Açık Gazete: 19 Temmuz 2018

Açık Gazete
-
Aa
+
a
a
a

OHAL’SİZ OHAL ve Demokrasi Üzerine - Gene

“Türkiye’de 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen ve 7 kez uzatılan OHAL'den geriye grev yasakları, sansür, baskı, işkence, kapatma, cezasızlık yasaları ve hak ihlalleriyle dolu 2 yıl kaldı. OHAL bir kez daha uzatılmıyor ancak AKP’nin Meclise sunduğu yeni tasarı ile OHAL uygulamaları adeta kalıcı hale getiriliyor.”

(https://www.evrensel.net/haber/357200/2-yillik-ohalin-bilancosu-grev-yasaklari-sansur-baski-hak-ihlali)

Evrensel gazetesinin yukarıda alıntıladığımız manşet haber-analizi bu rakamlar ve değerlendirmeleri içeren bir paragrafla başlıyordu. Biz de, dün başladığımız genel değerlendirme haber ve yazılarını aktarmaya devam edelim ve Yeni Rejimiyle Yeni Türkiyenin “manzara-i umumiye”sini konuşmaya devam edelim isterseniz. Önde gelen akademisyenlerin, gazetecilerin, yazarların görüş, tespit ve analizlerinden örneklerle ülkenin –ve aslında dünyanın da!– yeni şekillenmekte olan yamalı bohçasının (“patchwork”ünün) renklerinin nasıl yansıdığını işbu “vakayiname”mizde sizlere yansıtmaya çalışalım.

***

“Türkiye’de gözle görünür bir normalleşme yok ve olmayacak”

Gazeteci Melis Alphan, Euronews internet gazetesinde ülkenin önde gelen genç hukukçularından Bilgi Üniversitesi profesörü Yaman Akdeniz’e sordu: “Türkiye’de Olağanüstü Hal uygulaması sona erdi. İki yıllık süre zarfında 30’dan fazla KHK ile kamudan 125 binden fazla kişi ihraç edildi, 446 bin kişi hakkında adli işlem yapıldı; 1431 dernek, pek çok yayın kuruluşu kapatıldı. Peki bundan sonra ne olacak? Her şey normale mi dönecek? Yoksa OHAL yeni yönetim biçimi haline mi geliyor?”

Prof. Akdeniz’in bu soruya cevabı özlü ve net oldu: “Fiilen OHAL bitse bile aslında OHAL’in devamı niteliğinde bir sistemle Türkiye yönetilmeye devam edecek. Bu sistemde artık pek bir fonksiyonu olmayan ve tamamen saf dışı bırakılmış bir TBMM'nin de olduğunu unutmamak lazım. Pratikte de seçim sonrası Türkiye’de gözle görülen bir normalleşme süreci yok. Aksine, sadece ekonomi anlamında değil, Türkiye’yi pek çok açıdan çok zor günler bekliyor.”

“OHAL hukuk, yargı ve insan hakları açısından Türkiye'ye ne bıraktı?” sorusuna ise Prof. Akdeniz daha da özlü ve net cevap veriyor: “Hiçbir şey bırakmadı. Aksine, ... çok şey aldı götürdü... Yerine, devamı niteliğinde bir rejim geldi.”

(http://tr.euronews.com/2018/07/19/ohal-kalkiyor-turkiye-den-cok-sey-goturdu-yerine-devami-niteliginde-bir-rejim-geldi)

***

“Süreç Şeffaf değil ve bu iş kolay olmayacak...”

Bir diğer gazeteci, Öykü Altuntaş, BBC Türkçe internet gazetesi adına aynı sorunun izini sürüyor ve mesela eskiden AKP yöneticisi olan Osman Can’a yöneltiyor: “OHAL'in kalkması Türkiye'de neyi değiştirecek?” Marmara Üniversitesi Anayasa Hukuku Profesörü Profesör Osman Can, KHK'lerin geçici yapıda olmadıkları için kendiliğinden kalkmayacağı, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) OHAL KHK'lerini denetleme yetkisi olmadığı gerekçesiyle denklemden çıkmasının da bir çıkmaz yarattığı görüşünde.

BBC’nin KHK'larla getirilen muazzam sayıdaki ihraç kararlarının ne olacağı sorusu, Prof. Yaman Akdeniz’e de yöneltilmiş; o da yine yukarıda değindiğimize benzer netlikte bir cevap verirken, aynı zamanda toplum, ülke ve rejim için canalıcı önemde bir konuya daha parmak basıyor: Şeffaflık. “Ne kabul edilen başvuruların ne de ret kararlarının gerekçesini biliyoruz. Süreç şeffaf değil. Bizim gibi hukukçular kararları görmediğimiz için ne yorumlayabiliyoruz, ne de kararların analizini yapabiliyoruz. Dahası ... davalar idare mahkemelerinde ve sonrasında istinaf ve/veya Danıştay'da yıllarca sürecek... Başvuranlar “idari yargıda da sonuç alamazlarsa Anayasa Mahkemesi ve daha sonrasında da AİHM'e başvurmak durumunda kalacaklar. Tüm bu süreç en az 10 sene sürecek.”

(https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-44743453)

 ***

“Hukuk mücadelesi zaman alabilir, ama çocukların istikbali için sabır ve metanet” .

”Ülkenin önde gelen akademisyen ve aktivistlerinden uluslararası ilişkiler hocası emekli Profesör Baskın Oran, haftalık AGOS gazetesinin 20 Temmuz 2018 Cuma nüshasındaki “İçli Dışlı” köşesinde, tastamam Prof. Akdeniz’in bıraktığı noktadan devam ediyor adeta ve –ta 1971’den başlayarak üniversitedeki görevinden 4 kez atılıp 4 kez de hukuki mücadeleyle geri dönmüş bir “gazi” olarak – izlenecek biricik yolu şöyle işaret ediyor mağdurlara:

“Sorgusuz-sualsiz işlerinden atılıp aileleriyle birlikte açlığa mahkûm edilen ve sayıları şu anda net 131.182 olan kardeşlerime yazıyorum bu yazıyı. [...] Sevgili kardeşlerim, şimdi önünüzde belki de yıllarca sürecek bir hukuk mücadelesi var. Ama herhalde ki bugüne kadar ailecek gösterdiğiniz bunca sabır ve metanet, bu mücadeleyi mecbur kılıyor.

“Zaman alabilir. Ama unutmayın: Sadece kendiniz ve aileniz için mücadele etmiyorsunuz; çocuklarınızın özgürlüğü yani istikbali için ediyorsunuz. Bunu yalnız kendinize değil, onlara da borçlusunuz. Gazanız mübarek olsun!”

(Baskın Oran, “131.182 kardeşime: Söke söke döneceksiniz!”, Agos, 20.07.2018, vurgular: Vakanüvisin)

***

“Şeffaflık yoksa, demokrasinin anlamı da yoktur.”

Şeffaflık canalıcı önem taşır mı dedik biraz yukarıda? Dünyanın önde gelen gazeteci, yazar ve aktivistlerinden George Monbiot da, Guardian gazetesinde 18 Temmuz 2018 tarihli köşe yazısında işte tam da bu meseleye parmak basıyor:

 “Romalı politikacıların, kendi adlarına isyan tezgâhlasınlar diye çetelere para dağıttıkları dönemden sadece iki binyıl sonra, kara paranın siyasette oynadığı rolü ve bunun demokrasiye getirdiği daimi zararı daha yeni yeni anlamaya başlıyoruz. Kara para, kaynağı halka açıklanmayan ve siyasi sonuçları değiştirmek için harcanan nakittir. [...]  Kara paraya şu anda dünyadaki acil krizlerimizi doğuran yolsuzluk ve çürümenin altında yatan asıl unsur olarak bakabiliriz: Politikaya halkın duyduğu güvenin çöküşü, demagogların politika karşıtlığı, ve bir de canlılar alemine, kamu sağlığına ve yurttaşlar topluluğuna karşı girişilen saldırıların oluşturduğu krizler bunlar.  Şeffaflık yoksa, demokrasinin anlamı da yoktur.”

(https://www.theguardian.com/commentisfree/2018/jul/18/dark-money-democracy-political-crisis-institute-economic-affairs, çeviren: Vakanüvis)

 ***

 “Meslek ahlâkını unutmamak” 

Daha yıllarca sürecek uzun davalardan mı söz edildi yukarıda? İşte bu noktada, dün de sözünü ettiğimiz “Tiranlık Üzerine” kitabından can alıcı önem taşıyan bir bağlantılı konuya, “meslek etiği” konusuna eğilen bir bölüm aktararak bitirelim bugünün vakayinamesini.

“Meslek ahlakını hatırdan çıkarmayın.

“Siyasi liderler negatif bir örnek ortaya koyduklarında adil ve dürüst uygulamalara mesleki bağlılık ve sadakat dtaha büyük önem kazanır. Hukukun üstünlüğüne dayalı bir devleti yıkmak avukatlar olmadan zordur, yargıçlar olmadan göstermelik davalar yürütmek de zordur. Otoriterler kendilerine biat eden devlet memurlarına, temerküz kampı yöneticileri de ucuz işgücü peşinde koşan işadamlarına ihtiyaç duyarlar. [...]

“Eğer avukatlar, duruşmasız idam olmaz kuralına bağlı kalsalardı, doktorlar kişinin rızası olmadan ameliyat edilemeyeceği kuralını uygulasalardı, işadamları kölelik yasağının arkasında dursalardı, bürokratlar cinayetlerle ilgili evrakı işleme koymayı reddetselerdi, o zaman Nazi rejimi, onu bugün kendisiyle özdeş tuttuğumuz mezalimi gerçekleştirmekte çok daha fazla zorlanırdı.”

(Timothy Snyder, On Tyranny – Twenty Lessons from the Twentieth Century, Bodley Head, 2017, s.38, 40; çeviren: Vakanüvis)

***

Ustalarımızın adı Hıdır, elimizden gelen budur.

 Vakanüvis ÖM