başkanı Dr. Selim Temurce’nin de “Toplum nezdinde ahlaken ve vicdanen seçimi kaybettik” dediğini Baskın Oran, Agos’un son sayısında hatırlatıyor İçli Dışlı sütununda “Cumhurbaşkanı Erdoğan büyünün bozulduğunu ne zaman fark edecek?” başlıklı yazısında söylemiş. Son derece kritik bir durum var ve bu YSK’nın alacağı karar eğer seçimin yenilenmesi olursa gerçek bir kaosa sebep olabilir diye düşünebiliriz doğrusu.

 

AB: Bu konuda çeşitli tartışmalar CHP içinde de var boykotla ilgili; ne tür bir karardan sonra ne zaman boykot yapılır? CHP’nin bugüne kadar denemediği bir tutum. Yeniden seçime kalbi dayanacak bir ekonomi yok, bütün iktisadi değişkenler olumsuz, içte ve dışta yaşanılan bunalımlı siyasetle frensiz bir ekonomi yarattık. Bakın Türkiye, döviz rezervini bile açık bir şekilde ortaya koyamıyor, nereye baksan tutarsız bir durumla karşı karşıya kalıyoruz, merkez bankanız inandırıcı olamıyor, net ve brüt rezervleri konusunda dünyayı inandıramıyor, ekonomi basınını inandıramıyor, iş çevrelerini, özellikle iç ve dış finansal kuruluşlarını inandıramıyor. Geliyorsunuz bir de enflasyon datasıyla ilgili probleme, enflasyonu belirleme yöntemlerine ilişkin de inandırıcı olmaktan çıkmış durumdalar, bütçe rakamları da öyle. Ekonomik verilerinize bile güvensizlik duyulan bir ülkesiniz, siyaset güvensiz ve saldırgan, şu anda her türlü kaosu yaşıyorsunuz, Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma İstanbul seçimlerinin yenilenmesi de eklenirse içinden çıkılması mümkün olmayan bir duruma geçtiniz demektir.

 

ÖM: Artık süreyi de doldurduk, bu Fetö suçlaması üzerine ben izninizle Ziya Paşa’nın 8. terkib-i bendinden 4 mısra okuyayım. “Hâli ne zaman kaldı cihan ehl-i tamadan, sen zatını bu âleme elzem mi sanırsın?” Yani “Bu dünya ne zaman aç gözlülerden yoksun kaldı, sen kendini bu dünyaya çok gerekli mi sanıyorsun?” diyor. Devamında o da “Een ummadığın keşfeder esrar-ı derunun, sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın?” diyor. Yani “En ummadığın senin iç yüzünü keşfeder, sen herkesi kör halkı sersem mi sanıyorsun?” demiş.

 

AB: Ziya Paşa’nın da içinde bulunduğu- o zaman Ziya Bey dir- Genç Osmanlılar’ın 1865 yılında Paris’ten gönderdikleri bir bildiri vardır Sultan Abdülaziz’e, sadece onun ilk cümlesini söyleyerek programı kapatalım. Genç Osmanlıların sponsoru diyebileceğimiz Mustafa Fazıl Paşa’nın Sultan Abdülaziz’e gönderdiği mektubundan biraz bahsedeyim. Bu mektubu yıllar önce , 30 yıl yayınladığım iktisat dergisinde yayımlamıştım, şimdi siz Ziya Paşa’dan alıntı yapınca aklıma geldi. Önemli bir mektuptur, dönemin çok iyi bir siyasi ve ekonomik analizidir. Modernleşme tarihimizin önemli belgelerinden biridir. Niyazi Berkes bu mektubu çok iyi incelemiştir..

Bahse konu olan bildirinin ilk cümlesi şöyle: “Şevketli padişahım, padişahların sarayına en güç giren şey doğruluktur.”

 

ÖM: Hatta bunu günün sözü bile yapabiliriz, senenin sözüyle beraber.

 

CT: Bu yüzden biz de diyoruz ki gerçeği söyle, doğruyu söyle!

 

ÖM: Çok teşekkürler.

 

AB: Hoşça kalın!

 

CT: Görüşmek üzere.