COVID-19 virüsüne ilişkin son bilgiler: Prof. Dr. Selim Badur ile söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

Altın Saatler programında konuğumuz Prof. Dr. Selim Badur, koronavirüsle ilgili son bilgileri paylaşıyor. 

Altın Saatler: 11 Mart 2020
 

Altın Saatler: 11 Mart 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

Gürhan Ertür: Bu hafta konuğumuz Prof. Dr. Selim Badur ve şu anda telefon hattımızda. Hocam merhaba.

Selim Badur: Merhabalar, iyi yayınlar.

GE: Sağolun, konumuz yine Korona Virüsü . Son durum nedir? İlk baştaki açıklamalarla bugünkü durum arasında bir fark var mı?

SB: Bugün saat 13:40 itibariyle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) özel bir sitesi var, oradan dakika dakika olgu sayısını ve yaşamını yitirenlerin sayısını izlemek mümkün. Benim oradan saat 13:40 itibariyle gördüğüm sayı 119.476 olgu var, 120 bin kadar olgu var. Bunların 66 bin kadarında iyileşme bildirilmiş. Yaşamını yitirenlerin sayısı da 4291. Bu durum aslında hastalığın bulaştırma özelliği, rov değeri dediğimiz bir değer vardır hem onu hem de mortalite özelliğini yani ölümcüllüğünü kıyasladığımız zaman diğer enfeksiyonlarla tablonun biraz daha netleşmesi mümkün. Örneğin Korona virüslerin aynı aileden virüslerin oluşturduğu SARS gibi 2000’li yılların başında sorun yaratan bir enfeksiyonla %9 ile 10 oranındaydı ölümcüllüğü. Mers’in o da S. Arabistan Ortadoğu ülkelerinde görülen bir korona virüs enfeksiyonuydu, onun ölümcüllüğü çok daha fazlaydı %36’lar kadardı. Şu andaki SARS Covid-19 ya da SARS-2 diye tanımlanıyor artık virüs, bunun ölümcüllük oranı %1 ile 2 arasında yani diğer korona virüs enfeksiyonlarına oranla düşük bir ölümcüllük özelliği.

Elvan Cantekin: Verdiğiniz rakamlara bakınca esasında %3’ün biraz üstünde gibi oldu; 119.476 vakaya 4291 değil mi?

SB: Evet ama olgu sayısı böyle 119-120 bin bizi çok fazla yanıltmamalı çünkü korona virüs enfeksiyonlarına asemptomatik dediğimiz yani belirti göstermeyen hasta sayısı çok daha fazla. Yani olguların neredeyse %80’i herhangi bir belirti göstermiyor. Bu önemli bir durum ve hastalığın süratle yayılmasının ana nedenlerinden bir tanesi de bu durum. Bunu şunun için söylüyorum, örneğin hava limanlarında termal kameralarla ateşi olanlar saptanıyor birtakım riskli bölgelerden gelenler için en azından birkaç hafta öncesine kadar. Şimdi artık riskli bölge diye tanımlayacağımız bölge kalmadı hemen hemen tüm dünyaya yayıldığı için. Bu ateş ölçme ile sadece ateşi olan korona virüs olgularını siz saptayabilirsiniz, 10 tanesinden 8 tanesi herhangi bir ateş bulgusu olmadan o termal kameralardan geçiyor ve bu şekilde yayılıyor. İtalya’da bugün bu şekilde süratle yayıldığını biliyoruz. Bu önemli bir nokta.

EC: Bir de şöyle bir iddia gördüm ben, bu test yapılan hasta sayısı ya da kişi sayısı arttığı zaman bu ölüm oranları düşecektir diye bir görüş var. Yani şu anda 119 bin kişiye bir şekilde teşhis konmuş ama genelde yayıldığı ülkelerin popülasyonlarına baktığınız zaman esasında test edilen insan sayısının az olduğu ve bu yüzden de ölüm oranlarının yüksek çıktığı gibi bir iddia var. Bu doğru mudur?

SB: Bu test yapma konusunda çok spekülasyon yapılıyor, aslında yaklaşımın şöyle olması doğru DSÖ’nün de yaklaşımı bu yönde, bizim klinik olarak olası vaka dediğimiz bir vaka tanımı vardır, başlangıçta deniyordu ki örneğin Çin’den gelen ya da Çin’e seyahat etmiş olan ateşi olan ve solunum yolu enfeksiyonu bulguları olan yani öksürüğü olan, solunum güçlüğü olan kişilere test yapılır deniyordu. Şu anda bu tanım yavaş yavaş değişiyor çünkü sadece Çin’den değil İtalya’dan da ya da farklı bir Avrupa ülkesinden gelende de eğer siz ateş ve solunum enfeksiyonu bulguları görürseniz o zaman test yapmanız lazım. Esas bu asemptomatik dediğimiz herhangi bir klinik bulgusu olmayan kişilere test yapmaya başlarsanız bunun işin içinden çıkılmaz ve gayet karmaşık bir tablo ile karşı karşıya kalırız. Biz bunu 2009-2010 H1N1 pandemisi döneminde yaşadık Türkiye’de. O dönemde ben İstanbul Tıp Fakültesi’nde görev yapmaktaydım ve o benim laboratuvarım DSÖ’nün grip referans laboratuvarıydı. O laboratuvarda örneğin sadece olası vaka tanımına uyan kişilere test yapmakla yükümlüydük. Bunu şunun için söylüyorum, siz öksüren, aksıran, burnu akan, sıradan bir nezle, soğuk algınlığınız var ve “ya bende bir korona virüs var mı?” diye tetkik yaptırmaya kalkarsanız bu işin içinden çıkılmaz ve sayıları yanıltır. Yani gereksiz yaptığınız testler, olası vaka tanımına uymayan kişilerde yapılan testler sizin pozitif oranlarınızla orantılandığı zaman birdenbire çok az sayıda saptamış olursunuz. Bunu şunun için söylüyorum, özellikle belirli merkezlerde bu testin yapılması doğru bir yaklaşım, dünyada da böyle yapılıyor. Biz biraz önce belirttiğim 2019-2010 yıllarında pandemi döneminde gördük, bu dalga başladıktan kısa bir süre sonra çeşitli özel kuruluşlar bu testi yapmaya başladılar, özel laboratuvarlar, hastaneler, klinikler ve bu durumda insanlar “parasıyla değil mi kardeşim? Ben parasını veririm testimi yaptırırım, bir bakalım bende bir şey var mı?” diyor herhangi bir klinik bulgu olmadan da. Bu yanıltıyor sayısal değerleri, onun için bu olası vaka tanımına uyanlarda test yapılması, yani çok fazla test yapılmaması bu açıdan doğru bir yaklaşım aslında.

GE: Bu 120 bin rakamı bu anlamda doğru bir rakam mıdır hocam?

SB: Bu olgu dediğimiz 120 bin rakamı kendisinde vaka tanımına uyan ateş ve diğer belirtiler olup bir de testi yapıldığı zaman ve testi pozitif çıkanların sayısı.

GE: Bir de tespit edilemeyenler var tabii herhalde?

SB: Tabii tabii.

GE: Bu sizin belirtmiş olduğunuz ölüm oranı tespit edilemeyen bazı vakalar da hesaba katılarak belirleniyor.

SB: Elbette, doğrusunu isterseniz bu bulgular olmadan test yaptırmanızın sağlıklı bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum. Ancak sizde birtakım belirtiler ortaya çıktıktan sonra test yaptırmanız lazım. Bunun için de belirlenen birtakım hastaneler var, o hastanelere başvurup ülkemizde, oraların listesi yayınlandı Sağlık Bakanlığı tarafından, o testler ancak klinik bulgusu olanlara yapılmalı.

GE: Belirtileri kısaca özetlemek mümkün mü?

SB: Tabii yüksek ateş bir kere olmakta ve bu ateşle beraber biraz önce bahsettiğim gibi öksürük, nefes darlığı, daha ciddi olgularda zatürre, premoni dediğimiz bir klinik tablo ve ilerleyen vakalarda çoklu organ yetmezliği ortaya çıkmaya başlıyor. Diğer tüm korona virüslerde olduğu gibi solunum yolu enfeksiyonu belirtileri söz konusu oluyor.

GE: Kuru öksürüğü tanımlayabilir misiniz?

SB: Aslında kuru öksürük ya da daha farklı öksürük şeklinde bir tanımlama yapmak doğru değil.

GE: Bu önemli.

SB: Nasıl olursa olsun öksürük ve ateş ve nefes darlığı ile solunum güçlüğü, bu bulgular olduğu zaman bir kliniğe başvurup bu testin yapılmasını zaten isteyecektir.

GE: Bu konuda da adres Sağlık Bakanlığı tarafından belirtilmiş olan hastaneler ve klinikler değil mi?

SB: Evet.

GE: Yani herhangi bir yere gitmiyoruz.

SB: Gidilmemesi lazım.

GE: Çünkü oralarda da tespit çok mümkün değil herhalde?

SB: Şöyle, şu an için Türkiye’deki test yapan merkezler Ankara’da başladı, sonra İstanbul’da devam ediyor, bunlar gereklilik test malzemelerini, araç ve gereçlerini zaten DSÖ’den temin etmekteler. Referans laboratuvarlarına DSÖ bütün dünyada sadece ülkemizde değil, hemen göndermeye başlıyor o testleri, hemen geldi birkaç gün içinde zaten, Türkiye’ye de ulaştı. Bu standardize edilmiş ve doğru sonuç verdiğinden emin olduğumuz, yalancı pozitif, yalancı negatif çünkü yanıltır, duyarlığı az bir test kullanırsanız hastada virüs olduğu halde o test saptamayabilir. Bunun böyle olmaması lazım, onun için o standardize DSÖ kitleriyle testler yapılmalı.

GE: Yani özetlemek gerekirse yüksek ateş olması gerekiyor, öksürük olması gerekiyor, nefes darlığı, nefes zorluğu olması gerekiyor, bunların hepsinin birleştiği bir durumda da başvuracağımız sağlık kuruluşları Sağlık Bakanlığı’nın sitesinde mevcut.

SB: Evet.

GE: Daha önce de biz bu konuda bir program yaptık ve bu tür yeni ortaya çıkmış olan virüslerin aşılarının bulunması için belli bir zaman gerektiği belirtilmişti. Bunun zamanı nedir?

SB: Normalde herhangi bir aşının erken saptanıp onun moleküler biyoloji yöntemleriyle dekansları yani dizi analizleri moleküler özellikleri ortaya konduktan sonra toplu üretim için 12-18 aylık bir süreç gerektirir bunun hazırlanması. Bu aşının enfetlere ya da flakonlara konması bu kadar almıyor. Daha sonra elde ettiğiniz o aşının önce hayvan deneyleri, sonra faz 1-2-3 şeklinde tanımlanan üç fazda üç aşamalı insan deneylerinin yapılması lazım, kontrollerinin yapılması lazım. Bu iki amaçla yapılıyor, birincisi aşının gerçekten etkili olup olmadığını anlamak için, ikincisi de elde ettiğiniz aşının bir yan etkisinin, bir olumsuzluğa yol açıp açmadığının kontrol edilmesi için. Ancak pandemi döneminde olduğu gibi bu normal bir aşı için gerekli olan yönetmelikleri DSÖ acil, böyle pandemi dönemlerinde kısaltır, yani o kontroller süresini olması gerekenden biraz daha kısa tutar. Böylece daha erken dönemde örneğin 12-18 aylık süreyi 9-10 aya indirebilir, çekebilir. Onun için bu korona virüsle ilgili olarak, bu yeni virüsle ilgili olarak aşının herhalde 2020 yılının son aylarından önce devreye girmesini bekleyeceğiz.

GE: Yani Aralık ayını bile bulması mümkün.

SB: Evet.

EC: DSÖ hala pandemi ilan etmedi değil mi?

SB: Evet etmedi, pandemi ilan etmemesinin çeşitli nedenleri var, şu anda bu aciliyet düzeyini arttırarak gidiyor, pandemi ilan etmemesinin nedenleri birtakım ekonomik nedenlere de bağlı. Pandemi ilan ettiğiniz zaman birçok yasaklamalar, kısıtlamalar devreye gireceği için henüz o aşamaya gelmiş değil. İkincisi tabii griple kıyaslayınca belki daha iyi anlaşılır diye müsaade ederseniz bir örnek vermek istiyorum. (Programın bitişinden bir saat sonra DSÖ Pandemi ilan etti-GE)

GE: Lütfen.

SB: Örneğin biraz önce DSÖ sitesinde gördüm, dünyada her yıl pandemi dönemi dışında interpandemik dediğimiz mevsimsel gribin sadece söz konusu olduğu dönemlerde 290 ila 600 bin kadar kişinin yaşamını gripten ötürü yitirdiğini biliyoruz. ABD’de 217-218 grip sezonunda 950 bin hastaneye başvuru olmuş, grip nedeniyle hastaneye yatış olmuş, 61 bin kişi yaşamını yitirmiş. Dünyada yüzbinlerle ifade edilen ve ölüme yol açan bir enfeksiyon hastalığı grip. Üstelik gribin hem aşısı var hem de gribe özgü insan virüsüne özgü antiviraller var, etkili tedavi araçları var elimizde. Bu tabloya rağmen gripten bahsedildiği dönemlerde herhangi bir şekilde konuyla ilgilenmeyen birçok insan şu an için korona virüsten ötürü çok ciddi bir panik yaşamakta. Sadece ülkemizde değil batı ülkelerinde de böyle. İşte Avustralya’dan fotoğraflar geliyor işbirliği yaptığımız birtakım çalışma gruplarından, marketlerde raflar boşalmış durumda.

EC: Türkiye’den de öyle fotoğraflar gelmeye başladı.

SB: Evet bunu anlamak bu panik havasını anlamak pek mümkün değil çünkü bu hastalık önemsenmeli ama paniği gerektirecek kadar da böyle bir durum şu an için söz konusu değil. Birtakım bilgiler çok değişiyor, örneğin bu bilimsel makaleleri toparlayan bir sitede biraz önce gördüm 655 tane yayın çıkmış hakemli dergilerden bu konuyla ilgili olarak. Yani bilim dünyası bu konuda yoğun bir şekilde çalışmakta ama bugün için bilenen bir ilaç yok, aşı çalışmaları biraz önce de bahsettiğim gibi yıl sonundan önce devreye girmesi mümkün değil. Çeşitli AİDS’te kullanılan tedavi amaçlı ilaçlar, sıtmada kullanılan ilaçlar devrede, bunlarla deneyler yapılıyor özellikle Çin’de ama şu an için olumlu herhangi bir durum söz konusu değil. Bu arada bağışıklık sistemi önemli ama onu nasıl güçlendirileceği meçhul. Bizde çeşitli bitkisel ürünler ya da birtakım ilaçlar bağışıklık sistemini güçlendirir denir, bunların herhangi bir bilimsel kanıtı yoktur. Durup dururken herhangi bir çorba içme ile filan bağışıklık sistemi düzelmez, onu daha güçlü kılmak pek mümkün değil.

EC: Dediniz ki normal bir grip sezonunda Amerika’da ya da bütün dünyada 200-600 bine kadar çıkan ölü sayıları oluyor, ABD’de sadece 1 yıl içerisinde 60 küsur bin civarında dediniz. Toplam baktığımızda esasında şu ana kadar COVID-19’la bir şekilde karşılaşmış olan, hatta teşhis konmuş olan insan sayısı 120 bin filan. Sonra iki tarafa baktığımız zaman bir tane grip bir de bu korona virüsü ikisi arasında çok ciddi bir hem sonuç hem de yaygınlaşma farkı var ama bakıyoruz dünyaya hakikaten İtalya bütün kapılarını kapadı, Çin’de başka şeyler oldu. Garip bir panik havası var, bunun nedeni bu virüsün tedavisi ve aşısının olmaması mı? Nedir?

SB: Dediğiniz gibi, çok katılıyorum, hem aşısının, ilacının olmaması, bir de yeni bir virüs, bilmediğimiz bir virüs. Bu virüsün herhangi bir mutasyona uğrayarak bu grup virüslerin aynı grip virüsünde olduğu gibi süratle yapı değiştirip davranışlarını değiştirmeleri çok olası. Virüslerin mortalite yani ölümcüllük oranlarının yükseleceği şekilde daha patojen, daha tehlikeli virüsler haline dönüşmesi durumunda bu kadar hızlı yayılan ve daha ölümcül olan bir virüs tablosuyla karşılaşmamak için bu önlemler alınmakta. Tabii bu arada bu önlemler diyorum aslında bu önlemler hastalığın yayılmasını durdurmak için alınabilecek en doğru önlemler. Ancak bunları yaparak kendi tabii birtakım dışlamalar ve farklı kesimleri dışlayıp onları damgalamak gibi birtakım ırkçı yaklaşımlar oluyor. Tabii bunların olmaması lazım ama bunları dünyada AİDS’te de gördük, başka enfeksiyon hastalıklarında da görüyoruz. Tabii bu sınırların kapatılması, okulların kapatılması, spor faaliyetlerinin ya da kongrelerin, kalabalık toplantıların durdurulması, ertelenmesi, bunlar bir arada kolay bulaşabilen bir virüs, griple kıyaslamak belki doğru olur bazı özellikleri açısından. Örneğin grip virüsünün dış ortamda vücut dışında yaşadığını biliyoruz, bu virüsün normal korona virüslerin dış ortamda, vücut dışında 3 saat kadar canlı kalması söz konusu iken gündem olan korona virüsler 9 güne kadar canlı kalabildiği bir yayında gösterildi 10 gün kadar önce. Bu tabii tehlikeli bir durum, elbette herhangi birisi, bu hastalığı taşıyan birisi hapşırıp öksürdüğü zaman eliyle ağzını kapatıp sonra eliyle bir kapı tokmağını, asansör düğmesine, elektrik düğmesine dokunduğunda oraya virüsü bulaştırdığında eğer gerçekten 9 gün canlı kalıyorsa virüs orada oraya her değen ondan sonra kendisini enfekte edecektir.

GE: Hemen burada bir şey sormak istiyorum hocam. Daha önceki açıklamalarda; özellikle eşyaların (örneğin yollardaki, Çin’den gelen mobilyalar yahut da giyim eşyaları-GE) üzerinden bulaşmasının mümkün olmadığı söyleniyordu ama diyelim ki şu anda uçakla Çin’den gelen herhangi bir malzemenin 9 gün boyunca canlı kalan bu virüsü de taşıması ihtimali var diyebilir miyiz?

SB: Evet var.

GE: Bu yeni ve farklı bilgi.

SB: Evet, bu yeni bilgi. Tabii burada hemen maske konusuna parantez açmakta yarar var.

GE: Zaten sorularımızdan biri de oydu.

SB: Türkiye’de daha az ama Uzak Doğuda, örneğin Japonya’da, Çin’de maske taşıyan ve o maskelerle gezen, işte metrolarda, uçaklarda maskeyle gezen birçok insan görüyoruz. Bir kere kullanılan maskelerin %90’ı bizim ameliyathane maskesi dediğimiz ince maskeler. Bunların virüsün size bulaşmasını önlemesi açısından hiçbir koruyucu etkisi yok. Bazı özel maskelerin kullanılması lazım, N90 gibi özel maskelerin kullanılması lazım, onları da 5 kez takıp çıkardıktan sonra zaten işlevsiz kalıyorlar. Bu standart maskeler yaklaşık 5 dakika içerisinde ıslanıyor ve herhangi bir koruyuculuğu yok. Maskeyi sadece sağlık çalışanları ve bu hastalığa yakalanmış insanların bakımını yapan insanların taşımasında yarar var, bir de hastaların taşımasında yarar var dışarıya virüs saçmasınlar diye. Aslında maskenin işlevi, biz ellerimizle bu virüsü alıyoruz büyük olasılıkla, ellerimizin farklı kültürlerde yapılan çalışmalar var bunlar da yeni yayınlandı, farkında olmadan insanlar saatte 23-25 kez ellerini ağızlarına, gözlerine, burunlarına değdiriyorlar. Bu teması kesmek için maskenin işlevi olabilir, mekanik bir durdurma aracı olabilir diye düşünülüyordu ama bu çok doğru değil, maske verilmesi, maske peşinde koşulması şu an için gayet gereksiz ve koruyucu etkisi olmadığı bilinen bir yaklaşım.

GE: Şimdi SARS dönemini hatırlıyorum veya hatırladığımı zannediyorum, dünya bu kadar telaşa kapılmamıştı ki sizin de belirttiğiniz üzere %10 gibi bir ölüm vakası ile karşılaşma durumu söz konusuydu. O dönemle bu dönem arasındaki fark sadece iletişimin daha yaygınlaşmış olması mıdır? Yoksa neden dünya bu kadar büyük bir telaşla ve korkuyla karşı karşıya kaldı?

SB: Unutmayalım ki arada 2009-2010 H1N1 pandemisini yaşadı dünya. O dönemde DSÖ hem geç davrandı hem de daha sonra gereksiz bir panik yarattı. Aşıların kullanımı devreye girdi, sirkülasyonlar çok arttı, ben hatırlıyorum aşı devreye girmeden Türkiye’ye gelmeden önce herkes H1N1 aşısı  peşinde koşuyordu Türkiye’de. Herkes aşı soruyordu, aşı bulmaya çalışıyordu ama aşılar geldikten sonra kullanım oranları çok az oldu. Bütün bu deneyimlerden hareketle DSÖ gayet tedbirli gitmekte, önlemleri almakta ama biraz önce sizin de sorunuzda olduğu gibi pandemi düzeyine çıkartmamakta, gereksiz panik yaratmayalım, aman hastalığın ileri yayılmasını mümkün mertebe erteleyelim diye çalışmakta. Tabii bu karantinaya almalar, sınırların kapatılması bir ülkeye bir virüsün girmemesi için, girdikten sonra zaten artık onun bir önemi kalmayacak ve bu kısıtlamalar bir süre sonra kalkacaktır. Diğer bir deyişle H1N1’de de olduğu gibi dünyaya yayılacak ve bu enfeksiyonun yayılımının durması aslında bazen speküle ediliyor. İşte havaların ısınması ile ultraviyole ışınları, güneş ışınları, bunlardan çok ne kadar fazla insan enfekte olursa bu hastalık o kadar süratle sürecektir bu enfeksiyonun dağılımı. Çünkü biz biliyoruz ki bugün birçok insan, her insan için yeni bir virüs bu, kimsede buna karşı bir bağışıklık, bir antikor söz konusu değil, ancak enfekte olanlar ve semptomsuz, belirtisi geçirenlerde bu antikorlar oluşuyor. Yavaş yavaş bu virüsle temas eden kişilerin sayısı arttıkça ki artacaktır, biz göreceğiz ki bu hastalık artık bulaşamayacak, dağılamayacak kolaylıkla, herkese bulaşamayacak. Bu durumda da hastalığın yayılmasının gün geçtikçe azalacağını ve bu şekilde ancak sönebileceğini düşünüyorum.

EC: Bunu Çin örneği için söyleyebilir miyiz? Çin’de vakaların azaldığı söyleniyor.

SB: Evet Çin’de vakaların azaldığı söyleniyor. Tabii Çin “bu işi iyi idare etti” diyen de var “çok kötü idare etti” diyen de var, “her şeyi açıkça paylaştı” diyen de var, “bilgileri sakladı” diyen de var. Bu konuda doğrusunu isterseniz net ve kesin bir şey söylemek mümkün değil ama şu anda Çin gerçekten gördüğümüz, okuduğumuz kadarıyla oldukça agresif bir şekilde gitti bu enfeksiyonun üzerine ve şu da bir gerçek, artık Çin’den fazla olgu gelmiyor, yani fazla olgu bildirmiyorlar.

GE: Bunun bir hayırlı tarafı da var tabii, Çin semaları şu anda masmavi görünüyor uydudan çekilen fotoğraflarda, fabrikaların durması, hatta bana sorarsanız şu anda büyümenin durduğu ülkeler bile dünyanın lehine özellikle iklim krizi açısından düşünürsek.

SB: Bu bağlamda tabii sadece iklim krizi değil bu küreselleşmeyle birlikte bir dizi faktör devreye girdi. Bu tarz enfeksiyon hastalıklarının ortaya çıkma riskini arttırma açısından.

GE: Doğru.

SB: Kentlerin yoğunlaşması, kalabalıklaşma, yoksullaşma, iklim krizi, ormanların kötü kullanılması, kesilmesi, suyun kötü kullanımı, bir dizi faktör bu enfeksiyon hastalıklarıyla yeniden ortaya çıkan, eski enfeksiyonları ya da yeni, bilmediğimiz enfeksiyonların yeniden alevlenmesi yol açtı. Bakın 21. Yüzyılın sonunda neredeyse enfeksiyon hastalıklarıyla mücadelede çok başarılı olduk, bu hastalıklar artık görülmeyecek, bunlar önemini yitirdi deniliyordu ki 2000 yılına girildiğinde başta AİDS, ebola filan gibi hastalıklar olmak üzere bir dizi yeni enfeksiyon hastalığı ortaya çıktı.

GE: Hatta zatürre bile yeniden canlandı değil mi bizim ülkemiz açısından?

SB: Tabii, bugün enfeksiyon hastalıklarına, ölümcül seyreden hastalıklara baktığımız zaman örneğin burada 4 bin kişi yaşamını yitirdiği için küresel boyutta bir panikten bahsediyoruz. Sıtmadan 1 milyondan fazla insan ölüyor ama sıtmadan bahsetmiyoruz. Bu yeni çıkan enfeksiyon hastalıklarına olan medyanın, bu sadece ülkemizde değil her yerde ilgisi çok fazladır. Örneğin vika ya da ebola ile çok ilgilenilirse çok daha fazla sayıda insanın yaşamını yitirdiği ya da sorun yarattığı enfeksiyon hastalıklarından fazla konuşulmaz, fazla bahsedilmez.

GE: Hocam 120 bin vakanın 66 bininin iyileştiğini belirttiğiniz, nasıl sağlandı bu?

SB: Tabii kimler ağır hastalanıyor? Ona bakarsak eğer belki daha iyi anlaşılır bu iyileşme oranı. Enfeksiyona yakalanan gençlerde, bir kere çocuklarda pediatif olgu dediğimiz çocukluk çağındaki korona virüs enfeksiyonların sayısına baktığımız zaman çok az, %1’lerde, 3’lerde filan. Bütün olguların o kadarı ancak çocuk hasta, bu önemli bir bulgu. Ağır seyreden ve kaybedilen hastaların büyük çoğunluğu 60-65 yaş üzerinde olan ve beraberinde birtakım komorvit dediğimiz yani kolaylaştırıcı faktörler, kronik hastalığı, süreğen hastalığı olan, örneğin diyabeti olan, örneğin astımı olan, kalp hastalığı olan, akciğer hastalığı, böbrek hastalığı olan bireyde daha ağır seyretmekte ve daha hastaneye yatışı gerektirecek kadar ağır solunum yetmezliğine yol açmakta. Ölümler hep %80’den fazlası bu kesimde, yani yaşlı ve birtakım kronik hastalıkları olanlar kaybedilmekte. Bu konuda biraz önce yeni ve şaşırtıcı bir bilgi 9 güne kadar dış ortamda canlı kalıyor demiştim, ilginç bir nokta da iyileşen ve taburcu edilen, iyileşip evine yollanan kişilerden bir süre sonra tekrar hastalanıp sağlık kurumlarına başvuranlar oldu özellikle Singapur’da ve Çin’de. Bu tabii beklenmeyen bir olaydı, neden testleri negatif çıkmaya başladıktan bir süre sonra aynı tablo ile tekrar testi pozitif olup hastaneye başvurular oluyor? Neden tekrar geri geliyorlar? Bu şu anda araştırılıyor.

GE: Yani şu anda bunun nedeni belli değil?

SB: Hayır nedeni belli değil, araştırılıyor, bunun ortaya çıkartılması lazım çünkü bu korona virüs başka hastalıklarda görmediğimiz bir özellik; bir insana tam iyileşti, tamam deyince olay biterdi, kapanırdı ama korona virüste en azından az sayıda da olsa böyle bir olgu var, tekrardan hastalık belirtileriyle aynı etkinin saptandığı ve hastaneye başvuran kişiler var uzak doğuda. Bu önemli bir bulgu, ikinci bir yenilik de bu durum.

GE: İzlememiz gereken noktalardan birisi de bu herhalde.

SB: Evet.

GE: 14 günlük karantina süresi genel bir uygulama mıdır? Yani başka virüslerde de uygulanan bir yöntem mi?

SB: Hayır, biliniyor ki inkübasyon süresi dediğimiz yani virüsü aldıktan sonra klinik bulguların ortaya çıktığı dönem bizim inkübasyon süresi dediğimiz bir dönem. Bu dönemin kontrol edilmesi lazım. Belirtiler ortaya çıktıktan sonra siz virüsü ne zaman saçmamaya başlıyorsunuz? Ne zaman virüsü dışarıya çıkartmamaya başlıyorsunuz? Buna bakılıyor. Korona virüsler için 2 haftalık bir süre belirlendi, her enfeksiyon hastalığında değişir bu süre. Virüsle temas ettikten ne kadar sonra hastalanırsınız, hastalandıktan ne kadar sonra virüsü saçmamaya başlarsınız? Buna bakarak bu 14 günlük süre gündeme geldi korona virüs için.

GE: Bu virüsün etkinliğini yitirmesine ilişkin ilk baştaki tahminlerle bugünkü durum arasında belli farklılıklar var değil mi?

SB: Evet. Her şeyden önce bunun böyle kolaylıkla Avrupa’ya geçip Avrupa’da da olgu sayısının süratle artmaya başlaması beklenmiyordu, birtakım önlemler veya seyahat kısıtlamalarıyla önüne geçilmeye çalışıldı ancak başarılı olamadı. Başarı olamamasının nedenlerinden bir tanesi de gelen uçaklar bu seyahat yoğunluğuyla beraber, siz termal kameradan geçiriyorsunuz, ateşi olan kişileri ayırıyorsunuz, onları gözetim altına alıyorsunuz ama ateşsiz ya da belirtisi olmayanları serbest bırakıyorsunuz, onlar da evlerine gidiyor. İşte o evlerine giden ama virüs taşıyan insanlar bir süre sonra hastalanıp o ülkeye, gittiği ülkeye hastalığı yaymaya başlıyorlar. O nedenle bu da bilinmeyen bir özellik, yani her uçaktan geleni de karantinaya almanız mümkün değil. Bu nedenle şu an için bütün bu kalabalık ortamlarda bulunmamak ve basit gibi görünüyor ama ısrarla ellerin sabunla düzgün bir şekilde yıkanması ve daha sonra eğer uygunsa alkollü bir dezenfektanla ellerin temizlenmesi ama hijyene en dikkat edilmesi, şu anda yapılması gereken en önemli önlem ve bu sıradan basit bir şey gibi görünüyor, bu kadar korkulan, bu kadar paniğe kapılan bir enfeksiyon hastalığında önerilir mi bu kadar basit bir önlem? Evet çok önemli çünkü ellerle bulaştığını biliyoruz. Elbette hasta kişilerin, öksüren, aksıran, ateşi olan kişilerin yanına yaklaşılmaması, kalabalık ortamlarda bulunulmaması, bunlar hastalığın yayılmasında şu an için alınabilecek en iyi ve en etkili yöntemler görünüyor.

GE: Açık Radyo stüdyolarını biliyorsunuz, örnek olarak burayı vermemin nedeni şu, tabii ki evlerdeki odalarımız veya girip içinde çalıştığımız iş yerlerimiz, buralarda alınması gereken önlemler nelerdir? Açık Radyo stüdyosunu düşünerek cevap verebilirsiniz.

SB: Hem Açık Radyo stüdyolarını düşünerek hem de daha büyük iş yerlerinde, yani daha fazla çalışanın görev yaptığı iş yerleri için bir kere şu anda belli ülkelere seyahatlerde kısıtlama olduğu için veya iş nedeniyle yurt dışına seyahatler neredeyse durduğu için geriye kalıyor sizin turistik amaçlı herhangi bir ülkeye gitmeniz. Bazı iş yerleri bu sabahtan itibaren dün akşam Sağlık Bakanı açıklamasından sonra yurt dışından herhangi bir belirtisi olsun ya da olmasın yurt dışından dönen kişilerin iki hafta süreyle evlerinden çalışmalarını, iş yerine gelmemelerini önermekti. Bu uygulamaya geçen hemen birtakım kuruluşlar olduğunu biliyorum. Bunun dışında iş yeri açısından hijyen kurallarına dikkat edilmesi, gereğinden fazla yoğunlukta el yıkanması, günde beş defa yıkıyorsunuz, 15 defa yıkıyorsunuz elinizi, alkol bazlı bir dezenfektanın kullanılması, %70’lik alkol ve 1/10 oranında sulandırılmış çamaşır suyu yüzey temizliği için yeterli. Daha karmaşık, daha pahalı, daha donanımlı birtakım araç, gerecin kullanılmasına gerek yok. Bunlar oldukça etkili olan önlemler.

GE: Yani evlerimizin temizliğinde, ofislerimizin temizliğinde böyle bir önlem alabiliriz. Buradan hareketle Türkiye’deki durum nedir? Siz biraz önce Sağlık Bakanlığı’nın dünkü açıklamasını belirttiniz, sizce bu açıklama etkili bir açıklama mı, doğru bir açıklama mı?

SB: Her şeyden önce 3-5 gün geriye gidersek Türkiye’de bütün komşularımızda enfeksiyonlar bildirildi, saptanan olgular bildirildi “Türkiye’de hiç olgu yok şimdiye kadar” dendi. Bu arada inanılmaz derecede sosyal medyada, eş, dost sohbet ortamlarında “aslında şu hastanede 3 tane olgu var, benim yakınım biliyorum bu hastanede korona virüs var” gibi haberler çok yayıldı. Doğru olmayan ya da üzerinde durulmaması gereken bir şey, Türkiye’de 5 tane, 10 tane, 20 tane, 50 tane, 100 tane olgunun çıkmasıyla çıkmaması arasında benim açımdan hiçbir fark yok.

GE: Ama siz bir uzmansınız tabii.

SB: Böyle bir enfeksiyon, böyle dünyayı ilgilendiren küresel bir sorunla karşı karşıyayız, Türkiye’de olmasının ya da olmamasının, saptanmasının ya da saptanmamasının hiçbir önemi yok, biz varmış gibi önlemleri almak zorundayız. Yani evin hijyeni, kalabalık ortamlara, hastalıklı insanların yanına yaklaşılmaması, onların evde kendilerini izole etmeleri ve bu şekilde hastalığın yayılmasını engellemek. Yoksa tabii demin belirttiğim gibi unutmayalım ısrarla vurguluyorum, belirtisiz olgular ¾’ünü oluşturuyor bu Korona virüs enfeksiyonlarında, onun için kim hasta değil, kim değil, kimde saptandı, bunlar çok ayrıntı ve çok da önemli olmayan şeyler. İki gün önce Türkiye’de hiç olgu yoktu dün akşam bir tane olgu saptandı, Türkiye’nin tablosu değişmiş filan değil. Bu olgunun saptanması tabii ki önemli ama işte o İstanbul’da mıydı, Ankara’da mıydı, yanınızda uçaktan gelenler denetleniyor mu? Bunlar önemli ama çok ayrıntı, zaten bunlar yapılması gereken ve yapılan şeyler ama neden hangi hastaneye kaldırıldı ya da hangi hastanelerde olgular var? Neden söylenmiyor? Ben ne olacağını biliyorum, o hastanenin adı verildiği zaman bütün basın oraya akacak, işte kaçak duvarlardan atlayıp, merdivenlerden çıkıp gizli gizli fotoğraf çekmeye çalışacaklar, bunun bir yararı oluyormuş gibi sanki. Yani daha ciddi yaklaşılması lazım. Ben bu konuda bir anekdot söyleyeyim, ilk AİDS olgusu İstanbul Tıp Fakültesi’nde saptanmış 1983 yılında, o zaman Amiral Gemisi denen gazetede büyük manşetlerle “hasta Çapa’dan kaçtı yangın merdiveninden!” Biz çok güldük Çapa’da iken İstanbul Tıp Fakültesi’ndeyken çünkü ne yazık ki iç hastalıklarının yangın merdiveni yoktu! Böyle bir durumda bile böyle abartılı, gerçek dışı birtakım haberler çıktı.

GE: Şimdi korona virüsü olan bazı hastaların da hastaneden kaçtığına ilişkin sosyal medyada yaygınlaşan mesajlar var.

SB: Bunlar gereksiz ve anlamsız, kaçsa ne olacak, kaçmasa ne olacak? O kaçınca mı yayılacak hastalık Türkiye’de? Yani eğer bir yakınınızda böyle yüksek ateş, solunum güçlüğü, demin belirttiğim solunum yolunu enfeksiyonu bulguları varsa zaten onu ziyaret etmeyin, onunla temas etmeyin, mümkün mertebe onun da bilinçli davranıp, sorumlu bir vatandaş olarak evinden dışarı çıkmasın, kalabalık ortamlara karışmasın, işe gitmeye çalışmasın. Bu tip önlemlerin alınması yeterli, başka şu an için yapılacak hiçbir şey yok, bunun dışında ne aksıyor, ne yapılmıyor sorularından çok yapılması gereken ve bilinen şeyleri yapmaktan insanlar imtina ediyorlar ve sadece hem sağlık yetkililerine hem de DSÖ’nü olup bitenleri anlamsız bulup eleştiriyorlar. Bunun doğru bir yaklaşım olduğunu zannetmiyorum.

GE: Tabii ki hem bu virüsün yaygınlaşmasını önleyici bir yöntem değil, aksine biraz da geliştiren bir tutum durumunda.

SB: Elbette.

GE: O kadar basit önlemlerden bahsediyorsunuz ki, yani gerek kişisel olarak alabileceğimiz önemler, gerekse iş yerlerimizde ve evlerimizde alabileceğimiz önlemler çok rahatlıkla herkesin gerçekleştirebileceği maliyeti de yüksek olmayan önlemler.

 

SB: Evet, yani imkan olduğu kadarıyla iş yerlerine gitmeme, evden çalışma, örneğin bazı kuruluşlar biliyorum iş yerlerine dışarıdan gelen ziyaretçilere kapattılar kapılarını. Konuğun mu geliyor, yandaki kafeye git orada konuş şeklinde, bunların hepsi zaten evrensel olarak uygulanan yaklaşımlar.

GE: Bir de birçok toplantı iptal edildi ama internet üzerinden toplantıları gerçekleştirmek mümkün.

SB: Evet tabii.

EC: Bu H1N1 virüsüne geri dönersek, o pandemik olayla bu olaya gösterilen tepki arasında ve bunların ekonomik yansıması anlamında bir karşılaştırma yapmak mümkün mü? Mesela ben bugün baktım, BM Kalkınma Programı diyor ki “bunun etkisi 2 trilyon Dolar civarına kadar çıkabilir” hatta UNESCO da demiş ki “bütün okul çağındaki çocukların 1/5’i okullar kapanacağı için eğitimden uzak kalma ihtimali var” filan gibi böyle hakikaten çok insanı ürküten rakamlar var ortada. H1N1’de de aynı şeyler olmuş muydu? Bizim hafızamızı biraz tazeler misiniz o konuda?

SB: Tabii, H1N1’de böyle açıkçası ben de unuttum ama okulların kapatılması, spor faaliyetlerinin durdurulması, birtakım kalabalık bir araya gelen ortamların ya da etkinliklerin ertelenmesi, ötelenmesi tarzı önlemler zamanında alınmadı. H1N1 daha hızlı yayıldı ve biraz önce de değinmeye çalıştım, DSÖ orada biraz daha hazırlıksız yakalandı ya da daha deneyimsizdi. Bugün alınan önlemler, ülkelerin aldığı sert gibi görünen önlemler herhalde H1N1 pandemisinin 2009-2010 yıllarında yaşananların olumsuzluklarını gidermek için, oradan alınan derslerden sonra bu tarz bir yaklaşım oldu. Ekonomik boyutuna baktığımız zaman doğrusu benim alanım değil ama hem Gürhan beyin biraz önce belirttiği gibi bu küresel iklim krizine yararı oldu dolaylı olarak belki de ama bunun yanı sıra örneğin Çin’in ya da batı ülkeleri de işte borsaları sarsılıyor, ekonomileri sarsılıyor çünkü şu anda uçak seferleri aksadığı için ithalat, ihracat yapılmıyor belki bilemiyorum o konuları ama

EC: Turizm tamamen çöktü, ulaştırma sektöründe çok ciddi problemler var.

GE: Dünyanın biraz sakinleşmesinde yarar var Hocam! Petrol fiyatları düştü dünya ayağa kalktı, halbuki biz petrolün engellenmesi için sürekli yayın yapıp duruyoruz Açık Radyo olarak değil mi? Bu açıdan hakikaten hayırlı bir tarafı da var diyebiliriz diye düşünüyorum.

SB: Evet dolaylı olarak böyle bir yararı var, ‘yararı var’ kelimesini kullanırsam bana kızarlar, onu demeyeyim!

GE: Yok ben yavaş yavaş, alıştıra alıştıra kullanmaya başladım hocam! Hele sabah Açık Gazete’de Polonya genelkurmay başkanının da korona virüsünden muzdarip olduğunu öğrenince tabii ki “oh” demedik ama…

SB: Elbette tabii ki ben işin daha çok bilimsel yönden, örneğin ilginç bir nokta, dış ortamda şu kadar yaşıyor dedim, işte hastalanıp iyileşen kişi tekrar hastalanıp geri geliyor dedim. Bunlar yeni şeyler, bir diğer özelliği de neden çocukluk çağında bu kadar az görülüyor? Bunun yine bilimsel bir açıklaması, olası bir açıklaması söz konusu, virüsün yapıştığı reseptörler biliniyor hücreler üzerindeki hangi reseptörler. Bu reseptörler belirli toplumlarda daha gelişmiş, belirli yaş gruplarında daha gelişmiş reseptörler. Bu reseptörler çocukluk çağında henüz olgunlaşmamış reseptörler diye bu tarz yayınlar çıkmaya başladı az sayıda da olsa. Bu nedenle çocuklar fazla etkilenmiyor çünkü biz H1N1 döneminde mesela farklılıklardan bir tanesi gribin, yani H1N1 gribinin o pandeminin beklenmedik şekilde yaşlılardan çok gebelerde ve çocuklarda daha olumsuz tablo yarattığını gördük. O da yeni bir şeydi. Kısacası bu yeni bir virüs ortaya çıktığı zaman, virüsün yeni bir tipi ortaya çıktığı zaman alışılagelmiş, o bildik ilkelerimiz, prensiplerimizi, görüşlerimizi sarsan, değiştiren, onları yalancı çıkartan birçok yeni gelişme oluyor. Bunlar da ancak bilimsel çalışmalarla yani bu aşı karşıtlığı olsun, birtakım panik havaları olsun filan bütün bunlar aslında bilim karşıtlığı ile çok giden şeyler. Bu neo liberal çağda bu bilim karşıtlığı çok prim yapmaya başladı.

GE: Maalesef!

SB: Bu nedenle bilime inanmak, kanıtlanmış bulgularla hareket etmek, bunlar üzerinden konuşmak, daha doğrusu acele etmemek lazım yoksa bizim ülkemizde basında, televizyonda o kadar çok kelle-paça, işkembe çorbasından bahsediliyor…

EC: Hocam kelle-paça gene iyi! Başka doğu ülkelerinde öyle uygulamalar gündeme geldi ki, Hindistan’da, İran’da filan yani biz kelle-paçaya şükredeceğiz galiba!

SB: Ben onları bilmiyorum gerçekten, sizden öğreneyim.

EC: Hindistan’da manda pisliği içerisinde yıkanmak, İran’da bir türbenin duvarlarını yalamak filan gibi böyle birtakım uygulamalar söz konusu.

SB: Şimdi bu konuyu açmışken hayvanlardan tabii bu virüsün kökeni nereden çıktı? Birçok enfeksiyon hastalığının aslında rezervuar yani ana kaynağının, özellikle bu tarz virüslerde yarasalar olduğunu biliyoruz. Türkiye’de bu konu konuşulmaya başlandığı zaman “Uzak Doğudakiler de yarasa çorbası içiyorlar, yarasa yiyorlar” filan dendi. Bu tabii gerçek değil çünkü birincisi yarasalar evet çok fazla virüs taşırlar, kendileri hastalanmadan taşırlar, bunlar memeli hayvanlar ama uçma yetisi kazanmış hayvanlar. Bu evrimleşmeleri sırasında immün sistemleri bu virüslere karşı ilginç bir özellik kazanıyor; virüsleri bünyelerinde taşıyorlar ve kendileri hastalanmıyorlar. O zaman çok uzağa da uçabilen yarasalar virüsü farklı alanlara taşırlar ama yarasa çorbası içmekle, yarasayı yemekle bu virüsün bulaşması söz konusu değil çünkü yarasadan insana geçmediği biliniyor artık. Yarasa büyük bir olasılıkla şu an için soru işareti olan bir ara konağı bu virüsü taşımış. Bu bir yılan dendi, sonra doğru olmadığı anlaşıldı, çeşitli kanatlılar olabilir, çeşitli memeliler olabilir, virüs bunlara yarasadan geçip oradan insana geçtiği söz konusu ama nereden geçtiği tam olarak bilinmiyor.

GE: Bu tür hadiseler olduğu zaman ya hayvanların başına patlıyor veya son derece ırkçı bir şekilde biliyorsunuz şimdi Çinli avlama peşindeyiz. Maalesef böyle bir durum var.

SB: Çinli avında mıyız?

GE: Evet, Çinlileri gördükleri zaman onlardan kaçan, onların tecrit edilmesini isteyen vatandaşlarla karşı karşıyayız, maalesef öyle, bu sadece Türkiye’de değil tabii dünyada da böyle.

SB: Bakın yeni bir yayın var, son 50 yıl içinde 335 kadar yeni enfeksiyon hastalığı görülmüş, bunun %60 kadarı hayvan kökenli, yani hayvanlarla bu kadar haşır neşir olmak, hem evcil hem de yabani hayvanlarla haşır neşir olmak, onları avlamak, onları doğal ortamlarından etmek işte ormanları keserek, birtakım kaynakları ve doğayı kullanarak bunlar bize aslında vektörler aracılığıyla, yani artropot dediğimiz sivrisinek, kene, tatarcık gibi birtakım virüs taşıyıcı canlıların bize temasını arttırıyor. Siz ormanları kestiğiniz zaman yerleşim yerlerini, yakındaki ormanları kesip de oraya doğru ev yapmaya başladığınız zaman o ormanda doğal barınağı olan bütün canlılar ve virüs taşıyıcı canlılar insanlarla çok daha sık temasa girmekte. Bu nedenle bu hoyratça kullanım, bu toprağın ve suyun bu şekilde kullanılması bize daha çok korona virüs ya da H1N1 virüs taşıyacaktır.

GE: Hocam size çok teşekkür ederiz, sağ olun!

SB: Rica ederim, ne demek!

GE: Yani sanki stüdyomuzdaymışsınız gibi konuştuk ve uzun konuştuk.

SB: Eh pek yabancı değilim!

GE: Çok çok teşekkürler hocam, sağ olun!

SB: Ben teşekkür ederim ilginize, sağ olun!

GE: Görüşmek üzere, hoşça kalın!

EC: Teşekkürler.

SB: Sağ olun, sağ olun efendim, iyi günler!

GE: Prof. Dr. Selim Badur’la konuştuk ve Covid-19 virüsünün son durumuna ilişkin bilgileri kendisinden aldık.

Prof. Dr. Selim BADUR kimdir?

Director Scientific Affairs & Public Health-GSK-Vaccine

  • Prof. Dr. Selim BADUR, Tıbbi Mikrobiyoloji dalında doktorasını (PhD) İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesinde almış; 1982-84 ve 1993-95 yılları arasında Paris-Pastör Enstitüsünde araştırıcı olarak görev yapmıştır. 1996-98 yıllarında Güney Paris Tıp Fakültesi- Hopital Kremlin Bicêtre hastanesinde misafir öğretim üyesi olarak çalışmış olan Dr Badur, Fransız Bilim Akademisi üyesi olup, Dünya Sağlık Örgütü Viral Hepatitis Prevention Board yönetim kurulu üyeliğinde bulunmuş (2002-2015); ayrıca aynı kuruluşun, Global Hepatitis Network komisyonu (2004-2006) ve  European Scientists Working on Influenza Group (ESWI) grubu üyeliğinde (2012-2015) görev almıştır;
  • Dr. Badur, 1980 yılında çalışmaya başladığı, 1995-2015 yılları arasında Viroloji ve Temel İmmünoloji Bilim Dalı başkanlığı yaptığı İstanbul Tıp Fakültesinde, 2000-2015 döneminde “Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Influenza Referans Laboratuvarı”’nın yürütücülük görevini gerçekleştirmiş; 2009-2017 yılları arasında ise Galatasaray Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinde Tıbbi çeviri dersleri vermiştir;
  • 2001-2005 yılları arasında AIDS Savaşım Derneği başkanlığı, 2002-2006 yıllarında, kurucu üyesi olduğu Viral Hepatitle Savaşım Derneği başkan yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur;
  • Dr. Badur 132 adet, SCI kapsamındaki dergilerde yer alan bilimsel makalenin, 400’den fazla Ulusal dergilerde yayınlanmış makalenin yazarlarından olup, Viral Hepatitler, Influenza, Aşılar ve Viral Patogenez konuları başta olmak üzere, mikrobiyolojinin farklı alanlarında çok sayıda konuşma gerçekleştirmiş; 2013-2017 yılları arasında Nature Series dergisi hakem kurulunda görev yapmıştır;
  • Ülkemizde Sağlık Bakanlığı Aşı Danışma Kurulu, Pandemi komisyonu ve Cinsel Temasla Bulaşan Hastalıklar grubu üyeliğinde bulunan Dr Badur, 2015 yılında Üniversitedeki görevinden ayrılarak GSK-Aşı kuruluşunda Gelişmekte olan ülkeler Aşı Bilimsel Danışmanı (Scientific Affairs and Public Health Director for Emerging Market) olarak çalışmaya başlamıştır.