Eylül 2012 Bülteni

-
Aa
+
a
a
a

Gezegen İçin Alarm Zilleri Çalıyor

– Hem de Deli Gibi!

 

Giriş

 

Ortalığın bütün bu karışıklığına, durdurulamayan şiddet dalgasına, çözülemeyen ve

çözülemediği gibi çözümsüzlüğü artıyor gibi görünen Kürt meselesine, Türkiye-Suriye

sınırının iki tarafından uçuşan bombalarla, top mermileriyle ve havanlarla iki tarafta da

çoluk çocuk insanların öldürülmesine, dörtbir yanda esen ve gittikçe kuvvetlenen uğultulu

savaş rüzgârlarına – evet bütün bu korkunçluk ve vahamete rağmen, biz gene de eski

telden çalalım, iklim vak’anüvisliğine bu ayda da devam edelim istiyoruz, ne dersin ey

okur? “Vakayinâme-i İklimiyye”ye yani? Böyle bir “tarihçe”ye ziyadesiyle ihtiyacımız var

gibi görünüyor zira. Hatta her zamankinden fazla. Sağda solda böyle bir zahmete

katlanmaya hazır kimseye pek raslanmadığı ise aşikâr. Onun için, öyle görünüyor ki, iş

Açık Radyo’daki hakir kullarınızın nâçiz omuzlarına düşüyor gene.

Önce iki not: Takdir edersiniz ki bu, zahmetli olmanın yanısıra, biraz da rizikolu bir uğraş.

Bundan ötürü, mümkün olduğu ölçüde etliye sütlüye karışmadan; bilmediğimiz,

anlamadığımız işlere burnumuzu sokmadan ve –belki de en önemlisi– kendimizden

neredeyse hiç yorum katmadan, dümdüz bir döküm çıkarmaya çalışalım istiyoruz ortaya.

İkinci notumuz da şu: Ağustos’tan bu yana art arda yayımlanan iklim kroniklerinin biraz

uzun olduğu doğru. Uzunluğun okunurluğu azaltabileceği de doğru (ve gayet doğal).

Tehlikenin farkındayız. Ne var ki, öbür tehlike daha büyük! Çok daha büyük! Yani,

hayattaki yegâne evimiz olan bu harikûlade gezegeni hızla yıkıma sürükleyen iklim

değişikliği ve çevre krizi öylesine büyük bir bela arzediyor ki hepimizin başına, öyle kuru,

sıkıcı ve uzun bir yazı yazıp kimseciklere okutamama riskini bile göze almaya değebilir

diye düşündük.

 

Yöntem

Girizgâh notları bitti. Şimdi bakınız ne yapalım. Önce, çok yakın geçmişe, “dün”e bakalım.

Yani, sadece son bir –bilemediniz- bir buçuk ay içinde yayımlanmış bilimsel rapor ve

analizlerdeki verileri ele alalım. İkincisi, bunu yaparken, sadece dünyanın en saygın

kurumlarının açıklamalarına itibar edelim. Üçüncü olarak da, sadece dünyanın en önde

gelen uzmanlarının, bilimcilerinin, girişimcilerinin, yazar ve gazetecilerinin, yeni çıkarım

ve yorumlarına bakalım. Gerisi, yani yeterince meşhur olmayan, adı sanı pek

duyulmamış, “marjinal” kurum ve insanlar dışarıda kalsın; biz de böylece inandırıcılık

katsayımızı yüksek tutmaya çalışalım.

Ayrıca, bütün bunları yaparken basit ve yalın bir metodoloji kullanalım: Önce verileri,

haberleri, yapılan hesap kitabı, tahmin, yorum ve uyarıları –öyle elimize geçtikleri ya da

gözümüze iliştikleri sırayla– bir dizelim. Sonra da, bunları düpedüz “kes-kopyala-yapıştır”

yöntemiyle alt alta “yazarak” dipnotlarıyla birlikte sizlere aktaralım.

Aktaralım ki, kişisel, öznel, sübjektif yorumlar, yakınma, ağlama, sızlamalar, mübalağa,

spekülasyon, korkutma, çarpıtmalar, yalan dolan, hile hurda, kem göz, velhâsıl bilumum

habislikler ... bunların bir tekinin gölgesi bile zinhar aramıza giremesin.

Kısacası ey okur, ne ise hâlimiz, o çıksın fâlimiz...

Haydi bakalım öyleyse: Al gözüm seyreyle salih!

 

Çöküşe 4 Yıl Kaldı

Eylül başında, dünyanın en büyük buz ve buzul bilimcilerinden biri olan Cambridge

Üniversitesi’nden, Profesör Peter Wadhams, dünyanın en saygın yayın kurumlarından biri

sayılan BBC’ye verdiği bir demeçte, Kuzey Kutup bölgesinde (Arktik’te) küresel ısınma

yüzünden görülen görülen buz erimesinin, insanın “küresel ısınmaya katkısını fiilen 2

katına çıkardığını” açıkladı! Yani, Arktik’teki buz erimesi yüzünden güneş ışınları artık

uzaya geri yansımıyor, açık denizin koyu renkli yüzeyi tarafından emiliyordu. Bu erime de

atmosfere “insan tarafından 20 yıllık ilâve karbondioksit (CO2) salımına denk” idi.1

Kuzey Kutup Bölgesi’nde eriyen buzlar konusundaki ürkütücü haberler ay boyunca

kötüleşerek devam etti. ABD’nin ve dünyanın en önde gelen araştırma ve gözlem

kuruluşlarından Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi (National Snow and Ice Data Center

[NSIDC]), Arktik buzlarının erime oranı üzerine 20 Eylül 2012 tarihinde bir rapor

yayımladı. Buradaki yeni verileri yorumlayan dünyanın önde gelen bilimcileri ve çevre

kampanyalarının direktörleri, alarm seviyesini yükselttiler ve iklim değişikliğinin gittikçe

ciddileşen ve büyüyen tehlikeli gerçekliği konusunda dünyayı seferber olmaya davet eden

yeni bir çağrı yayımladılar. NSDIC raporları şunu gösteriyordu: Kuzey Buz Denizi’nde

buzların erimesinde bu yıl rekor seviyeye ulaşılmış olması bir yana, erime daha önceden

bilim insanları tarafından hiç tahmin edilmemiş seviyelere erişmişti. Saygın merkezin

tecrübeli Direktörü Mark Serreze, gelen veriler karşısında şok geçirdiğini ifade ediyor ve

“artık bilinmeyen, belirsiz sularda kulaç attığımızı” söylüyordu.2

Dünyanın önde gelen iklim bilimcilerinden biri, belki de birincisi sayılan, NASA Goddard

Enstitüsü direktörü ve New York Columbia Üniversitesi Yeryüzü Bilimleri Bölümü öğretim

üyesi Dr. James Hansen, ortaya çıkan bu yeni gerçeklik durumunu “gezegende âcil

durum” olarak adlandırıyordu. “Kamuoyunun bunu idrak etmesi zor,” diyordu Hansen,

“Çünkü insanlar başlarını pencereden çıkartıp dışarı baktıklarında görünürde fazla birşey

olmuyor gibi.” Ne var ki, “bilimin bu konuda billur gibi berrak” olduğunu söylüyordu

Hansen. Arktik’te olup bitenler konusunda bilimcinin anladığı ile ortalama insanın

anlayabildiği arasındaki büyük mesafeden yakınıyor, sonra sakince şu cümleyi ekliyordu:

“Fosil yakıtların tümünü yakarsak, felakete yol açacağımız kesin.”3

Kuzeyde deniz buzları görülmemiş seviyelere düşerken, Kutup okyanusları ve buzları fiziği

uzmanı Profesör Wadhams, bir kez daha konuştu ve Arktik’te yaz ayları buzlarının

ömrüne 4 yıl biçti! Kuzey enlemlerinde gelişen bu oluşumu “Küresel bir felaket” olarak

niteleyen Profesör şöyle dedi: “Nihaî çöküş şu anda oluyor ve bu süreç muhtemelen

2015’le 2016 arasında bir yerde sona erecek.”4

 

Cevap: Petrole Hücum!

Bunun sonuçlarının “fecî” olacağını belirten Wadhams, en büyük olumsuz sonucun küresel

ısınmanın hızlanması olacağını tespit ediyordu. Arktik denizlerin kıta sahanlıklarının

permafrost tabakası (sürekli donmuş haldeki karalar) olduğunu, deniz suyunun

ısınmasıyla bu tabakanın çözülüp eriyeceğini ve çok güçlü bir sera gazı olan metan

gazının muazzam miktarlarda açığa çıkacağını, bunun da küresel ısınmaya büyük bir ivme

kazandıracağını öngörüyordu Profesör.5

Önde gelen çevre kuruluşu Greenpeace’in uluslararası direktörü Kumi Naidoo bu yeni veri

ve bulgular üzerine New York’ta düzenlediği bir kamusal tartışma forumunda, sera gazı

salımlarını sınırlama çabalarını Kuzey Kutbu’nu kurtarma çabalarını “çağımızın tayin edici

çevre muharebesi” olarak niteledi. Naidoo, insanın sebep olduğu iklim değişikliğinin

giderek artan kanıtlarıyla bir arada ele alındığında, NSIDC’nin Kutup raporunun “İnsanlık

tarihinde belirleyici bir kritik ânı (moment) temsil ettiğini” açıkladı insanlara: “Yalnızca 30

yıl içinde gezegenimizin uzaydan görünüşünü değiştirdik. Pek yakında Kuzey Kutbu

yazları tümüyle buzdan arınmış olacak. İklim değişikliğinin temel sebepleriyle uğraşmak

yerine siyasi liderlerimizin bu cevabı da, buzun erimesini seyredip ganimeti yağmalamaya

ve paylaşmaya girişmek oldu.”6

Yeryüzünün en etkili çevre ve iklim örgütlerinden 350.org’un kurucularından, yazar,

akademisyen, aktivist ve –ünlü Time dergisinin tanımlamasıyla– dünyanın en iyi yeşil

gazetecisi Bill McKibben, Kuzey Kutbu’ndaki buzların hızla erimesi karşışında küresel

tepkinin, ihtiyaç duyulan tepkinin tam anlamıyla zıddı olduğunu belirtti. Tam olarak şöyle

dedi McKibben: “Alarm, panik ya da bir âciliyet duygusu ile harekete geçecek yerde, bu

duruma karşı ‘hadi şimdi oraya dalalım, petrol çıkaralım’ şeklinde tepki verdiler. Yüzyüze

geldiğimiz en büyük tehlike ile başetme konusundaki âcizliğimizi bundan daha iyi ortaya

koyan bir örnek daha bulunamazdı doğrusu.”7

 

Medya

İşin kötüsü de neydi biliyor musun, ey okur: En büyük meselemiz, buzların erimesiyle

başlamıyordu bile! Dünyanın sürdürülebilirlik iletişimi ve sosyal sorumluluk konularında

uzmanlaşmış önde gelen kuruluşlarından EarthPeople şirketinin başkanı olan gazeteci ve

yazar Anna M. Clark, ana meseleyi ekonomi, imalat ve üretim ilişkileri üzerinden şöyle

tanımlıyordu: “İnsanlar, tarihte varolmuş malların tümünden fazlasını yalnızca 1950’den

bu yana ürettiler. [...] bizim bu malları tüketmemizin –ki doğal sermayenin hayli verimsiz

bir kullanım şeklidir bu– çevre üzerindeki sonuçları upuzun bir liste oluşturur:

Sayacaklarımın üstüne bir işaret atıp geçin: Akıllara durgunluk veren boyutta bir orman

tahribatı – işaretleyin. Durmadan artan sera gazı salımları – işaretleyin. Sıcaklıkların,

deniz seviyelerinin, aşırı hava olaylarının sıklık oranlarının durmadan artması –

işaretleyin, işaretleyin, işaretleyin.”8

İşaret ve kontrol listesinin neredeyse sonsuz uzunlukta olduğunu söylemek de abartma

olmaz. ABD Federal hükümetlerinde çeşitli görevlerde bulunmuş, jeolog, yazar ve

gazeteci John Atcheson, önümüze oluk gibi gibi akan veri yığınını listeleyip işaretliyordu:

“Arktik buzlarının ölçülmüş en düşük seviyesine düşmesi – işaretle.

Şimdiye kadar ölçülmüş en sıcak kış, bahar, yaz, yıl, onyıl – işaretle.

50 yılın en yaygın kuraklığı (ve bunun sürüp gitmesi) – işaretle.

Tarihte şimdiye kadar kayıtlara geçmiş en feci seller – işaretle.

Milyarlarca yıldan beri ortaya çıkmış en sıcak denizler – işaretle.

Şimdiye kadar ölçülmüş en asitli okyanusların oluşması – işaretle.

Tek bir yıl içinde atmosfere salınan en fazla sera gazı – işaretle.

Ölçülen en büyük permafrost erimesi (ve metan salım rekoru) – işaretle.9

İlginç bir not ekleyelim buraya, parantez olarak: Son zikredilen her iki yazar da yerleşik

medyanın (bilhassa Amerikan medyasının) gezegen boyutundaki bu büyük trajedi

konusunda herhangi bir ciddi yayın yapmamasındaki ek trajediyi ayrıca ele alıp kuvvetle

eleştirmekteler. Mesela, Clark’ın makalesi, ana mesajı daha başlıktan çakmış bile:

“Amerika’nın İklim Değişikliği Konusunda Çarpıtılmış Haberlerle Zehirlenmiş Atmosferi”.

Atcheson ise “Bildiğimiz Dünyaya Sonsöz Yazmaktayız” başlıklı yazısını şu cümle ile

noktalıyordu: “Peki ya basın? Onlar harıl harıl sonsözü yazmakla meşguller canım.”10

 

“Devrilme Noktaları”

İmdi, Kuzey Kutbu’nun buzları gözümüzün önünde inanılmaz bir hızla eriyip giderken,

bilim insanlarının gözleri bu sefer hemen başka bir yere, o canalıcı “devrilme noktaları”na

(tipping points) çevriliveriyordu. Devrilme noktası diye adlandırılan bu “durum”, bir eşik

aslında: Eşik bir kez aşıldı mı, artık bir daha geri çevrilemiyor; üstelik başka alanlarda çok

temel, köklü değişimlere yol açıyor. Avustralya hükümetinin küresel ısınma bilimi

konusundaki baş danışmanı olan tanınmış iklim bilimci Will Steffen, Avustralya’nın en

önde gelen medya gruplarından birine ait büyük internet haber sitesine verdiği demeçte

şöyle diyordu: “[Devrilme noktası], bölgesel seviyede sıcaklığın artmasına yol açan, ama

bununla kalmayıp, başka sistemler üzerinde akış etkisi (flow-on effect) doğuran bir

tetiktir.”11

Eşik ya da devrilme noktalarını birdenbire önemle yeniden gündeme getiren bu

Avustralya gazetesinde, ABD’nin ve dünyanın en önde gelen bilim kuruluşlarından biri,

hatta birincisi sayılan Ulusal Bilimler Akademisi’nin (National Academy of Sciences), son

derece saygın yayın organı Proceedings dergisinde (PNAS) 8 yıl önce yayımlanmış bir

araştırmaya atıf yapılıyordu. Britanya’daki ünlü Tyndall İklim Değişikliği Araştırma

Merkezi’nin direktörü, Almanya hükümetlerinin iklim başdanışmanı ve Amerikan Ulusal

Bilimler Akademisi üyesi Hans Joachim Schellnhuber, daha 2004 yılında, bir düzine kritik

noktanın (eşik/devrilme noktası) saptanması için yapılan araştırmanın başında

bulunuyordu. “Dünyanın Aşil Topukları” diye de adlandırabileceğimiz bu eşiklerin

kavranmasının, ayrıca tetiklenmeyi önlemek için zamanında harekete geçme yönünde

küresel bir efor harcanmasının mutlak bir zorunluluk olduğu raporda önemle

belirtilmekteydi.12 Ne yazık ki, böyle bir gelişme olmadı; küresel değil, bölgesel bir efor

dahi harcanmadı.

Bilim insanlarını asıl kaygılandıran, olayların böylesine müthiş bir hızla gelişiyor olması.

Bu eşiklerin aşılmasını önlemenin bilinen bir tek yolu var, o da sözkonusu değişikliklere

yol açan insan kaynaklı sera gazı salımlarını kesmek. Alanın çığır açan araştırmalarından

birinde, ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın iklim bilimcilerinden Andrew A.

Lacis şu tespiti yapıyordu: “Küresel ısınmanın etkisini önlemekte, atmosferdeki

Karbondioksit (CO2) seviyesini düşürmek için insanların doğrudan çaba göstermesinden

başka geçerli bir alternatif yoktur.”13

Bill McKibben da, The Progressive dergisine verdiği çok yeni bir mülakatta, bu canalıcı

gerçekliği azıcık daha az bilimsel, azıcık da daha dramatik bir dille kulaklarımıza

‘fısıldamaktaydı’: “Gerçekten hızlı davranmazsak, işler çok çok çok çok çok çok daha kötü

olacak. [...] Aynı yolda devam edersek, dünya yıkılacak.” 14

 

Atalet ve/ya Felç

Buna karşılık, belki hepimize birden inanılmaz gelecek, ama siyasetçilerden ve siyasi

liderlerden bu yönde herhangi bir kıpırtı olduğuna dair bir emare görünmüyordu ortalıkta.

Guardian’ın birçok uluslararası ödül almış yazarı aktivist George Monbiot, “Arktik Buzları

ile Birlikte Zengin Ülkeler Dünyasının Kendini Beğenmişliği de Eriyip Gidecek” başlığı ile

önemli bir tespit yaptığı makalesinde, ortadaki genel ‘atalet’, hatta ‘felç’ durumunu şöyle

özetlemekteydi: “Hükümetlerimizin hiçbir şey yaptığı yok. Haziran’daki zirve esnasında

çevre krizine cevap verirmiş gibi yapma zahmetine bile katlanmadıkları gibi, şimdi de,

üzerinde durduğumuz buzların erimesini aptal aptal seyretmekten başka birşey

yapmıyorlar. Hiçbir şey yapmamaktan da kötüsünü yapıyorlar aslında. Hükümetlerimizin

bu erime karşısındaki şaşmaz tepkisi, eriyen buzun açığa çıkardığı petrolle balıkların ele

geçirilmesini [ve bir de] bu felakete yol açmış olan şirketlerin şimdi de kâr uğruna

buralara üşüşmesini kolaylaştırmaktan ibaret.”15

Arktik’teki rekor erime felaketi Ağustos sonunda bilim insanları tarafından

duyurulduğunda ne oldu? İtiraf etmeliyiz ki, bu olay, mütevazı Açık Radyo’muz gibi bazı

önemli istisnalar dışında dünyadaki radyo, televizyon, gazete ve dergilerin ezici

çoğunluğunda haber değeri kazanmayı başaramadı. Örneğin Britanya’da manşetler

Heathrow hava limanına üçüncü bir uçak pisti yapılması çağırısına odaklanırlarken, günün

hararetli tartışma konusu Britanya’nın yeni pistlerinin ve havalimanlarının nerelere

yapılabileceği üzerine yapılmaktaydı. Monbiot, bunların yapılmasında sakıncalar

olabileceği konusunda bir tartışmanın asla gündeme gelmediğini yazıyor ve şunu

ekliyordu: “Kutuptan gelen şoke edici bu haber ile sera gazı salımlarımızı artırma

konusundaki bu azmimiz arasında bağlantı kuran da pek yoktu.”16

Türkiye’de de benzer bir duruma rastlamak mümkündü. Haziran’da başlayıp Ağustos’ta

iyice ivme kazanan, Kuzey Kutup buzlarının bir ‘ölüm sarmalı’ içinde çöküp gitmekte

olduğu yolundaki haberleri hiç duymamışa benzeyen gazete, televizyon ve haber

ajanslarının bu tarihlerdeki başlık ve manşetleri, sık sık, Başbakan’ın –ve evet!–

İstanbul’a da 3. bir hava limanı yapılması, –ve evet!– 3. Boğaz Köprüsü’nü de içine alan

Otoyol projesinin de hızlandırılması yolundaki talimatı ile bezenmekteydi.17

 

İroni ve Ekonomi

Burada bir ironi olduğu kesin. Ölümcül bir ironi. ABD’nin başta Pulitzer olmak üzere çeşitli

ödüller almış, kitapları satış rekorları kırmış önemli gazeteci ve yazarlarından Chris

Hedges, bu olayı şöyle anlatıyordu: “Durum ne kadar kötüleşirse, kendi kendimizi

aldatma haline o kadar çok gömülüyoruz. Kendimizi küresel ısınma diye birşey

olmadığına dair ikna ediyoruz. Ya da küresel ısınma olduğunu kabul ediyoruz belki, ama

ona adapte olabileceğimiz konusunda ayak diriyoruz. Bu tepkilerden her ikisi de ebedi

iyimserlik konusundaki manyaklığımızı ve şahsî rahatlığımızı her ne pahasına olursa olsun

korumadaki kararlılığımızı tatmin ediyor. [...] gerçekler bize nâhoş geldiğinde, onları yok

sayıveriyoruz. Ama hakikat yakında ifritler gibi tepemize inecek, hem o kendini

beğenmişliğimizi, hem de sonunda hayatlarımızı paramparça edecek.”18

Ortalıkta insanı “ifrit edecek” kıvamda ironilerden de geçilmiyor zaten: BM, Kasım ayında

iklim “zirve”lerinden sonuncusunu petrol-doğal gaz zengini Arap Emirlikleri’nden Katar’ın

Doha kentinde gerçekleştirmek üzere tüm hazırlıklarını tamamlamış görünüyor. Tuhaflık

şurada ki, gezegenin ve atmosferinin kirlenmesinin önünü almak için neler yapılacağının

konuşulacağı en önemli uluslararası toplantıya ev sahipliği yapacak olan Katar, dünyayı

en çok kirleten ülkeler sıralamasında birinci sırada geliyor!19

İklim değişikliği politikaları konusunda dünyanın en büyük uzmanlarından biri kabul edilen

ve Britanya hükümetinin bilim danışmanlarının en kıdemlisi olan Bob Watson, BBC’ye

verdiği demeçte, son üç iklim zirvesinin sonuçlarına baktığında, Doha toplantısı

konusunda aşırı iyimser olmasının pek güç olduğunu söylüyordu. Dahası, yeryüzünü 2

derecelik sıcaklık artışı ile sınırlama konusundaki hedefin tutturulması umudunu

“pencereden fırlatıp atmış” olduğumuzu da ekliyordu Profesör Sir Bob: “Eğer böyle

hareket etmeye devam edersek, 5 derecelik bir artışı bile ihtimal dışı görmem. Böyle bir

artış ise dünya halkları için hayli ciddi sonuçlar verecektir – hele en yoksullar için daha da

ciddi...”20

Ne kadar ciddi? Ayın son günlerinde üstümüze çığ gibi yağan yüzlerce sayfalık araştırma

raporlarına bakılırsa, çok! Okyanuslar üzerine yıllardır en ayrıntılı ve zahmetli çalışmaları

ile bilinen Oceana kampanya grubu iklim değişikliğinin ve okyanuslarda buna bağlı

asitlenmenin dünyanın dört bir yanındaki balık stoklarını mahvettiğini açıklayan bir rapor

yayımladı. Bir ironi daha isterseniz, şunu söyleyebiliriz: Burada en yüksek risk altında

bulunan ülkelerin bir kısmının petrol ve/ya doğal gaz zengini –ve elbette siyasi bakımdan

istikrarsız– ülkeler olduğunu da eklemişler rapora.21

Hemen ardından, 20 ülkenin sponsorluğunda DARA adlı büyük kalkınma araştırması

kuruluşunca yayımlanan bir analiz ise daha da ciddi, hatta şoke edici nitelikte idi. İklim

değişikliği konusu dünya ülkelerinin hükümetleri tarafından gözardı edilmeye devam

ederse, bunun sonucunda ortaya çıkacak felaket sadece 18 yıl içinde 100 milyon insanın

canını alacak, dünya gayri safi hasılasının yüzde 3.2’sini silip süpürecek, en az

gelişmişlerde yüzde 11, Çin’de 1.2 trilyon $ toplam kaybın en büyük bölümünün, ABD

ekonomisinin yüzde 2’sinin kaybına, Hindistan’da YİGSH’nın yüzde 5’inin yokolmasına yol

açacaktı. Bu, trilyonlarca dolar kaybına yol açacak; açlık-kanser-permafrost çözülmesideniz

yükselmesi-ev içi ve dışı hava kirlenmesi-balıkların, biyolojik çeşitliliğin, orman

varlıklarının tükenişi gibi binbir korkunç olay dünyada mahşerin 4 atlısı gibi kol

gezecekti.22

Evet, bildiniz: Bunların hepsine ayrı ayrı birer işaret daha koymamız lâzım. Haydi hep

beraber o zaman – işaretleyelim!

 

“Yeni Normal”imiz

Avrupa Birliği’nin “hükümeti” sayabileceğimiz Avrupa Komisyonu’nun iklim eylemleri

konusundaki “bakanı”, yani komisyon üyesi Connie Hedegaard, artık içinde

bulunduğumuz bu yeni durumu, geçen ay ortasında yazdığı bir makaleye koyduğu

başlıkla özetleyivermiş: “‘Aşırı’ Havalara Alışalım, Bu Artık Yeni Normal”. Daha önce,

Danimarka’nın eski Çevre Bakanı olan Hedegaard, bilim dünyasının daha sıcak bir

gezegenin daha aşırı havalara yol açacağı konusunda bizi yıllardır uyardığını, o aşırı

havaların da gelip çattığını şöyle belirtiyordu: “Sıcak dalgaları, seller, kuraklıklar ve

orman yangınları, gitgide ısınan dünyanın yeni gerçekliğidir.”23

Alışabilir miyiz bilinmez, ama derin bir nefes alıp bu cesur yeni dünyanın “yeni

gerçekliği”ne ilişkin yeni verilerinden bazılarına biraz daha bakalım isterseniz: Saygın

bilim dergisi Nature Climate Change’de yayımlanan yeni bir araştırmada okyanuslar

ısındıkça iklim değişikliği yüzünden balıkların boylarının neredeyse dörtte bir oranına

kadar küçüleceği saptandı.24 İşaretledik! Dünyanın en saygın bilim dergilerinden National

Academy of Sciences Journal’da yayımlanan çok taze bir raporda Avustralya’daki

dünyanın en büyük ve en zengin deniz yaşam alanına ev sahipliği yapan mercan kayalığı

Büyük Bariyer Resifi’nin (Great Barrier Reef), mercan örtüsünün yarısından fazlasının son

yirmibeş senede yokolduğu, mercan örtüsünden geriye kalanın yarısından fazlasının da

gelecek 10 yıl içinde ağarıp gideceği saptandı.25 İşaretledik!.

İklim değişikliğinin denizler üzerindeki etkisini araştırmak için 2,5 sene boyunca deniz

üstünde 112 bin kilometre kateden Tara araştırma gemisindeki araştırmacılar, Güney

Kutbu’nda daha önce insan eli değmemiş tamamen bâkir bir deniz olduğu sanılan Güney

Denizi’nde insanlığın bıraktığı muazzam plastik çöplüğü ile karşılaştılar! Seferin

düzenleyicisi, Tara Oceans adlı kuruluşun bilimsel koordinatörü Chris Bowler, bu plastik

yığınını dünyanın ta öbür ucunda bulmanın, dünyada artık insan elinin uzanmadığı yer

kalmadığını gösteren önemli bir kanıt olduğunu söyledi ve sonra şöyle dedi: “Bu aşamada

fazla birşey yapmak için artık çok geç. Zira bu nesneler binlerce yıl boyunca ortalıkta

dolanmaya devam edecek.”26 İşaretledik!

 

Uyanma Zorunluluğu

Kes-kopyala-yapıştır tekniğiyle kaleme aldığımız işbu “alarm yazısı”nın son girdisi de –

gerçekten ender raslanır bir tesadüf sonucu– Türkiye basınından geliyordu: “Ada

Ülkelerinden Kaçmak İçin 10 Yıl Kaldı” gibi çarpıcı bir başlıkla verilen haberde, dünyanın

önde gelen iklim bilimcilerinden Michael Mann’ın, Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi’nin

(NSIDC) şoke edici son verilerine göre27 Kuzey Buz Denizi’ndeki buzulların beklenenden

daha hızlı eridiğini, “şimdiye kadar yapılan hesapların çoğunun öne kaydırılmak zorunda

kalınacağını” bir bilimsel kongrede ortaya koyduğu yazılıydı. Ünlü iklim bilimci Maldivler,

Kiribati ve Tuvalu gibi ada ülkelerinde deniz seviyelerinin gelecek 10 ila 20 yıl içinde

yükseleceğini, buralarda yaşayanların tahliye olmaktan başka çaresi kalmayacağını dünya

âleme açıklıyordu. Teksas’taki kongrede Mann, ada sakinleri için suların yükselmesinin

aynı zamanda, tuzlu deniz suyunun da karışmasıyla içilebilir temiz sulara ulaşmakta

güçlük yaşanacağı anlamına geldiğine de dikkat çekiyordu.28

Dünyanın öbür ucunda Hind Okyanusu’nda ya da Pasifik’teki minnacık adalarda yaşayan

bir avuç insan için fazla gürültü patırtıya değmez diye düşünülebilir elbette. Ne var ki,

Malazgirt Zaferi’nden belki de 1,000 yıl daha önce oralara gelip yerleşmiş, oraları yurt

bilmiş olan bu insanlar, şimdilerde komşu anakaralarda “yeni” ülke kurmak için arsa

bakmak durumunda olduklarından, olayı önemsiyorlar – ve işaretliyorlar!

Dünyanın geri kalanına: Ülkem için yeni bir yer bulabilir misiniz lütfen!

İşbu yazıda işaretleyip kayda alacağımız bir rapor daha var elimizde, şimdi onu da rapor

edelim ve bu ayki raporlama işimize şimdilik son verelim isterseniz: Dünyanın önde gelen

yardım kuruluşlarından Oxfam International, geçen Eylül başlarında “Aşırı Havalar, Aşırı

Fiyatlar” başlıklı bir rapor yayımladı. Rapor, küresel ısınma ile aşırı hava olaylarının

birleşmesi sonucu, önümüzdeki birkaç onyıl içinde gıda fiyatlarında yıkıcı fiyat şokları

yaşanacağı uyarısı yapılıyordu. Daha önceki analizlerinde 2030’a kadar buğdayda (2010

tabanına göre) yüzde 120’lik, mısırda da yüzde 177’lik bir artış öngören raporda, şimdi

mısır fiyatlarının 2030’da yüzde 500 gibi inanılmaz bir artış göstereceği hesaplanmıştı!

Oxfam İklim Değişikliği Politikaları danışmanı Tim Gore, aşırı hava ve iklim olaylarının

muazzam potansiyel etkisinin bugünkü iklim değişikliği tartışmalarında eksik olduğunu

esefle kaydediyor ve şöyle diyordu: “Gıda fiyatlarının fırlamasından hepimiz etkileneceğiz

elbette, ama en yoksulların en ağır darbeyi yiyeceği kesin. ... Dünya, iklim konusundaki

ataletin doğuracağı fecî sonuçlara uyanmak zorunda.”29

“Uyanma zorunluluğu” konusunda, Time dergisi tarafından, iklim değişikliği konusunda

dünyanın en etkili blog yazarı olarak nitelenen fizikçi ve yazar Joe Romm’un ünlü Nature

bilim dergisinde yayımlanan şu kehanetini de hatırlamakta yarar olabilir: “Hızla kötüleyen

iklim karşısında yüzyılın ortasında 9 milyar insanı beslemek, insan türünün şimdiye kadar

yüzyüze geldiği en büyük meydan okuma olabilir.”30

 

Hem Halk Hareketini, Hem de Geleceği Kurmak

Tarihin gelmiş geçmiş en büyük meydan okuması karşısında meydana nasıl çıkacağız

peki?

Sonuç olarak, hattı harekâtımızın hangi doğrultuda olduğu gayet net aslında, ey okur:

Mâhut “meydanın” dört bir yanına aynı anda yürümemiz gerekiyor. Ve bunu yapabiliriz!

Yakın zaman önce hem gezegeni, hem de bedenleri iyileştirme yollarının tartışıldığı bir

“Yiyecek Devrimi Zirvesi”nde dünyanın önde gelen sağlık, beslenme ve ekoloji

düşünürlerini, aktivistlerini bir araya getiren ve dünyada sağlıklı beslenme konusunun en

önde gelen yazar ve aktivist isimlerinden ikisi olan baba oğul John Robbins ve Ocean

Robbins’e mülakat veren Bill McKibben, aynı anda “dört koldan” ilerleme zorunluluğunu

şöyle dile getiriyordu: “Bu noktada artık açıkça görülüyor ki, mevcut sistemi kendi

araçlarına bırakırsak sistemin değişiklik filan yapacağı yok. Bizim çaba gösterip onu

itmemiz lazım ve bunu yapmak mümkün [...] Mümkün olan şeyler arasında siyasi

değişim talep edecek büyük halk hareketleri yaratmak da var... ama aynı zamanda, yerel

düzeyde ne gibi değişimler yaratabileceğimizi düşünmek de var; yani fosil yakıtlardan

sonraki dünyanın kurum ve yapılarını inşa etmek de var. İkisini birden yapmak

zorundayız bunların.... Yani, ‘ya o, ya o’ durumu değil: ‘hem o, hem o’ seçimi var

burada.”31

Yazar ve aktivist John Robbins de, aynı mülakat esnasında, o vazgeçilmez ve hayatî

hareket tarzını şöyle tanımlıyor: “Kişisel düzeyde de harekete geçmeliyiz, topluluk

(cemaat/community) düzeyinde de; ulusal düzeyde de eylemli olmalıyız, küresel düzeyde

de.”32

Dar zamanda kısa paslaşmalar zamanıdır yani, ey okur – kelimenin tam anlamıyla.

 

Cesaretin Kaynağı

James Hansen, Gus Speth, Wendell Berry, David Suzuki, Bill McKibben, Arundhati Roy,

Naomi Klein, Darryl Hannah, Mark Ruffalo, Chris Hedges, Medea Benjamin, Kumi

Naidoo... ve daha yüzlercesi, binlercesi, saymakla bitmeyecek kadar insan direniş için

ortalığa dökülmüş durumdalar artık. Daha önce benzerine pek rastlanmamış bir durum

bu: Pek çoğu, tartışmasız bir şekilde kendi alanlarında dünyanın önde gelen isimleri

sokakta, eylemdeler: En üst düzey iklim bilimciler (Hansen), sayısız ödüllü genetik

bilimci, yazar ve yayıncılar (Suzuki), çok ödüllü hukuk âlimleri (Speth), Nobel Barış

 

Ödüllü aktivistler (Jody Williams), Özgürlük Madalyası sahibi çevre örgütçüleri (John

Adams), Pulitzer Ödüllü gazeteciler (Hedges), edebiyat, yayıncılık ve örnek vatandaşlık

dallarında pek çok ödül almış yazar, akademisyen ve aktivistler (Berry, McKibben, Roy,

Klein), oyunculuk, yönetmenlik ve çevre aktivizmi dallarında birçok ödül almış, kimi ikon

statüsü kazanmış oyuncular (Margot Kidder, Tantoo Cardinal), yerli halk ve kabilelerin

saygın reisleri, önde gelen dinî liderler... hepsi başkaldırmış, sivil itaatsizlik eylemlerine

geçmiş haldeler.33

Onların yanıbaşında kimler var? Kimi 90’ına merdiven dayamış emekliler, kimi 18’inden

gün almış öğrenciler, dünyada küresel ısınmayı pek kimsenin bilmediği zamanlarda (ta

1992’de) örgüt kurup, harçlıklarını biriktirip, biraz da aileden maddi destek alarak

çıkardığı yol parasıyla Birleşmiş Milletler Yeryüzü Zirvesi’nde dünya ülkelerinin

temsilcilerini iklim değişikliği felaketine karşı uyaracak konuşma yapmaya giden 12

yaşındaki çocuklar (tam 20 yıl sonra bu sefer genç bir “anne” olarak yeniden Rio’da

konuşacaktır!)... Sokaktaki insanlar yani, sıradan dünya yurttaşları...34

Bu insanları, şan-şöhret-para-prestij-gelecek kaygısı-fişlenme korkusu-ileride iş

bulamama endişesi dinlemeden ve bunların hepsini riske atarak, şiddet kullanmadan sivil

itaatsizlik eylemlerine girişmeye sevkeden sihirli kavram nedir? Ünlü aktris Daryl Hannah

ile –kendi arazisinde kendi ‘mülkiyet hakkına tecavüz’ suçlamasıyla!– gözaltına alınan

“Büyük büyüknine” Eleanor Fairchild’ı, o narin bedenlerini devasa iş makinelerinin önüne

atmaya, polis tarafından itilip kakılarak, bileklerine plastik kelepçeler vurulup

hapishanelere tıkılmaya, en değerleri şeyleri olan kişisel özgürlüklerini dahi feda etmeye

iten şey nedir?35

Ya da, genciyle yaşlısıyla bir yığın çevre ve iklim aktivisti ile bir grup toprak sahibini

karayollarının ortasına, kamyonların yoluna yatma, aylarca ağaçların dallarında tüneyip

petrol şirketlerinin dev ağaç kesme makinelerinin kepçelerinin karşısında polisin biber

gazlarına ve binbir itip kakmasına karşı çıkmaya yönelten dürtü nedir?36 Nereden geliyor

bu cesaret? Hiç tükenmeyen, sürekli canlı kalan bu umut ve kararlılığın kaynağı nedir?

 

Dünyanın Sonu

Bu karmaşık soruya ancak kısmî ve parçalı cevaplar verilebilir. Mesela, zift kumları petrol

boru hattına karşı geçen yıl büyük bir başarıyla gerçekleştirilen dev sivil itaatsizlik

eyleminin örgütleyicilerinden Bill McKibben, kodeste geçirdiği 72 saati şöyle tarif

ediyordu: “Dünyanın sonu değildi; ama dünyanın sona ermesi, dünyanın sonudur.”37

Üç kişiden üç özlü paragraf alıntısı ile biter bu yazı. Guardian gazetesi, 2008’de başlatmış

olduğu “İklim Değişikliği Faciasına 100 Aylık Geriye Sayım” yayın kampanyasının 50. ayı

sonunda, yani “Devre Arası”nda 50 uzmana “Gezegeni felaketten kurtarmak için 50 ayınız

kaldığı söylense, neler yapardınız?” diye sormuştu. Cevaplardan şu üçünü sizin için

seçtik:38

Bill McKibben (Doğa’nın Sonu kitabının yazarı ve 350.org kurucusu): “Daha yoğun

çalışmak zorundayız – önümüzdeki 50 ay boyunca doğrudan doğruya fosil yakıt

şirketlerini hedef alacağız; onların işletme modelleri gezegenin iklim sistemini

yıkmaları anlamına geliyor. Yani, ya biz ya onlar. Biz sağ kalalım derim.”

Gus Speth (Çevre hukuku profesörü, UNDP eski başkanı, Dünyanın Kenarındaki Köprü

kitabının yazarı): “Sonunda vardığım görüş: Şu anda esas ihtiyacımız olan şey,

sokaklara yayılmış devasa bir kitle protesto eylemi – küresel bir Tahrir Meydanı.”

Kumi Naidoo (Greenpeace International Direktörü, çocuk yaşta apartheid’a karşı

mücadeleye katılmış ve ömrü böyle geçmiş “sürekli eylemci”): “İnsanları gittikçe

artan sayıda sokaklara çıkıp barışçı sivil itaatsizlik eylemlerine katılmaya çağırıyoruz.

Eylemin sözden daha çok ses getirdiği özlü sözü doğru ve ne hazin ki, siyasi

liderlerimizin bize kulak vermesini sağlayacak tek yol bu gibi görünüyor.”

İşaretleyelim, ey okur – üçünü de.

 

Ömer Madra

7 Ekim 2012

 

Eylül ayında Açık Radyo'da neler oldu? Konuklarımızdan ve konularımızdan bazıları ise

şöyleydi:

1 BBC News online, 5 Eylül 2012;

ayrıca bkz.: Ömer Madra, “Ölüm Sarmalı”, AR Eylül 2012 bülteni, 1 Eylül 2012

2 CommonDreams.org, 20 Eylül 2012

3 Agy

4 John Vidal, “Arctic Expert Predicts Final Collapse…,The Guardian online, 17 Eylül 2012;

5 Agy; ayrıca bkz.: Ömer Madra, “Ölüm Sarmalı”, AR Eylül 2012 bülteni, 1 Eylül 2012

14

6 Greenpeace.org/canada, 19 Eylül 2012

7 John Vidal, “Arctic ice shrinks 18% in a year...,The Guardian online, 19 Eylül 2012

8 Anna M. Clark, “America’s Miasma of Misinformation on Climate Change,”

The Guardian online, 23 Eylül 2012

9 John Atcheson, “We Are Writing the Epilogue to the World We Knew,”

CommonDreams.org, 31 Ağustos 2012

10 Agy

11 Ben Cubby, “Tipping into New Climate Territory as Scientists Put Fears on Ice”, 23 Eylül 2012

The Sunday Morning Herald online, 23 Eylül 2012

12 Bkz: Ömer Madra - Ümit Şahin, Küresel Isınma ve İklim Krizi, Agora, 2007, (2. basım), s. 266-67

13 Nakleden Joe Romm, “It’s ‘Extremely Likely That at Least 74% of Observed Warming Since 1950’ Was

Manmade...,Thinkprogress.org/climate, 5 Aralık 2011 (vurgular benim – ÖM)

14 Nakleden Matthew Rothschild, “Bill McKibben: Go After the ‘Outlaw’ Fossil Fuel Companies,” The

Progressive online, 21 Eylül 2012

15 George Monbiot, “Along with the Arctic Ice, the Rich World's Smugness Will Melt”, The Guardian online, 27

Ağustos 2012

16 George Monbiot, “The Day the World Went Mad,” The Guardian online, 29 Ağustos 2012

17 Örneğin, bkz.: NTVMSNBC.com, Radikal.com, Sabah.com vb. haber portalları, gazeteler.

18 Chris Hedges, “Life is Sacred,”, TruthDig.com, 3 Eylül 2012

19 “Australia Seventh-Worst Polluter on Earth: Report”, ABC News online,16 Mayıs 2012

20 Pallab Ghosh, “Science Adviser Warns Climate Target ‘Out the Window’,” BBC News, 23 Ağustos 2012

21 Suzanne Goldenberg, “Report Warns of Global Food Insecurity As Climate Change Destroys Fisheries,” The

Guardian online, 24 Eylül 2012

22 Örneğin bkz.: “100 Million Dead, Trillions of Dollars Lost from Climate Change by 2030....”,

CommonDreams.org, 26 Eylül 2012

23 Connie Hedegaard, “Get Used to ‘Extreme’ Weather…”, The Guardian online, 19 Eylül 2012

24 Alister Doyle, “Climate Change to Shrink Fish…”, Reuters, huffingtonpost.com, 30 Eylül 2012

25 “Studies Confirm Climate Change Causes Further Destruction...”, CommonDreams.org, 2 Ekim 2012

www.commondreams.org/headline/2012/10/02-2

26 Zoe Holman, “Plastic Debris Reaches Southern Ocean…,” The Guardian online, 27 eylül 2012

27 Bkz.: yukarıda dipnot 2

28 “Küresel Isınma Beklenenden Erken Geldi...Kaçmak İçin 10 Yıl KaldıMilliyet online, 7 Ekim 2012

15

29 Joe Romm, “Oxfam Warns Climate Change and Extreme Weather Will Cause Food Prices to Soar,”

thinkprogress.org/climate, 27 Eylül 2012

30 Joseph Romm, “Desertification: The next Dust bowl”, 27ekim 2011

31 Bill McKibben Interview at www.foodrevolution.org, Haziran 2012

32 Agy

33 Örneğin bkz.: “Protest Against Keystone XL Pipeline Spreads Across North America”,

34 “Severn Cullis-Suzuki Returns to Rio 20 Years After Stopping the World,”

; ayrıca “Dünyayı Durduran Konuşma” için bkz:

www.youtube.com/watch?v=F_O1Au8vZLA&feature=related

35 “Tar Sands Blockade: Along with Landowner, Actress Daryl Hannah arrested”,

CommonDreams.org, 5 Ekim 2012

36 Green Groups: “We Stand With Those Who Stand Against Tar Sands Pipeline: An Open Letter”,

CommonDreams.org, 5 Ekim 2012

37 Matthew Rothschild, “Bill McKibben: Go After the ‘Outlaw’ Fossil Fuel Companies,”

The Progressive online, 21 Eylül 2012

38 “50 Months to Save the World – Interactive,The Guardian online, 1 Ekim 2012