Aylin Aslım'la Söyleşi

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Eraslan Sağlam: Bağımsız bir albüm çıkartma sürecini anlatabilir misiniz bize lütfen?

 

Aylin Aslım: Bu ihtimali her zaman tutuyordum bir kenarda, ama geleneksel yolla ve aslında daha mantıklı olan yolla, yani bir plak şirketinin finanse ettiği şartlarda albüm yapmayı tercih ederdim aslında. Çünkü diğer türlü, müzik dışında birçok başka işle, bir sürü şeyle uğraşmak zorunda kalıyorsunuz. Bunun güzel yanı ise şu; müziğinize müdahale ettirmemiş oluyorsunuz. Aslında bugüne kadar diğer albümlerde de hiç bir plak şirketinin bunu yapmasına izin vermedim. Bu sefer öyle olamayacak gibi göründü; çünkü albümlerin hiç satmıyor oluşu, herkesin internetten bedava müzik ediniyor olması, artık plak şirketlerini "nasıl sattırırız" diye, iyice çıldırtmış durumda. Daha ticari, radyoda daha çok çalınabilir bir müzik istiyorlar.

 

E.S: Yani, "tamam bu yedi parça olsun, ama bir tane de sattıracak birşey koy içine" demek gibi birşey galiba.

 

A.A: Bazısı "bir tane" diyor, bazısı, "bunların hepsini boş ver, bunlar çok sert, bu şarkıları geç başka şarkılar yap" diyor. Yani başka şarkıları da ben yapacağım. Onlar da bunun gibi olacak yani. Çıkacak şey belli. Ben de dedim ki "Hiç gerek yok!"

 

E.S: Çok iyi yapmışsınız.

 

A.A: Çok zor oldu, çok zor şartlarda, çok uzun sürdü. Dinleyicilerle haberleştiğimiz çeşitli ortamlarda, internet sitelerinde albümün çıkış tarihini verdik. O tarih tutmadı mesela. Bunun gibi aksaklıklar oldu, ama yine de bağımsızlığı başka birşeye, kolaylığa değişmiyorum.

 

E.S: Bence de bağımsızlık çok daha iyidir. Bu üçüncü albüm değil mi? Dört yıllık bir aradan sonra, üçüncü albüm. İnternette sizi takip eden dinleyicileriniz yazdıklarına da biraz  baktım. Hem de yazılı basındaki eleştirilere baktığımda gördüm ki, çok iyi eleştirilerle karşı karşıya albüm. Bu da hoşuma gitti ayrıca.

 

A.A: Benim de....

 

E.S: Rock müziğinin erkeksi bir alan olduğu söyleniyor bir eleştiride, bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

 

A.A: Doğru, kısmen öyle aslında. Anglosakson kültüründen gelen bir müzik diyebiliriz her halde. Onlarda bizden daha az maço değiller yani. Bunlar bana çok açık ve net geliyor, bazen bu konularda konuştuğumda çok sert konuştuğumu düşünüyor insanlar. Neden sert bulunduğunu anlayamıyorum bir türlü. Yani yüz küsur yıl öncesine kadar, kadınlar erkek takma isimleriyle kitap yazmışlar, resim yapmışlar, beste yapmışlar vesaire. Hâlâ dünyaca ünlü rock müzisyenleri dediğinizde daha az kadın geliyor aklınıza mesela. Durum böyle iken, "böyle değil" demek biraz garip olmuyor mu?

 

E.S: Evet bunu bilerek o sahnenin üstüne adım atmak da size ayrı bir motivasyon, ayrı bir yaratı gücü veriyordur diye tahmin ediyorum.

 

A.A: Özellikle bunun kamçıladığını zannetmiyorum, ama bu tür eleştiriler, -"kadından gitarist olmaz" falan derlerdi mesela-; Kemancı'da çaldığımız yıllardı. Düşünün hâlâ o zihniyetteydiler. Kız gitarist olunca erkek gitaristler gelip seyrederdi, böyle "ellerini kavuşturup, çalabiliyor mu, çalabilecek mi?" diye. Kadından davulcu da olmaz diye düşünülür mesela. Benim bile gençliğime bunların yansıması oldu. Şimdi tabii çok daha farklı. Çok daha fazla kadın müzisyen var, ama bunu hâlâ bir mesele olarak konuştuğumuza göre, var böyle bir durum demektir.

 

E.S: Zaten albümünüzün içeriğine baktığımızda benzer bir mesele ile karşılaşıyoruz. Kadın meselesi ile çok doğrudan ve çok açık bir şekilde karşılaşıyoruz. Hazır Kemancı demişken, Zeytin günleri  ile ilgili ne demek istersiniz Açık Radyo'da?

 

A.A: Zeytin benim sahneye çıktığım ilk grubum. Liseden beri bir sürü gruba girdim, çıktım, ama Zeytin ile birlikte aslında sahne kariyerim başladı, ya da "profesyonel müzik hayatım" diyeyim daha havalı olsun. Yani para kazanmaya başladık. Sahneye çıktık, insanlar bizi izlemeye geldiler.

 

E.S: Ben sizi ilk orada dinlemiştim.

 

A.A: Bayağı zaman olmuş. Aslında o Kemancı'yı aramıyor, özlemiyor değilim. Bu kadar tematik, kendi kimliği olan rock bar ondan sonra gelmedi. Kemancı da öyle hatıralarda kaldı.

 

E.S: Bizlerde evlerimize çekilmeye başladık zaten.

 

A.A: Şimdi daha farklı bir durum var. Bar sahipleri daha çok içki satma peşindeler. Kemancı gibi, Zeki Abi gibi bir rock militanı değiller. Rock müzisyenlerinin konserlerini de yapmaktan çok hoşlanmıyorlar mesela. Yeterince paralı bir müşteri değil onlar için rock dinleyicisi. Zamanlar değişti biraz. Zeytin ilk grubumdu. Oradan Şehnaz Sam hâlâ müzik yapmaya devam ediyor. Albümünü yeni çıkarttı. Daha sonra benim için başka müzikler önemli olmaya başladı.

 

E.S: Ayrıca Şehnaz Sam demişken, müziği ile tanışmamış olanlar için  söyleyelim: 1 Temmuz akşamı Çiçek Bar'da bir performansı var. Oradan da takip edebilirler.

 

A.A: Çok mutlu oldum bunu anons ettiğinize. Hatta ben de büyük ihtimalle orada olacağım. Şehnaz iyi bir dostumdur ve çok iyi bir müzisyendir. Sesi de muhteşemdir tek kelimeyle. Ben tavsiye ediyorum. Albümün adı "Aşka Düşer". Uzun yıllar sürdü onu hazırlaması ve gerçekten değmiş.

 

E.S: Peki "Super Sonic" ile ilgili neler söyleyeceksiniz.

 

A.A: Super Sonic benim elektronik müziğe aşık olduğum zamanların 'cover' grubu. Yine Kemancı'da ama bu sefer Üst Kemancı'da söylüyordum. Daha elektronik ve pop ağırlıklı bir katıydı Kemancı'nın. Ve hiç bir yerde çalmayan ve hiç de pop olmayan, sevdiğimiz elektronik parçaları yorumluyorduk. 98' yılından bahsediyorum.

 

Bu arada ilk albümü hazırlamaya başladım. Mola almam gerekiyordu, biraz sıkılmıştım açıkçası. Elektronik müziğin dünyada patladığı, yükseldiği yıllardı ve çok ilginç işler çıktı o yıllarda. Şimdi o kadar büyük dalgalar gelmiyor, daha küçük küçük parlamalar oluyor. Belki bir drum&base dalgası... O yıllarda çıktı tabii ki beni de etkiledi. Evinde kayıt yapıyor olabilmek, evinde, bir gruba, prova odasına gereksinim duymadan bu kadar kolay müzik yapabiliyor olmak müthiş bir şeydi benim için. Hayal gücünü biraz zorlayan ve çok destekleyen bir şeydi. Yani kendi sesini üretebiliyordun sentetik aletlerden vs. Kendi sesini üretmek çok acayip bir şey değil mi? Herhangi bir enstrümanda bulunmayan bir ses üretiyorsun mesela... Bunlar beni birkaç yıl oyaladı. İlk albümün sound temelleri o yıllarda atıldı. Fakat sahne kısmına gelince işin öyle olmadığını gördüm. Yani elektronik müziği bırakın, elimde bir buçuk yıl hazır albümle dolaştım. "Kimse bu müziği dinlemez" dediler büyük şirketler. "Satmaz" dediler. "Bizim için senin albümünün bu gördüğün kola kutusundan farkı yok" dediler. "Biz her albümün kaç tane satacağı ile ilgileniriz" dediler. "İyi" dedim ben de. Bir buçuk sene dolaştıktan sonra albümü çıkartacak bir şirket bulduk kendimize. Şimdi o albüm  aradan 5 yıl 6yıl geçince, insanların çok sevdiği bir albüm haline geldi. Ama ben artık orada değildim tabi.

 

E.S: Prodüktör olarak kiminle çalıştınız? Nasıl bir çalışma yürüttünüz?

 

A.A: "Biz başlayalım da gerisini artık ne yapacağız bilmiyoruz," diye girdik işe. "Biz" dediğim de, ben ve Övünç Dan. Bu albümün yapımında sevgili müzisyen arkadaşımla beraberdik. İlk kez onunla, biriyle beste yapabilecek kadar yabaniliğimi kırdım. Bir sürü şarkıyı birlikte yaptık. "Artık şirketlerle görüşmeyi sinirlerimizi kaldırmayacak daha fazla ve zamanımız  kayboluyor, uçuyor gidiyor, aylar geçiyor. En iyisi biz başlayalım," dedik. Zaten bu durumda ben de albüm prodüktörü olmuş oldum. Yani düzenlemelere, müziğine, introsuna, sözlerin son hallerinin nasıl aranje edileceğine herşeye biz karar verdik. Ve demolarını yaptık.  Neredeyse demoların aynısını da albüme bastık. Fakat yine de Sarp Özdemiroğlu gibi alanında  kendi tarzını yaratmış nadir prodüktörlerden birine rastlayınca onun elinin değmesini istedik ve o da çok sevdi şarklıları. Müziği de çok sevdi. "Böyle bir şey yapmıyor kimse ve ben de bunun parçası olmak istiyorum," dedi. Onu demesiyle birlikte bütün yükü onun sırtına bırakarak, ben sadece şarkı söyledim stüdyoda. Ve bayağı hızlı çalıştık.

 

E.S: Peki başka kimlerin katkısı oldu albüme?

 

A.A: Övünç ve Sarp en önemli isimler benim için. Yıllardır davulcum olan Mert Alkaya davulları çaldı; canlı kaydettik. Bir iki parçada gitarıyla, diğer parçalarda da bas gitarı ile Sefa Hendem çok katkıda bulundu. Bas gitaristim aslında Ayça Sarıgül, ama kayıtlar esnasında yurt dışındaydı. O yüzden yetişebildiği iki parçaya çaldı. Bir de Barış Yıldırım var, yeni dahil oldu gruba, ama benim on beş yaşından beri arkadaşım. O da bir şarkının düzenlemesine gitarı ile eşlik etti. Böyle güzel bir aile olduk biz.

 

E.S: Peki albümün adına nasıl karar verdiniz?

 

A.A: Albümün adına "Sen mi?" şarkısını yazar yazmaz karar verdim. Çünkü tam olarak hissettiğim şey oydu. İçinde yaşadığım ortamla ilgili. İstanbul'la, Türkiye'ye ve sektöre dair. Çok da açıp insanların hayalinde kurduğu şeyi bozmak istemiyorum albümün ismiyle ilgili. Eğer böyle bir hayal kurdularsa tabii. İki tarafı var aslında, çok sert bir albüm olduğu için sözleri açısından en azından, belki o sözleri söylediğim insanların kaçması gereken bir albümdü.

 

E.S: Peki "sabrı taşmış kadın" şarkıların tınısında ve sözlerinde nasıl bir yer buluyor?

 

A.A: Mesela az önce dinlediğimiz "Hoşuna Gitmedi mi?" adlı şarkıda -diğer adı da "Kız Kaçıran"- Türkiye'de çok görmeye alışkın olduğumuz bir erkek tipi anlatılıyor. Baba parası ile kadınlara hava atan, mümkünse onları da ezmeye çalışarak, ezerek kendini daha erkek hisseden, kadının giydiği şeyin kısalığına, transparanlığına kafayı takmış olan, nasıl oturup nasıl kalkacağını kadına söylemeyi, ona göre davranmasını isteyen bir erkek tipi... Sabrı taşmış bir kadındır böyle bir erkekle yaşayan bir kadın diye düşünüyorum. Sanıyorum çok örneği var bunun, bunu ben çok görüyorum. "İçtim İçtim"de  ondan bahsediyor. Rockın erkeksi bir alan olup olmadığını sormuştunuz. Mesela dünyaca ünlü rockstar erkekler içip içip sapıtınca, bayılınca sahnede falan çok "cool" oluyor. Hemen starlığa adım atıyorlar. Ama Amy Winehouse yapınca, "zavallı düşmüş kızcağız" oluyor. Türkiye'de de böyle. Teoman gibi bir tane kadın var mı? "Olsun," demiyorum, ama olsa ne yaparlardı o kadına acaba?

 

E.S: Çok rahat günlerin beklemeyeceği kesin.

 

A.A: "İçtim İçtim" böyle bir şeyden bahsediyor albüm, ama güzel aşk şarkıları da var.

 

E.S: "Aşk geri gelir" var. "Güzel Gözlü Güzel Çocuk"'u buna dahil edebilir miyiz?

 

A.A: Bence edebiliriz orada da böyle kırık bir aşk hikâyesi var.

 

E.S: Hemen size dinleyicilerinizin bir iletisini size iletmek görevi hissediyorum şu anda. Bu benim fikrim değil. Dinleyicileriniz sekiz şarkıyı az bulmuşlar. Ne demek istersiniz.?

 

A.A: Farkındayım o yorumların. Valla şimdi bu albüme bir tane daha ya da iki tane daha balad koysaydım olmayacaktı. Biz bir sürü şarkı hazırladık Övünç'le bu albüm için ve içlerinden bize göre en iyilerini seçtik. Bize göre bu albümün bütünlüğünü iyi sağlayacak şarkıları seçtik. İki tane daha balad koysam olayın ayarı kaçacaktı, daha çok baladın olduğu bir albüm olacaktı. Diğerleri gibi bir sürü şarkı var. Bu sefer çok sert bir albüm olacaktı. Yani artık onu bilmiyorum adı ne olurdu, "Canını Seven Kaçsın" yerine, "Kafaya Dikkat Et" filan olacaktı herhalde. Açıkçası ben bir tane şarkı için albüm aldığımı çok net hatırlıyorum. Yani onu da geçelim, bir şarkı için aldığımız bir sürü çöp albümler yok mu? Bence burada sekiz tane, bana göre, benim kendime "iyi ki yapmışım" dediğim çok iyi hissettiğim sekiz tane şarkı var. Bir albümün şarkı sayısı ile değil de, biraz klişe olacak ama, "nicelikle değil, nitelikle" eleştirilmesini tercih ederim.

 

E.S: Dinleyicileriniz de bu anlamda bir eleştiri yöneltmiyor. Tam tersi bir övgünün parçası olarak bunu sunuyorlar size.

 

A.A: Yok ben şey gibi okudum; "Sekiz parçalık albüm mü olur? Dört yıldan sonra çıka çıka sekiz parça mı çıkmış?" Ya şimdi bu sekiz parçanın sekizi de onar dakikalık olsaydı ne diyecektiniz, yine, "sekiz parça az" mı diyeceksiniz. Bunlar çok göreceli şeyler. Müziğin bu şekilde değerlendirilmesini doğru bulmuyorum; bence böyle bakılmaması gerekir. Adamın morali bozuktur; Üç tane şarkı yapıp beş tane remix yapıp albüm yaptım diye çıkan bir çok insan var.

 

E.S: Ama şunun altını çiziyorum, dinleyicilerimiz daha çok, Aylin Aslım'ı çok özlemiştik, çok uzun zaman olmuştu diyorlar. "Daha çok parça, daha çok albüm" diye bunu söylüyorlar zaten.

 

A.A: Ben de onları şöyle teselli edeyim; son albümler kısa olmuş olabilir onlara göre, ama diğer şarkılar da daha hızlı gelecek. Böyle bir şey olacak. Belki daha az şarkılı, daha sık buluşmalar daha mantıklı. Şimdi biraz kırıcı olacağım belki, ama albüm satışları da ortada. Kimse albüm satın almıyor. Satın bile almadığı bir şeye, satın almaya değer bile bulmadığı bir şeye, "çıka çıka bu kadar mı çıkmış?" demek de biraz ayıp oluyor, dürüst olalım. Kimse albüm satın almıyor ve herkes internetten illegal olarak bedava indiriyor.

 

E.S: Biraz da şımarıklık diyebiliriz, o hakkı kendilerinde görme duygusu ile...

 

A.A: "Az geldi, çok sevdik" sözlerini çok tatlı ve çok samimi buluyorum, ama hani artık müzisyenler kendi ceplerindeki parayla albüm yapmaya çalışırken, klip çekmeye mecbur bırakılırken, bir de bu konuda baskıyı hak etmiyorlar bence.

 

E.S: Çok özel bir albüm bu kanımca. Herkesin arşivinde bu formatta barındırmak isteyeceği bir albüm olacağı için, uzun soluklu olacağını düşündüğüm bir albüm.

 

A.A: Benim albümler genelde öyle uzun uzun, yavaş yavaş gider. Biz tabi hâlâ cd alan kuşağız. Siz de ben de. Ama hani on üç yaşındakiler böyle mi düşünüyor, böyle mi hissediyorlar bir sanatçı için bilmiyorum.